İçeriğe atla

Kütahya’da Derlenen Memorat Örnekleri Üzerine İnceleme/Cinlerle Kurulan İletişimi İçeren Anlatılar

Vikikaynak, özgür kütüphane

1. Memoratların İncelenmesi

1.1 Konu ve İçerik Özellikleri

1.1.1. Cinlerle Kurulan İletişimi İçeren Anlatılar

Türk halkbilimindeki sözlü anlatımlar içinde olağanüstü özellikler taşıyan ve gizli güçlere sahip olduğu düşünülen varlıklarla ilgili inanç ve uygulamalar mevcuttur (Duvarcı, 2005: 125). İslam öncesi Türk kültürünün çeşitli dönemlerinde yer-su ruhları olarak adlandırılan ve pek çok çeşitliliğe, işlevselliğe sahip bu olağanüstü varlıkların yerini İslamiyet’in kabulünden sonra Kur’an’ın onayladığı cin ve cinliler inancı almıştır (Duvarcı, 2005: 125; Çobanoğlu, 2003: 131).

Cinlerle ilgili yapılan kavramsal açıklamalarda onların duyularla idrak edilemeyen, gözle görülemeyen, insanlar gibi iradeye sahip olan ve yükümlülükleri bulunan, dünyada yaptıklarından dolayı cennet ya da cehenneme gidebilecek varlıklar olduğu belirtilir (Devellioğlu, 2003: 143; Şahin, 1993: 5; Erdoğan, 2019: 1954). İyisi, kötüsü, Müslümanı, kâfiri bulunan cinlerin yaradılış gayesi insanlar gibi Allah’a itaat ve kulluktur (Ateş, 2002: 94). Bu varlıkların insanlara davranışları farklı farklıdır (Boratav, 2013: 88). İncelenen memorat örneklerinde halk arasında üç harfli olarak tabir edilen cinlerin insanlarla iletişimleri, bu iletişimin saati, görünme şekilleri de farklıdır. Bu varlıkların şerrinden korunmak için onların kızdırılmaması ve yaşadıkları yerlerin kirletilmemesi gerekir. Aksi takdirde her şeye gücü yeten üç harflilerin insanlara yapamayacağı hiçbir şey yoktur (Duvarcı, 2005: 132-134). Ayrıca tekin olmayan yerlere besmeleyle girilmesine dikkat edilmelidir (Kalafat, 1993: 277). İslamiyet öncesi Türk halk kültüründe kara iyeler olarak bilinen ve kötülüğün kaynağı olarak kabul edilen varlıkların başında Erlik ve onun zümresinden kabul edilen Alkarısı ve Karabasan gelmektedir. İslamiyet sonrasında bu varlıkların yerini cin kavramı almıştır (Ozan, 2015: 42) Genel olarak iyi ve kötü cin olarak sosyalleştirilen bu varlıklar anlatılmakta olan memorat türünde korunmaktadır ve varlığını idame ettirmektedir (Bayat, 2007: 258).

Çalışma sahasında cinlerle iletişimi içeren dört adet memorat örneği incelenmiştir. Bu örneklerin iki tanesi olayı bizzat yaşayanların anlatımı diğer ikisi ise büyüklerden duyduğu aktarımdan oluşmaktadır (KK-1, KK-2). Halk arasında bu varlıkların insanlarla birlikte aynı mekânı paylaştığı inancı yaygındır. Kaynak kişi, oturduğu evi paylaştığı soyut varlığı göremese de geceleri evin içinde onu hissetmekte, dolapları açarken ya da yürürken çıkardığı sesleri duymaktadır. Gece eğlenmeyi seven bu varlıkların def ve zil sesleri duyulmuştur (KK-1,KK-2). Şehrin en önemli meydanı halk tarafından, “cin önü” olarak adlandırılmıştır. Bu isim, pek çok kişinin bu varlıkları asker, gelin gibi değişik suretlerde bu mekânda görmesinden dolayı verilmiştir. Bir memorat örneğinde de oyun oynayan çocuklara, onların yaşıtı şeklinde görünmüş, hatta onu gören her çocuk farklı birinin suretine benzetmiştir.

Bir diğer anlatı da ise yaşlı bir kadına zarar vermeye çalışmıştır. Olayı bizzat yaşayan kişinin “Bismillahsız olmadık bir yere basmışım herhalde” diyerek onların mekânlarına istemeden verdiği zarardan ötürü bu olayı yaşadığına inandığı görülmektedir (KK-21). Her anlatıda farklı şekilde görülen ya da hissedilen bu varlıklar, olayı yaşayanları korkutmuş ve korunma yolları aramaya itmiştir. Kur’an okumak, dua etmek, besmelesiz adım atmamak bu tür olayların yaşanmaması için koruma zırhı oluştururken, yaşanması ve sürekli tekrar etmesi durumunda ise bir hocaya gidilerek kurtuluş yolu aranmıştır (KK-1,KK-2,KK-21). Çalışma sahasında derlenen ve cinlerle iletişimi içeren memoratlardan bazıları şu şekildedir:

Bazı geceler oturduğum evin yüklük kapaklarının açılıp kapandığını, görmediğim varlıkların ayak seslerini ve sohbetlerini duyarım. Bazı geceler de def ve zil sesleri duyarım. Kur’an okur ya da dua ederim (KK-1).

Çocukluğumuzda 1970’li yıllarda sokakta arkadaşlarımızla iki gruba ayrılıp maç yapıyorduk. Biz oyun oynarken uzaktan bir çocuk da bize bakıyordu, bizim yaşlarımızda bizim gibi giyimli biriydi. Bazı arkadaşlarımız eve gidince grup sayılarının denkliği bozuldu. Bu uzakta duran çocuğu çağırdık. Omuzlarını silkti ve gelmek istemedi ama bir taraftan da bizi izledi. Top o tarafa kaçınca hem toptan hem de bizden kaçıyordu. Gruptaki herkes bu çocuğu farklı birine benzetti. Herkese farklı bir siluette görünüyormuş meğer. En sonunda bizi seyre daldığı vakit topun o tarafa gitmesiyle arkadaşlarımızdan biri topun arkasından bu çocuğun yanına kadar gitti. Topu alırken çocuğa da dokundu. Dokunmasıyla birlikte çocuk siyah bir toz bulutu şeklinde hepimizin gözü önünde kaybolup gitti (KK-2).

Vazonun bulunduğu yerleri eskiler “cin, cin önü” şeklinde anlatırlardı. Bu bölgede değişik olaylara şahit olunmuş. Geceleri ışık çıktığına, eğlenen gölgeler olduğuna şahit olmuşlar. Hatta bir gölge o kadar parlak beyaz ışıklıymış ki onun gelin olduğunu düşünmüşler. Bazı büyüklerde orada Osmanlı askerinin üniformasını giymiş varlıklar görmüşler (KK-2).

Kayın validem eski bir konakta oturduğu yıllarda başına gelen bir olayı hep anlattırdı. Sabah ezanında duyduğu bir ses ona konağın bahçesinden geçen dereye kendisini atmasını söylermiş. Uyandığında kendini dere başında bulurmuş. “Herhalde, Bismillahsız olmadık bir yere basmışım” derdi. Hocaya gidip okutmuşlar öylelikle iyileşmiş (KK-21).