Dostlar Tiyatrosu'nun Yeniden Üretimi Abdülcanbaz'da Yabancılaştırma/Dostlar Tiyatrosu'nda Bir Yeniden Üretim: Çizgi Romandan Sahneye Abdülcanbaz
2. Dostlar Tiyatrosu'nda Bir Yeniden Üretim: Çizgi Romandan Sahneye Abdülcanbaz
Altmışlı yılların sonunda Genco Erkal tarafından kurulan ve "ilerici-toplumcu sanat doğrultusunda benimsediği ilkelerle", "sürekli bir araştırma, deneme ve yaratma eylemi" içinde http://www.dostlartiyatrosu.com/tiyatro_yirminci_yil.html (Erişim: 26.03.2020] bugün de varlığını sürdüren Dostlar Tiyatrosu, 1972-73 tiyatro mevsiminde daha geniş kitlelere ulaşabilmek isteğiyle yeni bir oyun arayışına girer. Bu, öyle bir oyun olmalıdır ki, yalnızca sınırlı bir aydın kitlesini değil, her kesimden halkı etkisi altına alabilmelidir.
Bu anlayışla, Türk mizah ustalarını gözden geçiren Dostlar Tiyatrosu dramaturji ekibi ([?, ?], 1973: 20), gerçekleştirmeyi istedikleri tiyatro için uygun malzemenin (Erkal, 1973: 50) karikatürist Turhan Selçuk'un 1957 yılında Milliyet gazetesinde çizmeye başladığı ünlü çizgi romanı Abdülcanbaz olduğunda karar kılar. "[H]er çağda halkın özlemini duyduğu, düşlerinde gördüğü kahraman" (Selçuk, 2011'den aktaran Aslan, 2019: 216) Abdülcanbaz'ın çeşitli serüvenlerinden yola çıkılarak yeni bir kurguya ulaşma işi, Dostlar'ın dramaturji ekibindeki Genco Erkal, Mehmet Akan, Macit Koper ile ekibe dışarıdan katılan gazeteci-yazar Engin Ardıçʻın ortak çalışmasıyla kotarılır. Çizgi romandan sahneye yapılan bu ilk uyarlama (1973: 20), ilk kez 1972-73 tiyatro sezonunda Elhamra İstanbul Tiyatrosu salonunda, 6 matinelerinde seyirciyle buluşur (Dostlar Tiyatrosu, 1972:1). Geniş kitlelerin beğenisini kazanan ve sanat çevrelerinde Abdülcanbaz olayı olarak kendisinden söz ettiren oyun ([?, ?], 1973: 20), sahne düzeninde Genco Erkal'ın, dekorda Turhan Selçuk ve Evcimen Perçin'in, koreografide Mehmet Akan'ın, müzikte Arif Erkin'in imzasını taşır. Oyuncu kadrosunda Abdülcanbaz rolüyle Ahmet Mekin, Karanfil Hoca rolüyle Zihni Küçümen, Sürmegöz ihsan rolüyle Mehmet Akan, Gözlüklü Sami rolüyle Genco Erkal, Fettah rolüyle Ulvi Alacakaptan gibi dikkate değer isimler bulunur (Dostlar Tiyatrosu, 1972: 2).
Konusu, 1920-23 yıllarında, işgal günlerindeki İstanbul'da geçen Abdülcanbaz,[1] "İstanbul burjuvazisinin, ceplerini doldurmak, lüks yaşamak için her şeyi işgal kuvvetlerine peşkeş çektikleri bir ortamda, komprador burjuvazinin temsilcisi Gözlüklü Sami ve tufeyli avanesiyle Mustafa Kemal'in yanında canını tehlikeye atan Abdülcanbaz ve takımının mücadelesi" (Bergman, 1973: 22) üzerine kuruludur. Değerlerin alt üst olduğu bozuk bir düzende, doğru bildiklerinden ödün vermeyen vatanseverlerle çıkarına göre eğilip bükülen, böylelikle sırtı hiç yere gelmeyen vatan hainleri arasındaki mücadelenin kazananı, bu düzende ayakta kalmanın sırrını çözen çıkar tayfası olur. Tüm insan ilişkilerinin meta ilişkilerine dönüştüğü bir düzende (Kesting, 1985: 30), erdem sahipleri değil, ar, namus, ahlak gibi değerlerini yitirenler ayakta kalır. Bu yönüyle bir nevi erdemlilik ve erdemsizlik mücadelesini sergileyen oyun, erdem sahiplerinin hep kaybetmesine sebep olan düzene dönük bir eleştiri niteliği taşır. Tartışmaya açılan bu her daim güncelliğini koruyan mesele, çizgi romanın mizahî anlatımı bir an olsun elden bırakılmadan sergilenir. Yine Selçuk'un çizgide yakaladığı güçlü anlatıma tiyatroca bir karşılık bulabilmek için tiyatronun olanaklarının alabildiğine zorlandığı oyunda, çadır tiyatrosundan ortaoyununa, tuluattan oyun içinde oyuna, parodiden kukla oyununa, müzikten projeksiyona çeşitli türler ve biçimler bir arada kullanılır (Erkal, 1973: 51). "İki fasıl, on iki kısım, tekmili birden" ifadesi ile sunulan "bu çizgi-roman tiyatro denemesi" http://www.dostlartiyatrosu.com/ tiyatro_yirminci_yil.html (Erişim: 26.03.2020], "bir çadır tiyatrosunun kapısında başla[r). Döner panoların üstünde Turhan'ın çizgileriyle Abdülcanbaz takımının boy resimleri. Çığırtkan, çizgi romanın kişilerini seyirciye tanıtırken, bu kişileri oynayan canlı oyuncular resimlerin içinden çıka[rlar]. Bir çizgi-romanın sahnede kanlanıp canlanmasını simgele[rler)." (Erkal, 1973: 51). Önce "Abdülcanbaz'ın Harikûlâde Maceraları" adlı kahkahalı komedyaya seyirci çekmeye çalışan, ardındaniyiliğin ve doğruluğun timsali Abdülcanbaz takımını ve illetli millet (s. 5) dediği Gözlüklü Sami takımını takdim eden Çığırtkan'dan sonra sözü, Karanfil Hoca üstlenir:
İşgal altındaki İstanbul şehrinde
Neydi vaziyet ve manzara-i umumiye." (s. 5).
Ön perde kalkar ve Turhan Selçuk'un çizgileri ile 1920-23 döneminin İstanbul manzarası görünür (s. 6). Sırayla sahneye gelen millîci Abdülcanbaz takımı ile iş birlikçi Gözlüklü Sami takımı, düşman işgalindeki İstanbul'la ilgili düşüncelerini ortaya koyarak oyunun henüz başında iken renklerini belli ederler. Takdim ve Manzara-i Umumiye kısımlarının ardından dramatik kurgu işlemeye başlar. Birinci kısım, Gözlüklü Sami Bey'in Nişantaşı'ndaki konağında geçer. Gözlüklü Sami Bey ve eşi Safinaz Hanım'ın İngilizlerin casusluk şebekesinden Albay Cak Cakson'ı ağırladıkları çay saatinde, Sami Bey'in kızı Mahinur ile Sürmegöz ihsan Bey de onlara eşlik eder. Bu çıkar tayfasının keyifli dakikaları, Mahinur'un nişanlısı Abdülcanbaz'ın gelmesi ile bozulur. Gözlüklü'nün tüm meydan okumalarına karşın sükûnetini koruyan Abdülcanbaz'ın meşhur Osmanlı tokadı, Mahinur'a gözü önünde ilan-ı aşk eden Sürmegöz'ün suratında patlar. Abdülcanbaz'ın bu hareketinden etkilenen Mister Cakson, ona iş birliği için teklifte bulununca Abdülcanbaz, satılık olmadığını söyleyerek suskunluğunu bozar Bu kısmı takip eden perde önünde birinci söyleşme, Karanfil ve Fettah'ın bu sahnede yaşananlara dair değerlendirmelerini ve Abdülcanbaz takımının futbol maçı temalı ikinci kısma hazırlığını yansıtır.
İkinci kısım, Abdülcanbaz'ın kurduğu Tulumbacılar futbol takımının İngiliz İşgal Birlik takımı ile Kuşdili çayırındaki karşılaşması üzerine kuruludur. Bu karşılaşma, Karanfil Hoca'nın, Selçuk'un çizgilerini yansıtan slaytlara eşlik eden anlatımıyla sunulur. Tulumbacılar takımı önde giderken maçın hakemi Tatavlalı Seramidis'in millîcilerin oyunu kaybetmesi için taraflı davranması ile ortalık karışır. Halk da galeyana gelince mesele iyice büyür ve her yer savaş alanına döner. Binlerce kişi, ellerinde pankartlar ve bayraklarla sokaklara dökülerek büyük bir alanda Sultanahmet Mitingi'ni anımsatan kalabalık bir gösteri için toplanır. Bu kısmı takip eden perde önünde ikinci söyleşme, Karanfil ve Fettah'ın maçın ardından yaşanan gelişmelerle ilgili yorumlarını yansıtır.
Üçüncü kısım, Mahinur'un yatak odasında geçer. Piyanonun başındaki Mahinur, Beethoven'ın Ayışığı Sonatı'nın parodik düzeydeki çeşitlemelerini çalarken açık balkon kapısından içeri giren Abdülcanbaz, arkasından yaklaşır. Mahinur, kendisini affetmesi için Abdül'ün ayaklarına kapanırken içeri giren Sami Bey, "Irz düşmanı millîci seniiii!" (s. 31) diyerek ona saldırır. Mahinur, nişanlısını koruyabilmek için eline geçirdiği şamdanla babasını bayıltır. Abdülcanbaz, Mahinur'un balkon kapısından çıkarken "Mizaçlarımız birbirine uymuyor" (s. 32) diyerek hayatından da çıktığını bildirir. Ardından başlayan perde önünde üçüncü söyleşme, Karanfil ve Fettah'ın bu ayrılıkla ilgili yorumlarını ve bir sonraki kısımda yaşanacaklarla ilgili ipuçlarını içerir.
Dördüncü kısımda mekân, Galata'daki Gülistan birahanesidir. Mekânın yeni kantocusu Fırıldak Amelya'nın kantosu ile keyiflenen Abdülcanbaz takımı, bu zarif ve şuh kadını (s. 37) masasında ağırlar. Amelya, Abdül'ün kendisine evine kadar eşlik etmesini ister. Tam çıkarlarken Amelya'nın belalısı Yengeç Mustafa, nara atarak içeri girince taraflar arasında müzik eşliğinde, sessiz film tekniği ile gerçekleştirilen bir kavga yaşanır ve sonunda Abdülcanbaz takımı kabadayıları yere serer (s. 40). Perde önünde dördüncü söyleşme, Karanfil ve Fettah'ın beşinci kısmın dekoru hazır oluncaya kadar karşılıklı söylediği manilerden oluşan bir ara nağmedir.
Beşinci kısım, kendisini Amelya adında Ermeni bir kantocu olarak tanıtan, fakat aslında Kuvayi Milliye için gizli bir teşkilatta çalışan bir Türk kadını olan Ruhsar'ın yoksul odasında geçer. Abdül'le yalnız kalınca gerçek kimliğini açıklayan Ruhsar, çalıştığı teşkilat adına ona bir teklifte bulunur: "Bizim teşkilât Anadolu'ya silâh kaçırıyor. Bizle beraber çalışmak ister misin?" (s. 43). Abdül, bu teklifi tereddütsüz kabul eder. İmtihan niteliğindeki ilk görevi, İngiliz casusluk teşkilâtından Cak Cakson'ı kaçırmak ve Anadolu'ya giden "Ümit" adlı motora teslim etmek olacaktır. Bu kısmın ardından gelen perde önünde beşinci söyleşmede, tıpkı Abdül gibi mutluluk içindeki Karanfil ve Fettah, konuyu altıncı kısmın kişileri Gözlüklü Sami ve yardakçısı Sürmegöz'e getirir. Dâhiliye ve Zaptiye Nâzırı Öküz Paşa tarafından millîcileri temizleyebilecek tek adam olarak görevlendirilen Gözlüklü Sami, bu işi halledebilecek bir adam bulup onu polis memuru yapmak isteyince Sürmegöz İhsan'ın önerisiyle bu işin başına Yengeç Mustafa getirilir. İstanbul sokaklarını millîci tayfasına dar etmekle görevlendirilen Yengeç Mustafa, bundan böyle yeni kişiliğine uygun olarak Mustafa Zuhurî olacaktır (s.51).
Oyunun, Karanfil ile Fettah'ın perde önünde altıncı söyleşmesi ile başlayan ikinci faslında önce çağın üç büyük emperyalist gücünün, İngiltere, Fransa ve Amerika'nın, Türkiye ve dünya üstündeki hesapları, çatışmaları, anlaşmalarını sergileyen bir kukla oyununa yer verilir (Erkal, 1973: 52). Üç büyük devlet adamı, İngiltere'nin başvekili Loyd Corc (Lloyd George), Fransa'nın başvekili Kilemanso (Clemenceau) ve Amerika'nın başkanı Vilson (Wilson)'ın dünyayı ve Türkiye'yi paylaşma çabası, mizahî ve abartılı bir tarzda yansıtılır. Bu oyunu takip eden perde önünde yedinci söyleşmede konu, yerli düşmanlara, yani Gözlüklü Takımı'na getirilir. Gözlüklü Sami, Cak Cakson, Sürmegöz İhsan ve Mustafa Zuhurî, Katina Katerina'nın lüks randevu evinde eğlenmektedir. Cak Cakson'ı kaçırmak isteyen Abdülcanbaz, Fayrabî ile birlikte kılık değiştirmiş vaziyette kapıya gelir. Siyah çarşafa bürünmüş kadın kılığındaki Abdül, Katina ve Fayrabî'nin sıkı pazarlığının ardından Katina'nın misafirlerinin yanına girer. Misafirler, memnun etmek istedikleri Cakson ile çarşaflı kadını baş başa bırakırlar. Aşka gelen Cakson, ne kadar dil dökse de kadının peçesini açtıramaz. Sonunda dayanamayıp zorla açmak isteyince de Abdülcanbaz'ın meşhur Osmanlı tokadı bir kez de onun yüzünde patlar. Abdülcanbaz, Tarzan'ın da yardımıyla Cakson'ı kaçırmayı başarır. Bu sahnenin ardından gelen ve perde önü olarak sunulan sekizinci kısımda, Abdülcanbaz takımı sahnenin bir başından bir başına konuşarak yürürken arkalarından Abdül'e yeni vazifesini getiren Ruhsar yaklaşır (s. 66). Ruhsar, Abdül ve takımından düşmanın Beykoz'daki silah deposunu soymalarını ve silahları, Anadolu'ya geçirilmesi için iskeledeki takaya yüklemelerini söyler. Abdül de isterse aynı takayla Anadolu'ya geçebilecektir.
Dokuzuncu kısım, Beykoz'daki silah deposunda geçer. Abdül, deponun önünde nöbet tutan Fransız sömürge askeri, Arap asıllı Bomboko'yu din kardeşliği vurgusuyla yola getirir. Uyduruk bir Arapçanın hâkim olduğu bu sahnede, tam her şey çözüldü derken onları uzaktan izleyen Ruhsar'ın babası Behçet, kızının tutuklandığını haber verir. Keyfi kaçan Abdül, Bomboko'dan kendisine bir İngiliz zabiti üniforması bulmasını ister. Diğerlerine silahları takaya yükleyip beklemelerini söyledikten sonra Tarzan ve Fettah'ı yanına alarak Ruhsar'ı kurtarmaya gider. Onuncu kısımda, Gözlüklü Sami takımının kuklası, sahte polis müdürü Mustafa Zuhurî, emniyet müdürlüğündeki odasında Ruhsar'ı sorgulamaktadır. Ruhsar'ın rahat tavırlarıyla Zuhurî'yi çileden çıkardığı sırada Yüzbaşı Convesmüller kılığındaki Abdülcanbaz gelir. Bu kez de uyduruk bir İngilizce konuşan Abdül, Ruhsar'ı sorgu için istihbarat şubesine götüreceklerini söyler. Ancak Ruhsar'ı götürecekleri sırada Zuhurî kıza hakaret edince Abdülcanbaz, kendisini daha fazla gizleyemez ve meşhur tokadını bu kez de Zuhurî'nin yüzünde patlatır.
On birinci kısım, Zafer başlığı ile sunulur. Beykoz rıhtımından yola çıkan Abdülcanbaz takımı, meşakkatli bir yolculuktan sonra Anadolu'ya ulaşmıştır. Karanfil Hoca, kendisine eşlik eden koro ile birlikte büyük zaferden hemen önce Anadolu'da karşılaştıkları manzarayı anlatır. Ekim 1923'te devrin döndüğünü ve büyük zaferin kazanıldığını söyleyen Karanfil, konuyu Anadolu'dan tekrar İstanbul'daki vaziyete getirir.
Son kısımda, oyun âdeta başladığı yere geri döner. Gözlüklü Sami takımının konaktaki çay saatinde değişen tek şey, İngiliz casusu Cak Cakson yerine Millî Mücadele'nin kahramanlarından Miralay Kâzım'ı konuk etmeleridir. Bu iş birlikçi takımı, devran değişince "dürüst insanların akla getiremeyecekleri düzenlerle, dümeni [yine] kendi çıkarlarının olduğu yere çevir[miş]" (Bergman, 1973: 22), bu kez de Miralay Kâzım'ı memnun etmenin derdine düşmüştür. Gözlüklü takımının ticaretlerinde devletle iş birliği içerisinde olabilmek için Miralay Kâzım'ı çoktan etki altına aldıkları sırada, zafer sevinciyle Anadolu'dan dönen Abdülcanbaz gelir. Fakat komutanının, bir zamanlar tatlı kârlar peşinde, işgal kuvvetleri ile al takke ver külâh olan ([?, ?], 1973: 20) bu değer yoksunu insanların etkisi altında kaldığını görünce sevinci kursağında kalır. Perde iner, kısa bir sessizlik olur. Hikâye, Karanfil'in deyişiyle bir garip encama varmıştır. "Bu oyun böyle bitmez" diye söylenen Fettah'ın tüm çabalarına rağmen Karanfil, "Çalsın sazlar, oynasın kızlar..." diyerek oyunu sonlandırır (s. 86).
- ↑ Genco Erkal vd., Abdülcanbaz, (Devlet Tiyatrosu Kütüphanesi'nden sağlanan teksir. Yer numarası: 0023 28. Çalışmada bu teksir esas alınmıştır.)