Nutuk/5. bölüm/Aldatıcı vaitler, ağır iftiralar
Efendiler, İstanbul’dan vuku bulan 19 Şubat 336 tarihli iş’ârâtta “İngiltere Devleti Hariciye Nezareti’nden Dersaadet’teki mümessil-i siyasîliğine sebk eden ve mümessil-i siyasîlik tarafından da resmen hükümete vâki olan tebligat-ı şifahiyede, Pâyitaht-ı Saltanat’ın Devlet-i Osmaniye’de bırakıldığı bildirilmiş ve fakat bununla beraber Ermeni kıtâliyle, Yunanlılar da dahil olduğu halde, Mütelifîn kuvvetlerine karşı tarafımızdan yapılan harekâtın hemen ta’dîli ve aksi takdirde, şerâit-i sulhiyemizin tebeddül etmesinin muhtemel bulunduğu da ilâveten dermeyan edilmiştir” denilmekte ve bazı hususât, bilhassa “mûcib-i şikâyet en küçük hadiselere bile meydan bırakılmaması” tavsiye olunmakta idi.
Efendiler, bu şifahî vaatin mâna ve medlûlü ne olabilirdi? Yunanlıların, Fransızların ve sâirenin taht-ı işgalinde bulunan aksâm-ı memâlikten mâadâ, İstanbul’un da alınması mukarrer idi. Fakat dermeyan olunun şarta riayet olunursa, İstanbul’u almaktan sarf-ı nazar edeceğiz mi denilmek isteniyordu? Yoksa Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların işgalleri zaten muvakkattır, Düvel-i İtilâfiye yalnız İstanbul’u alacaktı, fakat teklif ettikleri şarta riayet edersek, onu da bırakacaklardır, manası mı çıkarılıyordu?
Yoksa efendiler, Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların işgalleri emr-i vâkidir, İstanbul’un işgali de mutasavverdir, fakat Yunanlıları, Fransızları, İtalyanları işgal eyledikleri mıntakalarda rahat ve emin bırakırsanız, onların işgallerini kabul eylediğinizi fiilen gösterirseniz, İstanbul’un işgal tasavvurundan vazgeçeriz mi denilmek isteniliyordu?
Veyahut efendiler, İtilâf Devletleri, Kuvâ-yı Milliye’nin işgal mıntakalarında, işgal kuvvetlerine karşı aldığı cepheleri bozdurmaya ve açtığı muharebeleri, tevessül eylediği hareketleri durdurmaya hükümet-i merkeziyenin muktedir olamayacağını yakînen anladıklarından, Yunanlılar da dahil olmak üzere İtilâf Devletleri’ne tecavüz men’edilememiş ve hadd-i zâtinde mevcut olmayan Ermeni kıtâline nihayet verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul’u da mı işgal eylemek kasdında idiler?!
Vakayi-i âtiye, bu son tahminin doğru olduğunu göstermiştir zannederim. Fakat hükümet-i merkeziyenin, İngiliz mümessilliğinin teklifinden, böyle bir mâna çıkarmaya yanaşmamış, bilakis ümide düşmüş olduğu görülüyordu.
Efendiler, vuku bulmuş olan teklifin ne derece nâ-be-mahâll olduğuna dair bir fikir verebilmek için biz de o günlere ait bazı vaziyetleri hatırlayalım. Şüphe edilmemek lâzımdı ki Ermeni kıtâli hakkındaki beyânât, mâ-vakaa mutabık değildi. Bilakis cenup menâtıkında, ecnebi kuvvetleri tarafındanteslîh edilen Ermeniler, mazhar oldukları himayeden cür’et alarak bulundukları mahallerdeki İslâmlara tasallut etmekte idiler. İntikam fikriyle her tarafta bî-rahmâne bir surette katl ve imhâ siyasetine sâik olmakta idiler. Maraş hadise-i fecîası, bu sebepten zuhûr etmişti. Ecnebi kuvvetleriyle birleşen Ermeniler, top ve mitralyözlerle Maraş gibi kadîm bir İslâm beldesini hâk ile yeksan eylemişlerdi. Binlerce âciz ve mâsum valide ve çocukları kahr ü imhâ eylemişlerdi. Tarihte emsali nâ-mesbûk olan bu vahşetin fâili Ermenilerdi. Müslümanlar ancak muhafaza-i namus ve hayat kaydıyla mukavemet ve müdafaada bulunmuşlardı. Yirmi gün devam eden Maraş katliâmında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu hadise hakkında İstanbul’daki mümessillerine çektikleri telgraf, facia müsebbiblerini gayr-i kabil-i tekzîb bir surette tayin etmekte idi.
Adana dahilindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar teslîh edilen Ermenilerin süngüleri tehdidi altında, her dakika katliâma ma’rûz bulunuyorlardı. Hayat ve istiklâlinin muhafazasından başka bir şey istemeyen İslâmlara karşı tatbik edilen bu zulüm ve imhâ siyaseti, beşeriyet-i mütemeddinenin nazar-ı dikkat ve insâfını câlib mahiyette iken aksinin vâki olduğunu iddia ve ondan sarf-ı nazar edilmesi teklifi, nasıl ciddî kabul olunabilirdi?
İzmir ve Aydın havalisinde vaziyet buna mümâsil ve belki daha fecî değil miydi? Yunanlılar her gün kuvvet ve vesâitini tezyîd ve taarruz hazırlıklarını ikmâl ediyordu. Bir taraftan da mıntaka mıntaka tecavüzden geri durmuyordu. O günlerde İzmir’e yeniden bir piyade alayı ile teçhizâtı tam bir süvari alayı ve yirmi dört adet yük otomobiliyle külliyetli nakliye arabası ve altı adet top ve birçok mühimmât çıkarıldığı ve cephelere küllî miktarda cephane sevk edilmekte olduğu anlaşılmıştı. Hakikat şu idi ki milletimiz bilâ-sebeb hiçbir yerde, hiçbir unsur-ı ecnebîye mütecâviz değildi.
Binâenaleyh Efendiler, vatanımızın aksâm-ı meşgûlesinden düşmanların çekildiklerini görmeden veya hiç olmazsa çekileceklerine kanaat-i tâmme hâsıl olmadan, mevâîd-i kâzibeye lüzumundan ziyade atf-ı ehemmiyet olunmak kâr-ı âkıl mı idi? Tâli’-i memleketin yegâne nokta-i istinâdı kalmış bulunan Kuvâ-yı Milliye’yi dağıtmaya ma’tûf, bu gibi teklifat ve teşebbüsâtı anlamakta müşkilât var mı idi? Âtinin meşkûkiyet ve mübhemiyeti içinde hemen dava-yı millîden feragat câiz mi idi? Yalnız İstanbul’un değil, Boğazların, İzmir’in, Adana havalisinin, hulâsa hudûd-ı milliyemiz dahilinde bi’l-cümle aksâm-ı vatanın hâkimiyetimiz dahilinde ibkası gaye-i milliyemiz değil mi idi? Buna nazaran, yalnız İstanbul’un, Osmanlı Devleti’ne terk olunacağı vaati karşısında, Osmanlı Devleti’nin Sadrazamı Ali Rıza Paşa memnun olsa da Türk milletinin memnun olacağı ve bununla iktifâ ederek ihtiyâr-ı sükût ve atâlet eyleyeceği nasıl farz olunabilirdi? Vahdeddin’in Sadrazamı, Kuvâ-yı Milliye’yi dağıtmaya ma’tûf bütün bu teşebbüsâtın mes’ûliyet-i tarihiyesini, nazar-ı teemmüle almak istemiyor mu idi?
Efendiler, ecnebi teklifi ve onu tatbike kalkışan hükümetin arzu ve emrinin, milletçe ve Kuvâ-yı Milliye’ce mutâ’ olamayacağı tabii idi.