İçeriğe atla

Nutuk/13. bölüm/Birinci Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa'nın ihdas ettiği vaziyetler

Vikikaynak, özgür kütüphane

Burada, bi’l-münâsebe bir noktayı kaydetmeliyim. Ordularımızdan birinin, İkinci Ordu’nun Kumandanı elyevm Şûrâ-yı Askerî azasından Şevki Paşa Hazretleri idi. Birinci Ordu’muzun kumandasını Malta’dan gelmiş olan İhsan Paşa’ya vermiş idik. İhsan Paşa’nın, kendisini Divan-ı Harp’e kadar îsâl eden nâ-becâ ef’âl ve harekâtından dolayı Ordu Kumandanlığı’ndan uzaklaştırılması lâzım geldi. Fi’l-hakika, Ali İhsan Paşa, ordunun inzibatını ve idâre-i umumiyesini çıkmaz bir yola düşürecek surette bir hatt-ı hareket takip etti. Meselâ, ordusunda mâdûn kumandanları, mâfevk kumandanlara itaatsizliğe sevk edecek vaziyetler ihdâs etti.

Meselâ, ambarlarının mevcudunu, günlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek, umumî iaşe buhranı hüküm-ferma olduğu bir sırada ansızın ambarlarının mevcudu kalmadığını ve açlık tehlikesi bulunduğunu bildirdi.

Mâdûn kumandanların itaatsizlik ve vazifesizliğini tervîc ve teşvik sistemine dahil olarak, ordunun itaat ve hiss-i vazifesiyle oynayacak kadar entrikaya müstait olduğu kanaatini hâsıl ettirdi.

Ali İhsan Paşa’nın mahsûs olan evsâf-ı fârikasından başlıcaları şunlardı:

En küçük kademeye kadar bütün ordusuna, ehemmiyetli ehemmiyetsiz her işin ve her kararın ancak kendi tarafından verilebileceğini telkin ederek, bütün ordusunda, yalnız kendisinin sahib-i kudret olduğunu zannettirmek. Büyüklerine mütefevvik olduğunu herkese isbât etmek endişesinde bulunmak.

Büyüklerinin gerek resmî iş ve gerek hususî hatt-ı hareket nokta-i nazarından itibarlarının düşkün olmasını araştırmak. Muharebe nokta-i nazarından tedbirde isabet ve asapta kuvvet cihetiyle kendisini tecrübeye fırsat bulunmamış olmakla beraber bu hususta anlaşılan karakteri şu idi: Herhangi bir adem-i muvaffakiyeti behemehâl mâdûnuna veya mâfevkine yüklemek imkânını daima düşünmesi. İhsan Paşa, rıfk u nezaketle muameleden daha ziyade sert ve resmî muamele ile istihdam olunmayı lüzumlu gösterir.

Ali İhsan Paşa’nın tâbiat ve ahlâkı hakkında Erkân-ı Harbiye Reisi olup istifaya mecburiyet hisseden Kaymakam Halit Bey’in (bi’l-âhire Kastamonu Mebusu olmuştur) Garp Cephesi Kumandanlığı’na verdiği 20 Kânunusani 338 tarihli resmî bir raporunun bazı fıkralarını aynen arz edeceğim. Halit Bey, Harb-i Umumî’de, Irak’ta da Ali İhsan Paşa ile beraber bulunmuştu. Bahsettiğim raporda şu cümleler vardır:

...................................................................................................

Kumandanım Ali İhsan Paşa Hazretlerinin geldiği günden beri mâdûn kumandanların izzet-i nefsini ve şevk-i vazifesini kıracak muameleler yapması ve cereyân eden muhhaberâttan müstebân buyurulmuş olacağı vechile cepheye karşı mâdûna hissettirecek derecede gayr-i makul bir muhabere kapısı açması, benlik kokusu hissedilen mütâlaa yarışına girişmesi, kâinatın takdir ve hürmet ettiği cephe karargâhının nüfûzunu azaltmak istediğini işrâb eder bir hatt-ı hareket takip etmesi, beni cidden düşündürdü ve müteessir etti. Muâmelâtını imkân nisbetinde ta’dîle çalıştım. Fakat yine büyük bir fark göremedim.

..............................................................................................

Ahlâkında mündemiç teferrüd dâiyesi, hırs-ı şöhret, fart-ı haset, son derece bir hôdbinlik sâik asıyla baş olmak istediği, muâmelâtından ve mâdûn kumandanlar yanında nifak-cûyâne sözlerinden istidlâl olunuyordu. 11. Fırka Kumandanı... istifamı işittikten sonra bana mahremâne şifahen [Ali İhsan Paşa’nın Malta’da iken halâsı için Ferit Paşa’ya mektuplar yazdığını ve alenen İngiliz mandasını kabul için saatlerce kendi muvacehesinde beyânâtta ve münakaşalarda bulunduğunu] söyledi. Bu ifadeyi hatt-ı hareketine nazaran câlib-i nazar buldum... Mâdûndan gelen bazı evrakı cepheye, cepheden geleni mâdûna aynen tebliğ ederek itimâd-ı mütekabil hislerini rahnedar etmek tarz-ı hareketi de ayrıca calib-i nazardır. Meselâ, Şeyhelvan Dağı’nın zıyâı hakkındaki muhhaberâtın aynen Beşinci Kolordu’ya ve Beşinci Kolordu’dan yazılan bazı raporların aynen cepheye yazılması gibi, buna rağmen mezkûr hadisenin mes’ûliyetini, Beşinci Kolordu Kumandanı’na tahmil etmesi ve müşarünileyhten cepheye şikâyette bulunması şîme-i âmiriyetle kabil-i telif değildir. Tevhîd-i Efkâr gazetesinde neşrettirdiği menakıbı meyânında mütareke tarihinden bir gün evvel Musul cenubunda Şarkata’da esir olan Dicle Grubu’nun sebeb-i esaretini de yalnız o zaman Grup Kumandanı olan (Şimdi Şark Cephesi’nde Fırka Kumandanı imiş) Kaymakam İsmail Hakkı Bey’e atfetmesi de bu karakterine dâlldir. Dicle Grubu, (7, 9, 43, 18, 22. Alaylarla Avcı Alayı’ndan) mürekkebti. Bunlardan başka, ayrıca Beşinci Fırka’dan 13 ve 14. Alaylar da lokma lokma esir verildi. Mütarekeden bir gün evvel, 13.000 kişinin esir verilmesi, 50 kadar topun zıyâı, hakikatte kendisinin hal ve vaziyete muvâfık olmayarak verdiği bir emirden münbaistir. İşte bu hal, Musul vilâyetinin ziyaını intâc etti. Halbuki mütareke olacağı ma’lûm idi. Gruba Keyare mevziine çekilmek için direktif verilseydi, İngilizler grubu esir değil, mağlûp bile edemezdi. Beşinci Fırka da iltihak edebilirdi. Mütareke olduğu zaman esir olan sekiz piyade alayı elde bulunur ve Musul da bizde kalırdı. Fakat sefil bir düşünce, mantığa galebe çalmıştır.

Menakıbında, Dicle boyundaki bütün muvaffakıyât ve Townshend’in esareti şerefi, nefsine hasredilmiştir.......... Her muvaffakiyeti nefsine hasrederek neşriyattan maksadı, efkâr-ı umumiyeyi iğfal suretiyle şöhret ve mevki temîn eylemektir. Meşahirin menakıbını neşretmek, millette tefahur hislerini idâme eder ve lâzımdır. Fakat tarihin mes’ûl edeceği zevâtın harekâtını mefâhir meyânında zikretmek, tarihi lekeler ve ahfâdı yanlış kanaatlere sevk eder.

General Marshall’ın [yarın zevâle kadar Musul’u terk ediniz, aksi halde esir-i harpsiniz] emrini aldığı zaman o müteazzım Paşa Hazretleri Sincar Çölü’nü geçerek Nusaybin’e gitmek için General Marshall’dan bir tezkire-i resmiye ile muhafız olarak iki zırhlı otomobil istedi ve bunların himayesinde Âşir Bey’le (Elyevm Müdafaa-i Milliye Vekâleti Müsteşar Muâvini Âşir Paşa’dır) beni Musul’da bırakarak Nusaybin’e gitti. Aşâir nezdinde hükümetin nüfûz-ı manevîsini de kırdı ve bu hali görenlerin vicdanı sızladı. Muhafızsız Zaho tarîkiyle gidebilirdi veyahut süvari alarak çölden gidebilirdi. Halep’te İngiliz Generali’nden şahsı için tren-i mahsus istedi ve yolda hakarete ma’rûz olmaması için trene muhafız vaz’ edilmesini talep etmeyi de unutmadı. Icâbında hayatının ve rahatının muhafazası için şeref-i millîyi unutan Paşa Hazretlerinin, ahlâkına misâl olmak üzere bâlâdaki vakayii zikrettim. ....... Sâbık kumandanıma hoş görünmedim. Çünkü hırsını tatmîn etmedim ve meddahlığında bulunmadım. ....... Millet, Millî Ordu’yu teşkil eden ve zaferler kazanan büyük kumandanlar gibi necîb ruhlu, hüsn-i niyet sahibi rehberlere, kumandanlara muhtaçtır. Orduda ittihâdın ve ahengin bozulmasına, şevk-i vazifenin tenakusuna hâdim olanlar, dâhi de olsalar, muzır birer şahsiyettirler. Ben, çekilen emekleri bildiğim .......... girişilen mücahedede muvaffakiyeti arzu ettiğim için –namusuma ve mukaddesâtıma kasemen garaz ve ivaz tahtında olmayarak– bu ma’rûzâta cür’et ettim. İran’da, Kafkasya’da uzun müddet yaverliğini yapan (şimdi Birinci Ordu Harekât Şubesi Müdürü) Binbaşı Cemil Bey, son günlerde bana (İyi ki Ali İhsan Paşa Harekât-ı Millîye’nin bidayetinde Anadolu’da bulunmadı. Malta’da bulunduğu iyi oldu. Aksi halde mutlak aykırı bir hareket takip ederdi) dedi.

Karakterini pek iyi bilen Cemil Bey, pek doğru söylemiştir... Cenâb-ı Hak’tan “Mâr-ı sermâdîdeye Rabbim güneş göstermesin” temenniyâtında bulunurum.

Efendiler, Ali İhsan Paşa, Meclis’teki muhâlif grup rüesâsıyla da irtibat ve muhaberâtta bulunuyordu. Kendisinin kumandanlığına nihayet verilerek hakkında muamele-i kanuniyeye devam edilmek üzere Müdafaa-i Milliye Vekâleti emrine verilmesini tensîb ettiğim 18 Haziran 38 gününün ferdasında, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi Reis-i Sanisi bulunan Rauf Bey’den İhsan Paşa ile alâkayı gösterir makine başında bir şifre telgraf almıştım. Bi’l-münâsebe arz etmiştim. Bu tarihlerde Adapazarı, İzmit istikametinde seyahatte bulunuyordum. Rauf Bey, telgrafında diyordu ki:

“Birinci Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa’nın azledilerek Divan-ı Harp’e tevdî edilmek üzere Konya’ya sevk olunduğuna dair Meclis muhîtinde mûcib-i kîl ü kal olan bir rivayet vardır....”

Efendiler, bir kumandanın azil ve naspı veya Divan-ı Harp’e tevdîi muamelesinin vukuundan bir gün geçmeden Meclis’çe kîl ü kal olabilecek bir rivayet teşkil etmesi ve Meclis Reisi Sanisi’nin bunu benden istîzâha lüzum görecek kadar alâkadar olması calib-i dikkat değil midir? Rauf Bey’e tarafımdan icap eden cevap verildi. Birinci Ordu Kumandanlığı bir müddet vekâletle idâre olundu. Fakat asaleten bir zatın tayini lâzımdı. Moskova Sefareti’nden avdet etmiş olan Fuat Paşa’nın Birinci Ordu Kumandanlığı’nı kabul edip etmeyeceği hakkında nokta-i nazarını istimzâc ettim. Anladım ki cephe kumandanlığı yapmış olduğundan cephe kumandanı emrine girmeye mütemayil değildir. Müdafaa-i Milliye Vekili bulunan Kâzım Paşa vasıtasıyla Birinci Ordu Kumandanlığı’nı, Refet Paşa’ya teklif ettirdim. Kabul etmemiş. Nihayet o tarihlerde bilâ-kayd ü şart cephe emrine girerek ifa-yı vazife edeceğini söyleyen, açıkta Nurettin Paşa’yı Birinci Ordu Kumandanlığı’na tayin ettik.