Nutuk/11. bölüm/Kâzım Karabekir Paşa devlet şeklinin tarihî tebeddülâtı teşebbüslerinde ricâl-i askeriye ve mülkiyenin lâzımı gibi mütâlaat alınmalıdır diyor

Vikikaynak, özgür kütüphane

Kâzım Karabekir Paşa’nın bu ma’lumâtı veren 11 Temmuz 37 tarihli şifre telgrafında, Kâzım Paşa da dermeyan eylediği mütâlaat meyânında diyordu ki: “şekl-i hükümete ait esâsâtı, Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilen Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun tespit etmiş olduğu görülüyor. Halbuki bendeniz, bu kanun muhteviyâtının nihayet bir fırka programı halinde kalmasını, kabiliyet-i ameliyesinde zuhûrunu tahmin ettiğim müşkilâta karşı, daha faydalı buluyorum. Bu fikrimi yakînen nüfûz edebildiğim mıntıkam efkâr ve hissiyâtına göre mücmelen izah etmek isterim. Meclis’te Teşkilât-ı Esasiye Kanunu tarafdârlığıyla teşekkül eden gruba dahil olan ekser zevât, yeni bir inkılâb-ı idarîde memleket mukadderâtına âmil olmak hevesinde görünenlerdir. Halk arasında, ancak bir hizb-i kalîl yeni teşkilât fikirlerini tervîc eder. Mebusların Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na tarafdârlıkları, ancak fikr-i zâtîleri olabilir. Devlet şeklinin bu azîm ve tarihî tebeddülâtı teşebbüslerinde, memleket mukadderât-ı hayatiyesinde, mes’ûl ve müşterek olan ricâl-i askeriye ve mülkiyeden ve Müdafaa-i Hukuk merkezlerinden lâzımı gibi mütâlaat alınması ve fevkalâde bir mecliste tetkikini müteakib keyfiyetin bir karara raptolunması lâzımdır kanaatindeyim.”

Efendiler, kat’î zaferden sonra da İkinci Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet’i ilân ettiği zaman dahi, Kâzım Karabekir Paşa İstanbul gazetecilerine beyânâtında, öteden beri gelen hissiyât ve şikâyâtını “Cumhuriyet ilânını bize sormadılar” suretinde hulâsa etmekte idi.

Kâzım Karabekir Paşa, mütâlaatıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, millet tarafından fevkalâde salâhiyetlerle mezun kılınan azadan mürekkeb fevkalâde bir meclis olduğunu unutmuş gibi görünüyor. Böyle bir meclisin vaz’ ettiği kanuna, hem de Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na, muârız bulunduğunu ima ediyor. Daha garibi, teşkilât-ı devletin tebeddülünde müessir olacak kararlar alabilmek için, ricâl-i askeriye ve mülkiyenin ve Müdafaa-i Hukuk merkezlerinin mütâlaaları alınmak lüzumuna kani bulunduğunu söylüyor.

Kâzım Karabekir Paşa, benim Müdafaa-i Hukuk Grubu’yla alâkama da itiraz ederek “bendeniz zât-ı samilerinin bu kabil siyasî fırkalara ... iştirakten berî kalmasına bilhassa tarafdârım.” dedikten sonra benim, bî-taraf bir vaziyet muhafaza eylememi tavsiye ediyor.

Kâzım Karabekir Paşa’nın bu telgrafına, 20 Temmuz 37’de cevap verdim. Biraz uzunca olan bu cevâbın bazı hususâtı tenvîre medâr olacak noktalarını zikretmekle iktifâ edeceğim. Cevâbımda demiştim ki: “Müdafaa-i Hukuk Grubu, memleketin tam istiklâlini temîn gibi kısa ve kat’î bir gaye ile vücuda gelmiştir. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun tatbiki ciheti de gayesi dahilindedir. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, bütün fürûât-ı idariyeyi ve Türkiye hükümetinin vaz’-ı hukukîsini ihtivâ eden mufassal ve tam bir kanun olmayıp, memleketin teşkilât-ı mülkiye ve idariyesinde icâbat-ı zamanın istilzam eylediği halkçılık esasını ifade eden bir düstûrdan ibarettir. Bu kanunda, cumhuriyeti ifade eden bir şey yoktur. Raif Efendi’nin saltanat şeklinin cumhuriyetçiliğe kalbi mahsûs olduğu hakkındaki fikri vehimdir.”

Idâre-i merkeziyenin tevdî edildiği zevât arasında, şahsiyetleri ve ef’âl-i sâbıkalarıyla müstahakk-ı tenkit olanların bulunduğu hakkındaki iddia ise daha müsbet bir ifade ile muhtac-ı tevsîk bir mahiyettedir. Her işi, bütün secâyâ-yı idariye ve fazâil-i şahsiye ile mükemmelen yetişmiş adamlara tevdî etmek, pek kıymetli ve tatlı bir temenni olmakla beraber, muhîtimiz için değil, hatta dünyanın en ileri gitmiş milletleri için bile her mahfil, her mıntıka, her sahib-i meslek tarafından şâyân-ı hürmet addedilecek bu kadar çok adam bulmak gayr-i kabildir. Mevhum ve gayr-i müsbet efkâr ve müddeayât ile memleketin mâ-bihi’l-istinâdı olacak yegâne kuvvet ve teşkilâtı, dûçâr-ı zaaf edecek tedâbîre tevessül etmek, eğer cahilâne bir cinnet değilse, her halde bir hıyanet olarak telâkki edilmelidir. Malûm-ı devletleridir ki ilerlemek yolunda vuku bulacak her mühim teşebbüsün, kendine göre mühim mahzurları vardır. Bu mahzurların hadd-i asgarîye indirilmesi için tedâbîr ve teşebbüsâtta kusur etmemek lâzımdır.”

Bundan sonra Efendiler; Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yapılırken, ricâl-i mülkiye ve askeriyeden ve Müdafaa-i Hukuk manzumesinden rey almak hususundaki fikrimi şöyle izah ettim: “Malûm-ı devletleri olduğu üzere bir hükümet şeklinde yaşıyoruz ve onun bütün mefhûmlarına tebaiyet mecburiyetindeyiz. Kanunun Meclis encümenlerinden sonra heyet-i umumiyede geçen münakaşatında tebellür edecek şekil üzerine, uzaktan telâkki edilecek efkâr ile icra-yı tesire imkân olmadığı elbette teslim buyurulur”.

Kâzım Karabekir Paşa, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun yapılmasındaki isticalin ve bunun tatbikindeki müşkilâtın ve hilâfet ve saltanat meselesi hakkındaki nokta-i nazarın izahını da talep etmişti. Bu noktalara ait cevaplarımda demiştim ki: “Teşkilât Kanunu’nun yapılmasında istical telâkki buyurulan tarz-ı hareketin hikmeti, bütün dünyada ve memleketimizde mahsûs olan halkçılık cereyânını, esaslı bir şekil üzerinde tespit ile bu mevzuda başka ihtilâtâta mahal vermemek ve aynı zamanda asırlardan beri mütemâdiyen nâ-ehiller elinde su-i istimal edilen hukuk-ı milliyeyi sıyânet için, bu hukukun sahib-i aslîsi olan millete de hakk-ı kelâm bahşeylemek ve bu yüksek fikrin inkişafı için şerâit-i hâzıra-i fevkalâdeden istifade eylemektir. Kanunun cihet-i tatbikiyesindeki imkânın derecesini ölçmek için de bu işle iştigale fırsat bulacakların azim ve kabiliyet-i iradiyesini mevzu-i bahis eylemek lâzım gelir.

Hilâfet ve saltanat meselesi, bir mesele-i esasiye olarak mevcut değildir. Mevzu-i bahis olan mesele, hükümdarın hukuku olup onun tayin ve tahdîdi için son birkaç asrın tecâribi ve devlet mefhûmundaki millet hukukunun mana-yı hakîkisi âmil olmalıdır. Bu esas üzerinde henüz tespit edilmiş kat’î bir düstûrumuz yoktur.”

Kâzım Karabekir Paşa’nın, grup reisi olmayıp bî-taraf kalmaklığım hususundaki teklifine de verdiğim cevapta, şu mütâlaatı serd etmiştim: “Meclis-i Mebusan mahiyetinde bir meclisin reisi bulunmuyorum. Böyle dahi olsa bir fırkaya mensubiyet tabiidir. Halbuki Büyük Millet Meclisi’nin salâhiyet-i icraiyesi de bulunduğundan nev’ân-mâ hükümet mahiyetindeki bir meclisin reisi bulunmaktayım. İcraî bir reis için bir ekseriyet fırkasının mensubu bulunmak elzemdir. Buna nazaran mufassal bir programla ortaya atılmış siyasî bir fırkanın da reisi olabilirim. Bütün hüviyetimle karışmış bulunduğum cemiyetten ayrılmaklığıma imkân olmadığı gibi o cemiyetin mevlûdu olan grup dahilinde bulunmaklığım da zarurîdir. Esasen grup, hemen Meclis heyet-i umumiyesine yakın bir ekseriyet-i azimeyi ihtivâ etmektedir. Hariçte kalanlar Erzurum Mebuslarından Celâlettin Arif Bey ve Hüseyin Avni Efendi ile birkaç emsalinden ve tavr ü hareketlerinde serbest kalmak isteyen bir kısım zevâttan ibarettir...”