Sayfa:The Transcultural Critic Sabahattin Ali and Beyond.pdf/121

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmiş
Mufassal Cermenistân Seyâhatnâmesi
115
 

raksân ise de ba’zen kemâl-i kereminden taht es-sıfır beşe, altıya çıktığı da vâki’dir. Biz ise bu havalarda dahi mektebimizin râh-ı bürûdet iktinâhına kendimizi terk eyleyerek tahsîl-i ilm içün ferâgat-i nefsin mertebe-i kusvâsına varmaktayız.

Hayât-ı pür ıztırâbımız hayli yeknasak mürûr eylemekte ise de ara sıra değişiklikler olup bunların en mühimmi ‘Weihnacht’ dedikleri Noel yortusu ile yılbaşı idi. Yılbaşı gecesini burada hikâyye eyleyerek bu seyâhatnâmeye de nihâyet verelim.

Vukunât-ı leyle-i sene-i cedîde

Ol gece bir mes’ele-i mühimmeyi müzâkere içün Berlin’e, sefâret cânibine revân olmuştum. Sâ’at zevâli dokuz raddelerinde oradan çıkup Potsdam’a avdet eylemekte idim ki bilcümle kahvehânelerin, harâbâtların haddinden fazla memlû olduğunu görüp tahayyür eylerdim. İstasyonda bir âşinâya sorup: “Nısf ül-leylde vâkı’ olacak sene-i cedîde â’id hazırlıktır,” cevabını alınca zinhâr böyle işlerle alâkam olmadığından kemâl-i isti’câl ile kariyye-i Potsdam’a avdet eyledim. Lâkin, medîne-i Berlin ile kariyye-i Potsdam arasındaki mesafe vâfir mıkdarda uzun olduğundan tam Çârşû-yı Potsdam’da, kemâl-i te’eddüble hâneme revân olurken bilcümle deyr ü kenâ’is-i Küffârın nâkuusları velvele-endâz olmağa başladı. Ammâ ne velvele!.. ta’rîfi kalem ile edilmez, bir adet ‘Sahibinin sesi’ gramofon lâzımdır. Bu çanların akabinde mesâkin, ticaretgâh makûlesi yerlerin cümlesinin bâbları küşâde edilüp Kasaba-i kebîrenin zükûr u nisâ bütün tâ’fesi nîm-üryân, eşkâl-i garîbede, mest-i şarâb olarak hurûc eyledi. Âciz de, âdâb-i Frenge kesb-i vukûf ile tezyîd-i ma’lûmat eylemek ârzûy-i ulvîsiyle bu gürûha iltihâk eyleyüp esvâak-ı bî-nihâyede geşt ü güzâra mübâşeret eyledim. Ammâ bir manzara idi ki Yevm-i Kıyâmet misâl… Ve lâkin bir duhterler dolaşur idi ki insan bu manzara-i Kıyâmeti Cennet zann eylemekten kendini men’ eyleyemez… Havâî fişenkler, mâhtâblar, gûnâ-gûn el’âb-ı nâriyye semâ’yı berf-efşânda halezûnlar resm eyleyüp zemîne, karlara sukuut eylemekte, orada da bir müddet yanarak civârında dolaşan kesânı kırmızı, yeşil renklerde gösterüp pür hayâl bir âlem-i dîger manzarası vermekte idiler.

Asîl ül-â’ile oldukları vaz u etvârlarından, kisve-i kibârânelerinden, çehre-i melîhlerinden ayân olan duhterân-ı belde dahi mest ü bî-hûş, pür-kahkaha, üryân kollarını âheste âheste rizân olan kara verüp dolaşmakta idiler. Şehir delikanlıları, bunları, her karşılaştıkça sene-i cedîde şerefine, feryâdlarına bakmayarak birer kerre bûs eyleyüp bırakurlardı. Ammâ onlar şiddet-i mestîden pek farkına varmazlar, lerzân bacaklariyle bir az sonra diğer birinin âğûşuna düşerlerdi. Ba’zıları fazla feryâd eyledikleri zaman ortalıkta dolaşan polisler sükût eylemesini emr eyleyüp o, kendisini yakalayan ferzendlerden şikâyet edecek oldukça arkalarını çevirirlerdi.

Bu manzara hamiyyet-i islâmiyyeme dokunup bu duhterlerin vech-i dilberleri gibi kalblerini de pâk, münevver eylemek, hikmet-i islâmiyye, fazâ’il-i ahlâkıyye ile memlû kılmak isteyüp irşâda muvâfık kimesne taharrî eylemekte idim ki cânib-i yesârımda andelîb misâl bir sedânın “sene-i cedîde mübârek ola!” me’âlinde bir cümle sarf ettiğini gûş eyledim. Dönüp baktığımda kehrübâ misâl kumral saçları,