Sayfa:The Transcultural Critic Sabahattin Ali and Beyond.pdf/119

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmiş
Mufassal Cermenistân Seyâhatnâmesi
113
 

ihtiyâr dümû-i te'essür rizân oldu. Hele Yenikapu'yu geçüp Langa Bostanlarına gelindikte -karanlıkta görünmezdi, lâkin ben hissederdim- girye-i hicrânımız füzûn olarak ehibbâ dest-i i'ânetinde vagonumuza irsâl edildik. Eşk-i te'essürün isâlesinin bî-fâ'ide olduğu hâtıra hutûr etmekle sükûnetle kaderimize tahammüle karar verdik. Bir mıkdâr uyumak bâ'is-i teskin olur deyü uzanmak arzu edildikte rüfekaa-yı kirâm mani' olmağıla - çünkü kendilerine yer kalmıyordu- oturduğumuz yerde acıbâdem kestirmeğe başladık. "Şekerleme kestirmek' ta'biri burada münasebet almazdı. Tatvîl-i kelâm fâ'ideyi hâvi değildir, hulâsa ertesi gün Edirne'yi geçüp Bulgar hududuna gelinceye kadar uykusuzluktan ve soğuktan meflûc bir hâlde kanepelerde kaldım. Ancak Bulgar istasyonlarında Bulgar lokomotifleri geldikten sonra vagonumuza kalorifer dedikleri -bize grö nev'îcâd buralara göre atîk- soba bozması ilsâk edilüp bir mıkdar tesahhum mümkin oldu.

Bulgar memâliki bizim arâzîden farksız olup bir vakıtlar yedimizde olduğu hâlâ izâle edilemiyen âsâr-ı tahrîbden belli idi. Zâten Bulgarlar dahi kabalıkta pek bizden aşağı olmayup yalnız dolap beygiri biri çalışmaları fazladır.

Tiren ilerüledikte Filibe ve saire gibi bir vakıtlar Müslimân ile nemlû olan kebîr şehirler Devlet-i kadime-i Osmâniyyeyi yâd-ı tahassürümüze getirmekte idi. Ahşam üzeri Sofya'ya muvasalat olunup şehir, berâ-yi müşâhede devrân edildikte cümlemiz engüşt ber-dehân-ı hayret olduk. Üç buçuk günlük Bulgar Devletinin gayr-ı mevcûd olan mefâhir-i milliyesi içün rekz eylediği âbidât bilhassa hayretimizi dübâlâ eylerdi. Bu âbidâtın en küçüğü, en zevksizi bizim memlekette rekz edilen âbidâttan kat be-kat lâtif ve heybetlü idi.


Ertesi gün sabahleyin Belgrad şehr-i mu'azzamı göründü. Lâkin bu gecenin ufak bir vak'ası vardır ki hikâyeti münâsibdir. Uykusuzluk gayrı tâ cânımıza tâk etmekle bî-ihtiyâr olduğumuz yerde sallanur, rüfekânın mûcib-i istihzâsı olurduk. Nâgihân zihn-i hakîrânemize bir fikir hutûr eylemekle fevkımızdaki 'porte-bagage'dan bütün bavulları zemîne ilkâ' ederek ol mahalle çıkup bir hâb-ı asûdeye kavuştuk. Tam hâb-ı lâtîfin evâtısında, rü'yâyı sânînin mebâdisinde idim ki, 'portbagaj' istî'ab eylemediği içün, aşağıya doğru sallanan sağ bacağım, emme basma tulumba kolu gibi inüp çıkmağa başladı. Bir hayli müddet mürûrunda gözümü açup doğrulduğumda Sırbiyyeli bir tiren me'mûru olup aşağı inmemi ihtâr eylemekte bulunduğunu gördüm. Kendüsini tersleyüp tekrar yattım ise de ol bî-ebed hâlâ bilmediğim bir lisana söylenür dururdu. En nihayet "bilyet, bilyet!" diye bağırınca zımbalayacak zanniyle biletimi verdim. Lâkin o cebine attığı gibi yürüdü, gitti. Âcizin yüreğini bir evhâm istilâ edüp: "Vay! Bu adam bizim bileti vermezse ne eylerim?" deyü kemâl-i telâş ile doğrulup uyku çeşmime harâm oldu. Hakîkaten herif bileti i'âde eylemeyüp beni tâ be-sabah arkasında gezdirdi. Sırb hududundan Macar hududuna geçerken Macar me'mûrlarına verüp onlar da kemâl-i nezâketlerinden bana i'ade eylediler.

Macar hududunda Avrupada olduğumuzu tamamiyle idrâk edüp etrafımızdaki âsâr-ı umrâna hayran olurduk. Öğleye doğru büyük Macaristan Ovasına girdik. Ta'rîf içün kalem âcizdir, şu kadar söyleyeyim ki tirenimiz en ufak bir yokuş ve inişe tesâdüf etmeden, sağa sola en küçük bir inhirâf bile yapmadan tam altı sa'at