Sayfa:Ta'lîm ve Terbiye-i Askeriyye Hakkında Nokta-i Nazarlar.pdf/6

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmiş
—7—

Çünki “terbiye-i bedeniyye-i askeriyye”, “terbiye-i hakikiyye-i askeriyye” demek değildir; ya’nî birincisiyle iktifâ’ olunamaz.

Asıl (terbiye-i hakikiyye-i askeriyye)’yi vücûdpezîr kılmak için; terbiye-i askeriyyede ilm-i ahvâl-i rûhun derece-i te’sîrât ve münâsebâtına bir zâbitin vukûf ve nüfûz hâsıl eylemesi îcâb eder.

Bir zâbit taht-ı terbiyetine verilen efrâdı ta’lîm-nâmenin usûle ve zâhire müteallik olan ta’lîmlerinde derece-i matlûbeye îsâl etsin ve hattâ esâslı bir sûretde terbiye-i bedeniyye tatbîkatı sâyesinde fennî, nazarî ve amelî tedrîsâta dahi geçerek askere san’atını öğretmiş bulunsun, acaba serî’ bir sûretde öğretilebilecek olan bu vezâif harbde kabil-i îfâ olacak mıdır? Acaba hakikaten asker, asker oldu mu?

Şübhe yok ki hayır! Çünki yalnız bu derece-i terbiyet, uzun ve meşakkatli bir yürüyüş esnâsında efrâdın yol boyunca dökülmesini, birçoklarının ta’lîl ederek seyyâr ve sâbit hasta-hânelere koşmasını, ashâb-ı rütbenin artık nezârete muktedir olmadıkları buhrânlı zamânlarda efrâdın çalılar arkasına gizlenerek geri kalmasını men’ edemez!

Bunların kâffesinden sarf-ı nazar kuvve-i mâddiyyenin imdâdına yetişecek onu idâme, ikâz-ı tezyîd edecek bir gayret-i mümtâze, bir kuvvet-i rûhiyyeye acaba lüzûm yok mudur?

Bu lüzûmu ihtimâl vakt-i sükûnetde dimağımızda tamâmıyla tecellî etdiremeyiz; çünki bu tecellî fikri ancak kanlı safhalarda, buhrânlı zamânlarda, hârik-ül-âde ahvâl ve şerâit içinde hâsıl olabilir.

Zirâ, vakt-i sükûnetde asker bilir ki yürüyüşden sonra kışlada ve-yâhûd ihzâr edilmiş bir ordu-gâhda istirâhat vardır; âmirlerinin himmeti hiçbir şeyin noksân olmamasına ma’tûfdur. Güzelce, iskân, iâşe, iksâ’ edileceğinden emîndir. Pek fenâ’ havalarda ta’lîm edilmez. Şedâid-i havâiyyeye göre efrâdın derece-i tahammülleri nazar-ı dikkate alınır. Hulâsa iktidârları hâricinde kendilerinden bir şey taleb edilmez. Fakat muhârebede büsbütün başkadır.

Orada lâ-yenkati’ ve gitdikce daha çok müşkilât içinde kuvvet sarf olunur. Güneş ne kadar yakıcı olursa olsun yağmur yâhûd kar yağsın, şiddetli fırtınalar kopsun, ne olursa olsun, asker yürümeye mecbûrdur. Böyle meşakkatli bir yürüyüşden sonra da ihtimâl pek fenâ’ bir sûretde konaklanır ve ihtimâl açıkda konulur. Erzâk ya gelir ya gelmez.

Hâl-bu-ki ertesi gün tekrâr yürünür. Çanta ezer, tüfenk ağır gelir, ayaklar şişer, bütün vücûd muztarib bir hâlde bulunur. Böyle olduğu hâlde yürümek, muhârebe etmek için aradığı düşmana mülâki olmak üzere lâ-yenkati’ kat’-ı mesâfe etmek lâzımdır.

Askerin canlı bir makine gibi bilâ tefekkür yürümesi dahi gayr-i kâfîdir.