Sayfa:TANRILARDAN PATRONLARA OTORİTENİN GELİŞİMİ.pdf/6

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmiş
Karamanoğlu, T. (2021). Alınteri Sosyal Bilimler Dergisi, 5(1): 67-80.

Bir kimsenin, herhangi bir toprak parçasını çit ile çevirip kendi tahakkümü altında tutması ve bunun diğerleri tarafından meşrulaştırılması özel mülkiyetin özetidir (Brizon, 1977: 271). Locke (2002: 116) bir arazide bir ağaç dikip bunun mahsulünü aldığında kişi sadece mahsulün değil, ağacın, hatta o arazinin de mülkiyetini alır diyerek herkese ait olan doğanın, emek sarf edilmesi ile özel bir hale gelebileceğini açıklamaya çalışmıştır. Rousseau'ya (1998: 118) göre özel mülkiyet toplumdaki bütün kötülüklerin nedenidir. Mülkiyetin doğuşu insanların birbirlerinden ayrışmasına, her alanda sınıflı bir yapının ortaya çıkmasına neden olur. Toprakta başlayan bu mülkiyet hakkı, tarımda bazı kimselerin egemenliği ve birçok kişinin mülksüzleşmesi ile üretimde artışı ve tarımda kapitalizmi doğurmuş, böylelikle sanayi kapitalizminin zemini hazırlamıştır (Wood, 2003: 155). Bu süreçte çalışma ile yaşam öyle iç içe geçmiştir ki, çalışmayı sorgulamak adeta yaşamı sorgulamak olarak nitelendirilmiştir. Çalışma olgusu kendisinden daha büyük bir olgunun, kapitalizmin habercisi haline gelmiştir (Fleming, 2017: 8-9). Kapitalist sistem içerisinde gelişen emek alım ve satımı emekçinin tükettiğinden daha fazlasını üretmesine, özel mülkiyetin ve sermaye birikiminin güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Böylelikle yeni otoriteler, patronlar ortaya çıkmıştır.

İlkel dönemde takas ile başlayan ticari faaliyetler zaman içerisinde büyük dönüşüme girmiştir. Genellikle küçük ve mekânsal olarak birbirine yakın gruplar arasında gerçekleşip mesafe arttıkça azalma eğilimi gösteren takas usulü, paranın icadı ve sanayi çağı ile beraber hem öznesi hem de nesnesi açısından anlam değiştirmiştir (Güvenç, 2015: 263). Dünyanın gördüğü en büyük kitlesel ve uzun mesafe hareketliliklerine zemin hazırlayan Sanayi Çağı, emek ve sermaye açısından da ciddi bir dönüşüme kaynaklık etmiştir (Freyer, 2018: 48). Tarihsel süreç içerisinde her dönem gücü elinde tutan bir kesim olmuştur. Bu kesim kimi zaman krallar, kimi zaman senyörler, kimi zaman ise patronlardır. Onların gücünün hedefi ise serfler, köleler, sanayi kapitalizminin ürünü olan işçi sınfıdır. Orta çağda toprağın getirdiği zenginlik ile ön plana çıkan aristokratlar yüz yıllar boyu ince ince işlenmiş sınai mülkiyet ile doğan yeni bir sınıfa, burjuva sınıfına güçlerini kaptırmıştır (Brizon, 1977: 249). Başlangıçta aristokrasiye karşı bir halk devrimi gerçekleştiren bu sınıf neredeyse yarım yüz yıl sonrasında yeni soylular olarak halk ile arasına ciddi bir mesafe koymuştur. Bu yeni soylular üretim piramidinde en üstte bulunan ve genellikle sermayeyi elinde tutan kişilerdir (Freyer, 2018: 59). Tek başlarına birçok emekçiyi üretim sürecinde tutan bu yeni sınıfın üyeleri üstlendikleri patron sıfatı ile ürünün ve emeğin sahibi olarak tarih sahnesinde de üst basamakta yerlerini almışlardır (Braverman, 2008: 84). Çalışmanın sembolik ve pratik anlamda yaşam biçimi olması ile mevcut konumlarını sağlamlaştırmış, işçi sınıfının az zamanda az ücret ile ürettikleri yoğun emeğin sahibi olmuşlardır (Fleming, 2017: 13)

OTORİTENİN TARİHSEL VE YAPISAL GELİŞİMİ

Sennett (2017: 32) otoriteyi güç ve egemenlik ışığında mevcut denetim ve statü mercilerini anlamlandırma çabası olarak tanımlamaktadır. Ona göre otorite yaşamın hemen hemen her noktasına nüfuz edebilen ancak somut bir biçimde görülemeyen bir olgudur. Kişi otoriteyi doğrudan göremeyebilir ancak varlığını çeşitli kişi, kurum ve nesneler üzerinden hissedebilir. Bu noktada Weber (2005: 38) otoriteden bahsedebilmek için gücün meşru kabul edilmesinin gerekliliğine vurgu yapıp, meşru otoritenin üç türünü tanımlamaktadır. Bunlar; yasal otorite, geleneksel otorite ve karizmatik otoritedir. Yasal otoritede bireyler otorite figürünün direktiflerini birer emir ya da kanun olarak algılama;


[72]