Sayfa:TANRILARDAN PATRONLARA OTORİTENİN GELİŞİMİ.pdf/5

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmiş
Karamanoğlu, T. (2021). Alınteri Sosyal Bilimler Dergisi, 5(1): 67-80.

yarattıkları insanlara benzerler. Onlar gibi birbirlerine hiddetlenir, intikam alır, aşık olur ve yardım ederler. Mezopotamya olarak anılan geniş bir coğrafyada Asur, Babil, Hitit ve Akad gibi medeniyetlerin var oluşuna ve yok oluşuna, insanların dualarını yerine getirmek için kendilerine kurbanlar verilmesine neden olan bu tanrılardır. Yine çağlar boyu Mezopotamya'nın üzerinde güneşi parlatanlar da bu tanrılardır (Kramer, 1972: 29).

PATRONLARIN SERÜVENİ

19. yüzyılın deneysel psikologlarından Ebbinghaus kökenini antik dönemlerden aldığı için psikoloji bilimine, geçmişi uzun ancak tarihi kısa bir bilim tanımlaması yapmaktadır (Schultz ve Schultz, 2007: 25). Bu tanımın patronların tarihi için de kullanılabileceği düşünülmektedir. Öyle ki, patronların hikâyesi de tıpkı psikoloji bilimi gibi kökeni antik dönemlere dayanan emek tarihinin başlangıcına kadar gidebilmekte ancak bunun kapsamlı bir şekilde incelenmesi daha yakın tarihlere rastlamaktadır. Dolayısıyla, patronlardan bahsedebilmek için öncelikle emekten, emekçiden ve özel mülkiyetten bahsetmek gerekmektedir. Engels (1977: 216) emeğin gelişim sürecine dair yaptığı açıklamalarını insan türünün başlangıcına dayandırmaktadır. Ona göre emeği yaratan insan değil, insanı yaratan emektir. Engels bu tezini insan türünün dik durabilme kabiliyetini kazanıp, serbest hale gelen ellerini bir yerden başka bir yere gidebilmenin ötesinde farklı işlevler için de kullanmaya başlamasından ve elleri ile emek yaratmasından hareketle öne sürmektedir. El, emeğin sadece bir aracı değil aynı zamanda bir çıktısıdır da. Braverman'a (2008: 73) göre insan emeğinin ön plana çıkabilmesi sadece eli işlevsel bir biçimde kullanışından kaynaklanmaz. İnsan emeğinin asıl handikapı evrimsel süreç içerisinde eli ile beraber gelişen ve büyüyen beynidir. Ona göre beynin büyümesi ve kortekslerdeki gelişim insanın herhangi bir eylemini daha işlevsel kılmaktadır. Canetti (2006: 215) bu durumu elin sabrı diyerek özetlemektedir. El ile ince ince işleyerek ve zihinsel süreçlerden geçirerek yapılan her eylem insanı ve emeğini ayırt edici kılmaktadır. Böylelikle insan emeği diğer herhangi bir canlının emeğinden daha ön planda olmaktadır. Sonuç olarak; dik durabilen, elini ve beynini işlevsel bir biçimde kullanabilen insan, daha uzun süre hayatta kalmaya, ürettiği emeği saklamaya, satmaya ve satın almaya başlar hale gelmiştir. Büyük bir sosyalizasyon ağının parçası olup, emeğin işlevsel kılınabilmesi için bir üretim sürecine, iş bölümüne ve takasa girmeye, böylelikle de sermaye oluşturmaya başlamıştır (Engels, 1977: 231; İlin ve Segal, 2014: 73). Zaman içerisinde emek vermeye ve emek almaya başlayan insan bu eylemini karşılıklı hale getirerek çalışma olgusunu yaratmıştır. Kişi artık hayatta kalabilmek ve yaşamından keyif alabilmek uğruna diğerleri tarafından değerli bulunan ve karşılığını ödemeye razı geleceği eylemlere atılmıştır (Bauman, 1999: 13). Antik çağlardan beri var olan bu atılım Aristo'ya göre satın alınan değil sadece satılan bir süreci ifade etmektedir. Ancak zaman içerisinde emek satın alınan bir metaya da dönüşmüştür ve emek sahibi bireylerin emekleri karşılığında ücret alabilen konumda olmaları geçtiğimiz birkaç yüz yıl öncesine kadar toplumsal yapı içerisinde silik de olsa yer bulmuştur (Braverman, 2008: 77-78). Fromm (1995: 48) orta çağda bireylerin, doğal düzen olarak benimsenen toplumsal düzen içerisinde yaptıkları işi bir meslek ediminin ötesinde topluma ait olmak, sosyal anlamda bir yer edinmek için yapma eğiliminde olduklarını ve yapmaları gereken işlerin doğumlarından itibaren belli olduğunu dile getirmektedir. Sennett (2012: 32) ise bu belirli iş sahipliğinin yerini zamanla çağın, toplumun ve bireylerin geçirdiği

dönüşümler sonucu müthiş bir belirsizliğe bıraktığını belirtmektedir.

[71]