Sayfa:Primo Türk Çocuğu.pdf/3

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmiş

içinde bir an sersem ve hissiz, ga'ib olurken Karaburun projektörünün birden zuhurı uyuşuk dimagında yeni ve beklenilmez lem'alar alevlendiriyor, onı düşünmege sevk idiyordı. bu zavallı ve mütefekkir gölge gayet muhterem bir genc, mühendis Kenan beg idi.... Ecnebî ve levanten mahfillerinde, taassub ve hayvanlık dinilen türklerden nefretiyle, türklüge bagzı medeniyetsizlige karşı olan garazıyla, avrupa mu'âşeret kaidelerindeki vukuf ve maharetiyle, nezaketiyle, şen ve şuhlıgıyla meşhurdı. Tahsilini parisde bitirmişdi. On, bir sene evvel memleketine dönünce- her parisden gelen gibi o da- dolgun bir maaşla izmire gitmiş, orada âşık oldıgı güzel bir italyan kızıyla izdivac itmişdi.

...işte bu gice ne yapacagını bilemiyordu! Kırk sekiz saatin feci' ve inanılmaz tarihi sinirlerine dokunmışdı. İki defa depodaki yalısının önüne kadar gitti. fakat içeri girmedi. tekrar arabaya atladı. döndi. lanetlerden kaçan bir hain, arkasından koşulan bir mücrim gibi karanlık sokaklarda gaib olmak istedi, dolaşdı, dolaşdı. tekrar rıhtıma çıkdı. Hırsız adımlarla deniz kenarına geldi. Uykuda Uykuda gezen bir adam tavrıyla:

-bu nasıl olur? bu nasıl olur?

diye sayıklıyor, işitdiklerinin, gördüklerinin, gazetelerde ilavelerde okuduklarının sahih olmasına akıl irdiremiyordı. Acaba bunlar bir rü'ya, bir kabusmı idi? fakat uyanıkdı. Bunı duyuyordı. Şişen kalbi gögsüni acıtıyor, rutubetli bir hararet şakaklarını yakıyor, ateşli bir sıtma insafsız ve görünmez zehirli kelepçeler gibi bileklerini sıkıyordı. Yirminci asrın orta yerinde; ferdlerin, cemiyetlerin, devletlerin ve milletlerin hakları tamamıyla te'min itmiş ümid olunurken bu korsan hücumı beklenilir miydi? Bu ne kadar şenî' bir cinayetdi....düşüncelerini daah ziyâde ilerletemiyor, beyni uyuşuyor, dizleri kesiliyor, görmek içün bir şey arıyormış gibi, karanlıklara bakıyordu.

O hiç harbi sevmezdi. "harb, hayatdır!" diyen filosofın kırmızı bir canavardan başka bir mahluk olmayacagını iddia ider, uzviyetdeki "mücadele" fiilinin ictimâ'iyatda, insanlıkdada lazım ve mecburî bulundıgını fenle, tecrübe ile gösteren darvenden nefret iderdi. hakikate dokunmayarak da'ima hayal içinde yaşayan o tenbel korkak ve hasta mütefekkirlerin müşterek şiiri, ""insaniyet" hülyâsı onun mezhebi idi. Asıllarını, menşe'ilerini, ikinci sebeplerini bilmedigi bir sürü, "fazilet" hayalindeki serabdan ma'betde, dumandan yontulmış büyük ve vücudsuz putlar gibi yükseliyor; bu ismi var cismi yok ilahların karşısında o daima ruhuyla secde iderdi. Dokuz senedir masondı.. Mefred ve muhakeme kabul itmez bir sâlikı oldugı franmasonluktan başka dünyada bir hakikat olamayacagına bütün vicdanıyla kana’at iderdi. Ne ‘an‘ane, ne mazi, ne vatan, ne kavmiyyet tanırdı. Irk ve muhit nazariyesini, ruhı ve fikri hasta bütün zavallılar gibi inkara kalkardı. Ne oldıgını vuzuh eylebilmek gibi bir gaye <fazilet ve insaniyet> fikri, mu‘ayyen ve sabit manası olmayan bu umumi ve mübhem iki kelime bütün mantıklara, bütün muakelelere , bütün fenalara bütün hakikatlere isyan iden yırtıcı ve vahşi bir din gibi, dimagını suhûra ugratmış, ruhını katl itmiş onı müteharrik ve yaşar bir ceset halinde bırakmışdı, evet o, dörtte üç bu çogı yahudi ve levanten olan sadık kardeşleri kamaradları arasında mühim bir nüfuz ve itibara malik, gayet mutassıb bir masondı! Yakında ‹ granmater › bile olacakdı! Birden:

ah....

didi sanki bu karanlıklardan çıkan görünmez bir el kalbine ateşden bir hançer saplamışdı; hem Selanikdeki italyan mason locası mensubdı... Bunı hatırlamak bütün mevcûdiyetini sarsdı. Sonra yine düşünmege başladı. Ölüyorum zan itdi. Yalnız kalbinin yanından sıcak bir zehirle doldıgını, gögsünün parçalanacak gibi acıdıgını duyuyordıı. Hâlâ ve tarihini birbirine karışarak hezeyan halinde dimagına hücûm idiyor, mechul bir agız tarafından kulaklarına fısıldanıyormuş gibi rabıtalı rasıtasız bir çok vakalar aklından geçiyor, birden ruhı, hissi, fikri, vicdanı, idrâki degişiyor, dutuşturıcı bir humma nöbeti varlıgını eritiyor:

― ah, insaniyete hidmet iden avrupalılar !...

diye söyleniyordı. Avrupalıların evvelden ehemmiyet virmedigi, hatta ba’zı pek tab’ii buldıgı hareketleri ansızın aklına geliyordı. İlk def’a fransayı hatırladı. Daima fazilete, insaniyete, hıdmet itdigini haykıran bu millet yüz senedir afrikayı kana boyayor, sahranın silahsız, saf, masum, mûnis, halûk ve asil evladlarını mitralyözlerle öldürüyor, âsûde şehirleri, sakin yuvaları, seri’ ateşli toplarla yıkıyor, hiçbir kabahati, olmayacan koca bir milleti esir yapıyor, vatanlarını, mallarını çalıyor, ırzlarını, hayatlarını, ruhlarını, zabt idiyordı. Cezayir, tunus, sahra-yı kebir, senagambi, madagaskar ve ilh. ... Son fetih itdikleri yirle. Zavallı fasla avrupadaki kendi vatanlarının yirmi mislinden ziyade bir araziye sahib olmuş bulunuyorlardı. Bu gaddar avrupanın sathı ancak on milyon kilometre murabba itdi. Halbuki afrikadaki fransız müstemlekesi on milyon üç yüz bin kilometre!.... İnsaniyet fransızlardan daha ziyade hıdmet