Sayfa:Primo Türk Çocuğu.pdf/2

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmedi

Yeni lisânla hikaye

Primo
Türk Çocugı
Muharriri: Ömer Seyfeddin

«Vatan: ne türkiyedir türklere, ne türkistan
Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: turan... »


Bu serin ve karanlık eylül gecesinin yıldızsız semâsı altında mey’us ve muztarib selânik, sanki güzdüzki nümâyişlerden, heyecanlardan, gürültülerden yorulmuş gibi, baygın ve sakin uyuyordı.

Rıhtım tenhaydı.. Olimpos palasın, kıristalin, splandit palasın, diger küçük gazinoları, lambaları çoktan sönmüşdi. Katolik kilisesinin ... ... çanı sa’at üçi vurıyor, hiddetli bir ahenkle bagzı yavaşlanarak, bagzı coşarak devam iden haris dinini karanlıklara yayılıyor, altunlı iktisad ve menfa’t rûyâları gören müsterih Yanudi mahallelerinin üzerinde dalgalanıyor, sonra tâ yukarılara, merd ve sessiz mahallesinin sık ve geniş çatılarına doğru yükseliyordu. Kenara çarpan siyah köpükli deniz, havagazlarının donuk ziyalarının uçan ölüm renginde tenevvürlerin içinde, keder ve elem sadâları çıkarak aglıyor, sanki nihâyeti görünmeyen, bu, sabahın açık ve mavi ufkunu, beyaz ve mor sisli olmayıp daglarını, o mâzi ve esâtîr vatanı yutan, yok iden muvakkat ‘ademin.. Bu siyah ve müfteris gecenin gizli kinlerini fâş itmek istiyordı... Biraz ötede, tramvay yolını ta’mir içün yıgılmış parke taşlarının ilerisinde, denize inen küçük merdivenin başında, hareketsiz ve mücessim bir gölge dimdik duruyor, önündeki korkunc karanlıgın derinliklerinde fennin bir hayat ve cesaret nurı gibi dolaşan, görünmez düşmanları arayan büyük gözini, Karaburunın projektörini seyrediyordı. O kadar dalgın idi ki....Bekcinin ikinci caddedeki yaya kaldırımına intizamsız fasılalarla inen sopasını, geç vakit yeşil masadan dönen zengin ve ecnebî kumarbazların ‘acul arabalarını duymuyor, lastik tekerlekli Landolar içinde geniş ve yüksek şapkalarının altına üşümüş gibi büzilen yarım gicelik sarhoş ‘aşklarıyla dudk dudaga öpüşerek geçen artisterin, medenî ve necib Garbın vahşi Türkiyeye bir hediyesi olan bu kibar ve mümtâz orospuların ‘arsız kahkahalarını işitmiyordı. Gûyâ bir kısmı eriyerek deniz halinde, ayaklarının dibinde fışıldayan bu keşif ‘umûmi karanlık gözlerinden ruhuna giriyor, bütün damarlarına yayılıyor, kalbine doluyor, şu’urını mübhem bir yokluga döndürüyordı. Bu yokluk