«Ne de olsa,» dedim, «Hiç tahmin edilmiyen bir ölüm!»
«Evet... Ama yeni bir şey değil... Belki on sene oluyor...»
«On sene mi? İmkânı yok...»
Kadın beni tekrar süzdükten sonra, biraz kenara çekti:
«Görüyorum ki, Maria Puder’in ölümü sizi alâkadar ediyor. Kısaca anlatayım bari.» dedi. «Siz Türkiyeye dönmek için pansiyondan ayrıldıktan iki hafta kadar sonra, biz de Herr Döppke ile beraber kalktık, Prag civarında bir çiftlik sahibi olan akrabalarımıza gittik. Orada bu Maria Puder’le annesine tesadüf ettik. Annesiyle aram pek iyi değildi, fakat orada bunun üzerinde durmadık. Maria pek zayıf ve halsizdi, Berlinde ağır bir hastalık geçirdiğini söylüyordu. Bir müddet sonra, tekrar Berline döndüler. Kız oldukça kendini toplamıştı. Biz de kalktık, kocamın asıl memleketi olan Doğu Prusya’ya gittik... Kışın Berline geldiğimiz zaman Maria Puder’in teşrinievvel başlarında öldüğünü duyduk. Tabii dargınlığı filân unuttum ve hemen annesini aradım. Pek perişandı, âdeta altmış yaşında gibi olmuştu. Halbuki o sıralarda ancak kırk beş, kırk altı yaşlarındaydı. Bize anlattığına göre, Pragdan ayrıldıktan sonra Maria kendisinde bazı değişiklikler hissetmiş, doktora gitmiş, gebe olduğu anlaşılmış. Evvelâ bundan pek memnun olmuş, fakat annesinin bütün ısrarlarına rağmen çocuğun kimden olduğunu söylememiş. Hep: «Sonra öğreneceksin!» dermiş, ve yakında yapacağı bir seyahatten bahsedermiş. Gebeliğin sonlarına doğru sıhhati bozulmağa başlamış, doktorlar doğumu tehlikeli bulmuşlar, bir hayli ilerlemiş olan vaziyete rağmen müdahale etmek istemişler, Maria çocuğa dokunulmasına asla razı olmamış, sonra birdenbire fenalaşıvermiş ve hastaneye yatmış. Galiba albümin çokmuş... Evvelce geçirdiği hastalık da vücudunu sarsmış... Doğumdan evvel birkaç kere tamamiyle kendini kaybetmiş. Doktorlar müdahale ederek çocuğu almışlar ve yaşatmışlar; buna rağmen Maria’ya nöbetler gelmekte de-