mişti... Yahut da başka türlü... Şimdi hatırlıyamıyorum tabii... On sene bu!»
«Evet... Az zaman değil... Annesi bana, kızının bir zamanlar bir Türkle ve bütün gün ondan bahsettiğini söylemişti de, acaba siz miydiniz diye merak ettim. Fakat garip değil mi, kadın kızının hayran olduğu bu Türkü bir kere bile görmemiş... O sene Praga gitmişti, Türk talebenin Berlinden ayrılmış olduğunu, orada kızından öğrenmiş!..»
İstasyona gelmiştik. Kadın trene doğru yürüdü. Ben, sözü değiştirirsek bir daha ayni mevzua dönemiyeceğimden ve asıl istediklerimi öğrenemiyeceğimden korkuyordum. Onun için, sözüne devam etmesini büyük bir alâka ile bekliyerek gözlerinin içine baktım.
Kadın, eşyasını vagona yerleştirmiş olan otel garsonunu savdıktan sonra, bana döndü:
«Neden soruyorsunuz?» dedi. «Maria’yı pek az tanıdığınızı söylüyordunuz!»
«Evet... Fakat üzerimde çok kuvvetli bir tesir bırakmış olacak... Tablosu çok hoşuma gitmişti...»
«İyi bir ressamdı!»
İçimde birdenbire beliren, fakat mahiyetini anlıyamadığım bir endişeyle sordum:
«Ressamdı mı dediniz? Şimdi değil mi?»
Kadın, etrafına bakınarak, küçük kızı aradı, onun vagona girip oturmuş olduğunu görünce, başını bana doğru eğerek:
«Tabii değil...» dedi. «Çünkü artık yaşamıyor!»
«Nasıl?»
Bu kelimenin ağzımdan bir ıslık gibi çıktığını duydum. Etrafımızdakiler dönüp baktılar ve kompartimandaki çocuk başını pencereden uzatarak hayretle beni süzdü.
Kadının gözleri dikkatle üzerimde dolaşıyordu:
«Niçin bu kadar şaşırdınız?» dedi, «Neden sarardınız? Pek az tanıdığınızı söylemiştiniz?»