babam olmasını ne kadar isterdim... Halbuki o halinde bile beni görünce derhal yüzü ciddileşir:
«Ne dolaşıyorsun buralarda?...» diye bağırırdı: «Hadi, kahve ocağına var, bir şerbet iç de mahalleye dön, orada oyna!»
Büyüdüğüm, askere gidip geldiğim zaman bile bana karşı muamelesi değişmemişti. Hattâ nedense ben akıllandığımı zannettikçe onun nazarında daha küçülüyor gibiydim. Bu sefer benim ikide birde ileri sürdüğüm şahsî fikirlerime ve mütalealarıma biraz da istihfafla bakıyordu. Son zamanlarda her arzuma muvafakat edişi, münakaşa etmiye tenezzül etmiyecek kadar bana ehemmiyet vermediğinin bir alâmetiydi.
Bütün bunlara rağmen kafamda, onun hatırasını kirletecek bir şey yoktu. Onun boşluğunu değil, fakat yokluğunu hissedecektim. Havrana yaklaştıkça içime daha çok hüzün çöküyordu. Evimizi ve bütün kasabayı, onsuz tasavvur etmek bana güç geliyordu.
Bunları uzun uzun anlatmağa lüzum yok. Hattâ bu günleri takibeden on seneden hiç bahsetmemeyi tercih ederdim, fakat bazı hususların anlaşılması için, hiç olmazsa birkaç sahifenin, hayatımın en mânâsız devresi olan bu günlere tahsis edilmesi lâzım. Havranda hiç de hoş karşılanmadım. Eniştelerim benimle alay eder gibi, ablalarım tamamen yabancı, anam eskisinden daha zavallı idi. Evimiz kapatılmış, anam büyük eniştemin yanına göçmüştü. Bana böyle bir teklifte bulunulmadığı için eski emektarlardan bir kadınla beraber kocaman evde yalnız başıma yaşamağa başladım. Babamın işlerini elime almak istediğim zaman, ölümünden evvel mirası bölüştürdüğünü haber aldım. Bana düşen malların ne olduğunu eniştelerimden bir türlü doğru dürüst öğrenemedim. İki sabunhanenin hiç lâfı geçmiyordu, bunların bir müddet evvel babam tarafından, hem de eniştelerimden birine satılmış olduğu anlaşıldı. Bunların bedeli, hattâ alelûmum babamda pek