bol olduğu rivayet edilen nakit paralar ve altınlar ortada yoktu. Annem hiçbir şeyin farkında değildi. Sorduğum zaman:
«Ne bileyim evlâdım! Rahmetli herhalde gömdüğü yeri haber vermeden gitti. Eniştelerin son günlerde hiç başından ayrılmadılar... Öleceği aklına gelir miydi?... Gömünün yerini deyivermedi besbelli... Ne yapmalı şimdi?Bir bakıcıya gitsek bari... Onlara her şey malûm diyordu.
Hakikaten annem bundan sonra Havran civarında ziyaret etmedik bakıcı bırakmadı. Onların tavsiyeleriyle zeytinliklerde kazılmadık ağaç dibi, evde eşilmedik duvar kenarı kalmadı. Elinde avucunda kalan beş on parça altını bu uğurda harcadı. Ablalarım da bakıcılara beraber gidiyorlar, fakat masrafa pek yanaşmıyorlardı; bilhassa eniştelerimin, bu bir türlü sonu gelmiyen gömü araştırmalarına için için güldüklerinin farkında idim.
Mahsul zamanı geçtiği için zeytinliklerden birşey almama imkân yoktu. Bunların bir kısmının gelecek senelerdeki mahsulünü satarak birkaç kuruş temin ettim. Maksadım bu yazı şöyle böyle atlatmak, önümüzdeki sonbaharda, zeytin mevsimi başlar başlamaz, bütün gayretimi sarfederek vaziyetimi düzeltmek ve derhal Maria Puder’i getirtmekti.
Türkiyeye geldikten sonra onunla sık sık mektuplaştık. Bir sürü saçma işlerle uğraştığım bu çamurlu ilkbahar ve boğucu yaz günlerinde bana bir parça ferahlık veren onun mektupları ve ona mektup yazdığım saatlerdi. Ben geldikten bir ay kadar sonra annesiyle beraber Berline dönmüştü. Mektuplarımı Potsdam meydanı postanesine yolluyordum, oradan kendisi gidip alıyordu. Yaz ortasında bir kere garip birşeyler yazmıştı. Bana verilecek çok güzel bir haberi olduğunu, fakat bunu ancak geldiği zaman ve bizzat söyliyeceğini bildiriyordu. (Sonbaharda kendisini çağıracağımı ümidettiğimi yazmıştım!) Bundan sonra,