ra bırakacaktım. Herkesle beraber oradan ayrılacak, bir müddet sonra, gizlice mezarın başına gelecek ve onunla yalnız kalacaktım. Ve işte herşey bu anda başlıyacaktı. Onu asıl bu andan itibaren kaybetmiş olacaktım. O zaman ne yapacaktım? Buraya kadar herşeyi bütün teferruatiyle düşünüyor, fakat bundan sonrasını asla tasavvur edemiyordum. Evet, onu toprağın altına koyduktan ve mezarının başındakiler dağılıp onunla başbaşa kaldıktan sonra ne yapabilirdim?... Bu anda ona ait bütün işler bitmiş olacağına göre, benim yeryüzünde bulunuşum kadar gülünç, sebepsiz birşey olamazdı... Bütün ruhum korkunç bir boşluk halindeydi. İyileşmeğe başladıktan sonra, bir gün bana:
«Doktorlarla konuş, beni artık çıkarsınlar» dedi. Sonra, alelâde birşey gibi, mırıldandı:
«Bana sen daha iyi bakarsın!»
Cevap vermeden dışarı fırladım. Mütehassıs daha birkaç gün kalmasını istiyordu. Razı olduk. Nihayet, yirmi beşinci günü, onu kürküne sardım, koluna girerek merdivenlerden indirdim. Bir taksiyle evine getirdim, yukarı çıkarırken, şoför de bir kolundan tutarak yardım etti; buna rağmen, kendisini soyup yatağına yatırdığım zaman bitkin bir haldeydi.
Bu andan itibaren ona hakikaten yalnız ben baktım. İhtiyarca bir kadın öğleye kadar gelip evi temizliyor, büyük çini sobayı yakıyor, bir kap hasta yemeği pişiriyordu. Bütün ısrarlarıma rağmen Maria annesinin çağırılmasına razı olmadı. Eli titriye titriye: «İyiyim, sen keyfine bak ve kışı orada geçir!» diye mektuplar yazıyordu.
«O gelirse bana yardımı olmaz, çünkü kendisi yardıma muhtaç... Boşuna yere üzülür, beni de üzer!» diyordu. Sonra, gene o ehemmiyet vermiyen edasiyle mırıldanıyordu:
«İşte sen bana bakıyorsun ya! Yoksa yoruldun, bıktın mı?»
Fakat bunu söylerken gülümsemiyor, şaka yapmıyor-