Neden böyle duruyorsun... Hâlâ inanmıyor musun? Hâlâ şüphe mi ediyorsun?»
Gözlerini kapadı. Kafasının içinde şuraya buraya kaçan ve bir türlü yakalanmıyan bir şeyi tutmıya çalışır gibi bir ceht sarfediyor, alnı ve kaşlarının arası buruşuyordu. Çıplak omuzlarının titrediğini görünce yorganı çektim, sırtına sardım ve kaymasın diye elimle tuttum.
Gözlerini açtı. Şaşkın şaşkın gülümsiyerek:
«İşte böyle... Sen de gülüyorsun değil mi?...» dedi, sonra sözüne devam edemiyerek odanın bir köşesine bakmıya başladı.
Saçları alnına dökülmüştü. Yandan vuran elektrik ışığı kirpiklerinin gölgesini burnunun üst tarafına düşürüyordu. Alt dudağı hafif hafif ürperiyordu. Yüzü bu anda tablodakinden de, Arpie Madonnasından da güzeldi. Yorganı tutan kolumla onu kendime doğru çektim.
Vücudunün titrediğini hissettim. Kesik kesik nefes alarak:
«Tabii... Tabii!» dedi. «Tabii sizi seviyorum. Hem çok seviyorum... Başka türlü olmasına imkân var mı?.. Her halde seviyorum... Muhakkak seviyorum. Fakat neden şaşırıyorsunuz? Başka türlü olabilir mi?.. Başka türlü olacağını mı zannediyordunuz? Beni ne kadar çok sevdiğinizi anlıyorum... Ben de sizi şüphesiz o kadar çok seviyorum...»
Başımı kendisine doğru çekti ve bütün yüzümü ateş gibi buselere boğdu.
Sabahleyin uyandığım zaman onun derin ve muntazam nefeslerini duydum. Kolunu başının altına koymuş, bana arkasını dönmüş, uyuyordu. Saçları beyaz yastığa dalga dalga serilmişti. Ağzı bir parça aralıktı ve dudaklarının kenarında gayet ince tüyler vardı. Nefes aldıkça burnunun kanatları kımıldıyor, ağzının üzerine dökülen bir kaç tel saç, havalanıyor ve tekrar düşüyordu.
Başımı yastığa bıraktım, gözlerimi tavana dikerek bek-