lemiye başladım. İçimde bir sabırsızlık vardı. Uyandığı zaman bana nasıl bakacağını, bana neler söyliyeceğini merak ediyor, fakat, sebebini bilmeden, uyanmasından korkuyordum. İçimde, gözlerimi açar açmaz bulmağı ümidettiğim sükûn ve emniyet yoktu. Bunun sebebini bir türlü anlıyamıyordum. Niçin hâlâ, hakkında verilecek hükmü bekliyen bir maznun gibi, içim titriyordu? Ondan daha ne istiyebilirdim? Daha ne bekliyordum? Bütün arzularım son haddine kadar yerine gelmiş değil miydi?
İçimde boş kalan bir taraf bulunduğunu ve bu boşluğun bana âdeta maddî bir eziklik verdiğini hissediyordum. Bir şey noksandı, fakat bu neydi? Evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu farkederek duraklıyan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamıyarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet, ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemiyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm.
Bir müddetten beri Maria’nın muntazam nefes alışının kesildiğini farkettim, yavaşça başımı kaldırıp baktım.
Gözlerini belli olmıyan bir noktaya dikmiş, bakıyor du. Hiç kımıldamamış, yüzüne dökülen saçlarını bile çekmemişti. Benim kendisini seyrettiğimi bildiği halde başını çevirmeden o meçhul yere bakmakta devam etti. Gözlerini kırpmıyordu. Epey zamandan beri uyanık olduğunu anladım ve içimdeki endişelerin birdenbire büyüdüğünü, göğsümü âdeta görünmez bir çemberin sarıp sıktığını hissettim.
Bütün bu mânâsız hislerin, yersiz korkuların şu anda hiç lüzumu olmadığını, hayatımın en aydınlık gününü vehimler ve fena sezişlerle karartmanın sebepsizliğini düşündükçe büsbütün canım sıkılıyordu.
Başını çevirmeden sordu:
«Uyandınız mı?»
«Evet!.. Siz uyanalı çok oldu mu?»
«Biraz evvel!»