2 ŞEMSEDDİN GÜNALTAY
korumak, gelişmesini sağlamak, yükselmesini emniyet altına almak» için muhtaç olduğu heyecan ve enerjinin bitip tükenmiyen kaynağıdır. Fertler, göğüslerini kabartan öğünme ve didinme kudretini, milletler talihin değişikliklerine karşı göğüs germek ve çarpışmak kuvvetini bu kaynaktan içerler.
Tarih ve dil, biri millî heyecan ve enerji kaynağı, diğeri bu heyecanı, o enerjiyi başkalarına aşılıyan, yayan ve onları şahlandıran kutsal araç. O kaynak temizlenip berraklaştırılmadıkça, bu araç ferdî duyguları millî seslerle ifade etmedikçe, yaratıcı olamazlar, cemaatlerde kollektif ruhu uyandıramaz, yığınlarda millî vicdanı coşturamazlar. Millî kültür, gelişme ve serpilme hızını ancak millî tarihten, millî edebiyattan alır.
Türk tarihi, kaynağı geçmişin karanlıklarına gömülen, uzak ve çok uzak zamanlardan beri durmadan akan, devamlı bir oluştur. Bu sürekli oluş ve ilerleyişte birbirlerini olgunlaştıran olaylar, birbirlerini doğuran devirler, teker teker ve sırasiyle aydınlatılmadıkça, Türk'ün ulusal karakteri, gerçek yeteneği, hattâ bugünkü varlığının sırrı kavranılamıyacağı gibi, yarınki durumuna da bir yönet verilemez.
Türkler, geriye doğru gidildikçe mazisi derinleşen, yayılan, çok eski bir ırktır. Onun zaman ve mekânlara sığmıyan heybetli tarihi de eski kavimlerin hemen hepsini kucaklamaktadır. Denilebilir ki, Asya tarihi, baştanbaşa kahramanlıklarla dolu, Türk tarihidir. Türk tarihi olmaksızın Avrupa ve Afrika tarihlerinin seyrini takibetmek imkânsızdır. Geçmişin karanlık devirlerinden beri; asır asır, zaman olmuş ki eski dünyanın dört bucağında ancak Türk akıncılarının nal sesleri çınlamış, Huvang-hu kıyılarında, Sint ve Ganj boylarında, Fırat ve Tuna sahillerinde, Kızılırmak ve Sakarya kenarlarında, Nil Deltasında yalnız Türkün hâkim sesi duyulmuş, bütün bu ülkelerde, zaman zaman, yer yer Türk kültürünün büyük âbideleri kurulmuştur.
Fakat, bizde düne kadar tarihimizin bu önemi kavranmış değildi. Mazimiz ihmal ediliyor, tarihimize altı yüz senelik bir yaş verilmek veya biraz daha ileri gidilerek Selçuklulara kadar çıkılmak yeter görülüyordu. Ana kökümüz, şanlar ve zaferlerle dolu engin tarihimiz, bilinmiyor veya benimsenmiyordu.
Halbuki Türk tarihi önsüz geçmişten, sonsuz geleceğe doğru, bazan coşarak taşan, bazan dinerek inen, fakat, durma-