211
İlk olarak çok sade toprak havuzlarla işe başladık.
Birinci hasattan sonra alabalık üreticileri kendi kazançları ile toprak havuzları taş duvarla güçlendirdiler.
Sapaca köyünde ilk sonuç: 20 gramlık yavru beş ay sonra 200 gram alabalık oluyor, bir ay sonra da en büyükler satılmaya başlıyor.
Sapaca köyünde balıkların ağırlık/uzunluk ölçümlerini yapan bir genç bana, “Ben ileride Profesör İhsan gibi Su Ürünleri Bölümü’nde okumak istiyorum. Balıklara çok meraklıyım, balıklar o kadar hassas hayvanlar ki, havuza gelince benim sesimi fark ediyorlar. Türkiye’deki köy gençliği ülkenin en önemli kaynağıdır; fakat onları motive etmek gerekiyor,” demişti.
yapılan birkaç toplantıya katıldım. İki tarafın da birbirine güvenmediğini düşünüyordum. Orman Bakanlığı o dönemde döner sermayeyle çalışıyordu. Ağaçlandırma, ağaç kesme ve satışla kendi bütçesinin bir kısmını karşılıyordu. Binlerce memur ve işçinin maaşını ödemek zorunda olan devlet içinde adeta bir devlet gibiydi. Türkiye’de ormancılar arasında çevreci bir zihniyete çok nadir rastladım. Memurlarla işçiler arasında bir ayrımcılık vardı. Tabii ki her orman işçisi, memur olmak istiyordu. Onlara göre zeytin ağacı bir ağaç değil; çünkü o ziraatçılara göre bir ağaç. İspanya veya Fas’taki Orman Bakanlığı erozyona karşı yüz binlerce dönüm zeytin ağacı dikmişti. Bu ağaç kuru iklim için idealdir ve teraslı yaptığınız taktirde toprağı korur. Bakım masrafı da azdır, çiftçi bu ağaçlara kendisi bakabilir. Türkiye’deki ormanların çoğu çam ve çiftçilere göre çam pek yararlı değil. Türkiye, 1992 yılında Avrupa ülkeleri arasında en çok ormana sahip ülkeydi.