Sayfa:ATTİLÂ İLHAN’IN ÖZGÜN TOPLUMCU-GERÇEKÇİLİK ANLAYIŞI “SOSYAL REALİZM”.pdf/3

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmiş

şiirlerinde, hâliyle, hem felsefi hem de estetik yön de zayıftır. Bir bakıma Marksist teorinin ve sanat anlayışının Türkiye’de henüz nüve hâlinde somutlanışının bütün zayıflıklarını taşıyan bu aşamadan sonra, Cumhuriyet’in ilk ve ikinci on yılında -Jacques Rancière’in deyişiyle söylersek- sanat rejiminin[1] önemli bir noktası olarak konumlanan ve ileri toplumculuk aşaması olarak adlandırabileceğimiz ikinci aşama gelir. Bu aşama, Rusya’dan “hâfız-ı Kapital”[2] olarak dönen Nâzım Hikmet ile başlar; Sabahattin Ali, Sadri Ertem ve hemen sonrasında da “1940 Kuşağı” şairleri ile köy romancıları tarafından 1960’lara kadar devam ettirilir. Bu aşamada kaleme alınanlarda yer yer yoğun bir propagandist bir tutum görülmekle birlikte Marksist teorinin daha net bir şekilde yansıma alanı bulduğu ve daha bilinçli bir sosyalist söyleme yönelim görüldüğü gibi estetik açıdan da görece ileri bir tutum sergilenir. Tür dağarcığı gibi tematik dağarcık da genişler; sınıf savaşımı ve zengin-fakir ayrımının yanında emperyalizm, sömürgecilik, köylü-ağa çatışması, Milli Mücadele gibi toplumsal olanı imleyen temalarının yanı sıra ölüm, kadın, aşk gibi bireysel olanı imleyen temalar da öne çıkmaya başlar. Biçimsel açıdan ise ahenk ve imgelemcilik kısmi bir yükselişe tabi olur. 1960’lardan sonra başlayan üçüncü aşamayı ise modernist toplumculuk aşaması olarak adlandırabiliriz. Bu aşamada toplumcu-gerçekçilik, 1950’lerden itibaren Türk edebiyatında hız kazanan modernist duyarlılığın etkisiyle, modernist şiir ve anlatılara özgü bir yol almaya başlar: Estetik düzlemde birey ve onun psikolojisi daha belirgin bir hâle gelmekle birlikte yabancılaşma, şehir hayatı, yalnızlık gibi temalar toplumcu temalarla kaynaşmış bir hâlde somutluk kazanır. Özellikle de şiir biçiminde soyut imgeselliğe ve kapalı metaforik söyleme kapı aralanır. Önemli temsilcileri arasında Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Özkan Mert, Sevgi Soysal, Erdal Öz, Vedat Türkali gibi isimlerin bulunduğu bu aşama, 1980’lerden sonra Türk edebiyatında “postmodernist açılımlar”ın belirginlik kazanmasıyla yavaş yavaş silinmeye başlar. Hâliyle toplumcugerçekçiliğin Türkiye’deki serüveni de sönümlenmeye doğru ilerler.

Bu kısa betimlemeden de anlaşılacağı üzere Türkiye’de toplumcu-gerçekçiliğin serüveni aşama aşama, “vülger”den “ileri” olana, bir başka ifadeyle; düşük estetik duyarlılıktan yüksek estetik duyarlılığa doğru bir çizgi üzerinde seyreder. Biçim, aşamalar ilerledikçe içerikle dengelenmeye başlar ve -Gennady Nikolayeviç Pospelov’un terminolojisinden hareketle ifade edersek- edebi eserler, içerikle biçimin en olgun seviyede sentezlendiği sanatsal tam’lık (Pospelov, 2005: 442) noktasına erişir. Ancak bu, her bir aşamanın homojen bir şekilde konumlandığı, aynı aşamadaki şair ve yazarların birbirleriyle aynı estetik tutumu sergilediği anlamına gelmez; estetik açıdan her bir aşama bir başka aşamadan farklılaştığı gibi


  1. Rancière’in terminolojisinde bu kavram, sanatsal hegemonya anlamına gelmektedir (Rancière, 2014: 23-47).
  2. Bu tabiri Nâzım Hikmet, “Şair” adlı şiirinde bizzat kendisi için kullanmaktadır (Nâzım Hikmet, 2015: 114).
190