Sallayıp gezdirmeden bir şey çıkar mı seyfini
Sine sapla dil olsun aşina şimşirine
beyit-i harabi gibi.
Öyle, fakat yine benim için bu terakki harikulâde idi, çünkü iki sene evvel Gülhane rüştiyesinde iken ne idim, bu sefer ne oldumdu? Yok Türkçe güç tahsil olunur diye pek kolay itham ediyoruz, fakat lisanımızı usulsuz, intizamsız nasıl öğrenegeldiğimizi hiç nazar-ı ibrete almıyoruz.
Şiir ile bu iştigal-ı külli beni mektep derslerinden o kadar alıkoymuyordu, çünkü o dersleri de, o hocaları da seviyordum. Abdurrahman Şeref Bey coğrafya hocamızdı. Derin değil fakat latif bir hoca idi. Dersde ufak fıkralar nakl eder, fikrimizi tenşit eyler, gözümüzü açar, hasılı bizi hoşnut kılardı.
Meselâ bir kere 94 kanun-u esasîsi ilân olunduğu vakit İstanbul'da yaptıkları intihabatı" anlatmıştı. Hükümet her mahallede ahaliye memleketin en doğru, en salih, en fatin adamını meb'us intihap etmeyi tavsiye eylemişti. Üsküdar'ı bilmem hangi mahallesindeki halk da bu tavsiye üzerine hay ve huy dünyadan feragat ederek münzevi bir tekkeye çekilmiş, gayet kendi halinde, gayet sulehadan bir zatı intihaba kalkışmışdı. Abdurrahman Şeref Bey'in böyle yarı ahrarane, yarı mürteciyane, herhalde hoş fıkraları, hikâyeleri çokdu. Dersi sırf bu nokta-yı nazardan cazibeli idi.
Tarihi haftada bir kere Murat Bey'den 28, iki kere de Asaf Bey'den okurduk. Murat Bey nazarımızda büyük, pek büyük idi. Vechen beşuş, şahsen latif, lâkin fikren hür, gayetle de natuk idi. Hasılı gençliği cezb etmek, teheyyüce düşürmek için her meziyete malikdi. Hürriyet-i fikriyesi en sade muamelere varıncaya kadar tavriyle, her hal ve kaliyle gösterirdi. Meselâ biz bir kere bahçede kar topu oynuyorduk, o da mektebe geliyordu. Birdenbire çocuk gibi aramıza girdi, bir lahze oyunumuza karıştı, bizimle oynamaya başladı. O devr-i tazyik ve tekellüfte böyle mükellef bir hoca böyle bir hareketle o gençlerin ne derece kalbine girdi, tasavvur buyrulsun.
Murad Bey hakikaten daha ilk sınıftan itibaren mahbub-u kulubumuz idi. Bu muhabbet gittikçe arttı, eksilmedi.
Ben Mekteb-i Mülkiye'de iken arkadaşlarımın ilk seneden itibaren en müstaidleri yedi sekiz sene evvel Maliye Nezaretinde müsteşar iken nabehengam vefat eden Reşat Bey30 merhum ile esbak Dahiliye Nazırı Reşit Bey idiler. Reşat Bey sınıfımızın birincisi idi, hatta bu birinciliği son seneye, şehadetname alıncaya kadar muhafaza etti. Müdürümüzün, bütün hocalarımızın pek ziyade mazhar-ı teveccühü idi. Ateşin bir zekâ değildi, lâkin harikulâde bir ittirat ile çalışır, derslerinden başka bir işle meşgul olmaz, hele oyun gürültü nedir? bilmezdi, âdeta hepimize bigâne olarak yaşardı. Şahsen pek yakışıklı, fakat son derece haluk idi. Hüsn-ü hal ve hareket sahibi idi. İrfanından, ittilaından ziyade bu nazarla aramızda o mertebeyi ihraz ediyordu.
Halbuki Reşit büsbütün başka idi. Cidden zeki idi, daha az çalışır, daha çok öğrenirdi. Riyaziyatta, edebiyatta hep temeyyüz ederdi. Şiir ile çok meşgul olurdu. Bu münasebetle benimle pek dost idi. Geceleri dershanede mektep derslerini bir tarafa bırakır, onunla başbaşa Harabat'12 okurduk.
Daha o yaşta aramızda edebiyatca ihtilaf-ı efkâr vardı. Zaman geçtikçe bu ihtilaf arttı. Reşit de Naci merhumu sevmiyenlerden idi. Naci'yi beğenmemek, daha o zamandan itibaren bazı gençlerimizce bir süs hükmünde idi. Bu iptila o muhitte gittikçe çoğaldı.
Yine birinci senede hocalarımızdan biri pek ziyade nazar-ı dikkatımızı celbederdi. O da Boyacıyan Efendi idi. Bu zat son derece intizamperver idi. Ders zamanımız oldu mu, dakika fevt etmeden dershaneye girerdi. Vazifelerimizi muntazaman tashih eyledikten sonra getirir, bize iade ederdi. Her birimize mütesaviyen, kemalı hakkaniyetle muamele eylerdi. Bir aralık sermübassır olmuştu, fakat bazı evlat-ı ekâbire karşı müsamahakârane davranmadığı için müdürün hoşuna gitmemişti, istifa etmekte muztar kalmıştı.
Mektebi Mülkiye'de daha böyle bir seneden az bir hayat geçirir geçirmez büyük bir inkilaba mazhar oldumdu. Tatil zamanımı evimde gece, gündüz okumakla, yazmakla geçirirdim. TERCÜMAN-I HAKİKAT 1, MÜNTEHİBAT-I TERCÜMAN-I HAKİKAT' her gün, her hafta âdeta hatmederdim. Ahmet Mithat Efendi'yi³4 çok okurdum, çok beğenirdim. Naci'yi perestiş ederdim. Gençlerden Mehmet Celal'lar, Ali Ulvi'ler gibi Naci peyrevlerine bile nazar-ı hayretle bakar, gıpta eylerdim. O zaman en büyük emelim onlara benzeyebilmek, TERCÜMAN'a öyle gazeller, nazireler göndermekti.
Zavallı Mehmet Celal³s hayretengiz bir suhulet-i tab'a malikdi. Her gün laakal bir gazel, bir neşide söylerdi, Sanihat-ı Naci'yi günü gününe tanzir, hatta tahmis eylerdi. O şiirler bugün toplansa birkaç divan teşkil kılar.
25