düşündürdü, hatta ağlattı. Babamın maksadı beni Balkapanı'na, yanına almakdı. Aldı, çünkü artık hesaptan amal-ı erbaeyi biliyordum, bir parça da okuyor, yazıyordum. Mağzada yarım yanlış kâtiplik etmek için bu malumat kâfi idi.
Sabahları seherden evvel kalkardık, babamla beraber Süleymaniye Camiine giderdik. Orada sabah namazını kılardık, namazdan sonra ders dinlerdik. Bu derslerin bir kısmı izhar, kâfiye şerhi, azi ve merah idi, hiç anlaşılmazdı. Fakat bir kısmı da Tuhfe-yi Vehbi, Gülistan, Baharistan17 idi, yavaş yavaş hoşuma gitmeye başladı.
Hele o asude hayat içinde öyle alelsabah dinlerken hocanın sözleri zihnime suhuletle girerdi, hafızama yerleşirdi.
Bir gün böylece camiden çıktık, eve dönerken komşumuz Başmabeyinci İzzet Bey'e rast geldik. Kapının önüne çıkmış duruyordu, geleni ve geçeni seyrediyordu. Bizi durdurdu, cami derslerine dair bazı suallerden sonra beni Tuhfe-yi Vehbi'den, Gülistan'dan imtihan etti. Öteden beri haylazlığımı, mektepten kovulduğumu işittiği için mahfuzatıma mütehayyir oldu :
«Hacı Efendi, öyle söyledikleri gibi değil. Oğlun pek zeki. Baksana, bu yaşta bile Tuhfeyi, Gülistan'ı ne güzel hıfzetmiş. Günahtır. Bu çocuğu mektebe gönder, Mekteb-i Mülkiye'ye yazdır.» dedi. Bu sözler pederimin hoşuna gitti, amma işine gelmedi, çünkü beni ticarete alıştırmak, mağzada alıkoymak istiyordu. Lakin İzzet Bey'in o ihtarı annemi heyecana düşürdü.
Hademe-yi hümayun zabitlerinden bir dayım vardı. Hafız Behram Ağa'nın kâtib-i hususîsi idi. Arasıra bize gelirdi. Bir gün bu macerayı dinledi. Annemin ısrariyle beni aldı, Behram Ağa'dan bir tavsiye ile Mektebi Mülkiye'ye götürdü, kayt ettirdi.
O tavsiye sayesinde Müdür Abdurrahman Bey19 artık bana hangi rüştiyeden çıktığımı, ne olduğumu hiç sormadı.
(4)
Mekteb-i Mülkiye20 o sene leyliye tahvil olunmuştu. Beni de leylî kaydettirdiler. O mektebe girdiğimden itibaren büsbütün başka bir insan oldum, âlemi başka bir nazarla görmeye, düşünmeye, fikren, ruhen yaşamaya başladım. Âleme muhabbetim arttı, artık uçurtmalara, kuşlara bedel eğlenceyi, zevki kitaplarda aramaya koyuldum.
Mektebi severdim. Haftada bir kere eve gelirdim, geldiğimin ertesi günü şevk ile mektebe döner, derslerime sarılırdım. Riyaziyatta, bazı ulumda arkadaşlarımdan bir parça geri idim, çünkü rüştiyeden müktesebatım az idi. Lakin cami derslerinin kuvvetiyle farisîde, arabîde, türkçede onlara faik idim. O derece ki ciddî bir surette matbuat ile meşgul olmaya başladımdı.
O zaman VAKİT, CERİDE-Yİ HAVADIS, TERCÜMAN-I HAKİKAT gazeteleri neşrolunuyordu. Bu son iki gazetede birer sütun-u edebî vardı. Edebiyatta CERİDE-Yİ HAVADIS'e İsmet Efendi²², TERCÜMAN'a Naci Efendi riyaset ediyordu.
Bir yandan Vehbi'den, Sâdi'den o mahfuzatımın tesiriyle, bir yandan da o matbuatı pek heveskârane okuya okuya bende şiire, şairliğe bir iptilâ peyda oldu. Mektepte yukarı sınıfların talebesinden Ali Ulvi gibi bazıları meselâ CERIDE-Yİ HAVADİS'e gazeller gönderirler, derç ettirirlerdi. Onlara ne kadar gıpta ederdim, ben de öyle yapmaya ne mertebe çalışırdım!
Hüsnü Efendi25 namında bir farisi hocamız vardı. Bir nebze çılgın idi, hatta rivayete göre bir iki def'a tımarhaneye girmiş, çıkmışdı. Fakat zeki bir adamdı. Bize aruziyle, evzaniyle beraber birçok şiirler yazdırır, takti ettirir, ezberlettirirdi. Bu zatın himmetiyle yavaş yavaş usul-ü vezne vakıf oldum.
CERIDE-Yİ HAVADIS, TERCÜMAN-I HAKİKAT'tan ziyade gençlere karşı müsaadekârane davranıyordu, müptedilerin gazellerini neşreyliyordu. Bir gün bu gazetede İsmet Efendi merhumun «<şimşirane» redifiyle bir gazeli çıkdı. O devirde hemen hemen her şiir söyleyebilen bir gazeli tanzire koyulurdu. İsmet Efendi :
Şevk-i şimşirin niyam-ı dilde tutmuştur mekân
Keşke olmaz olaydım aşına şimşirine²
demişdi. Naci Efendi'ye varıncaya kadar herkes bu beyti harikulâde buluyordu. «Mana nedir? Elfaz ile uğraş bre uğraş» dedikleri gibi o ciheti asla nazar-ı itibare almayarak sırf ameli bir tarzda âdeta bir oyuncak yapar, el işi işler gibi o gazeli tenzine koyuldum. Zaten bir müddettir mevzun söz söylemek için çabalıyor, duruyordum, az çok muradıma da eriyordum. Bu sefer var kuvveti bazuya verdim, birkaç gün çalıştıktan sonra beş beyit vücude getirebildim, fakat, «Guş etmesin öyle söz kulaklar / Aludesi olmasın dudaklar» desem yeridir. Meselâ :
23