celerle vakit geçirmek usulünü pek mükemmel bir tarza soktuk. Bazen beş, on kişi olurduk. Sarayiçi'ni tehlikeden hâli görmediğimiz için tâ Sahilboyu, Çatladıkapı, Kumkapı, Samatya, Yedikule der, gider, panayirlerde, ötede, beride gezerdik. Kâh Kâğıthane'de, kâh Fenerbahçesi'nde tenezzühe bile giderdik, oralarda esir almaca filan oynardık. Zaman zaman mektebe gelmeye mecbur oldukça tahsil hayatını pek müz'iç bulurduk, derslerimizi anlamazdık, hocalarımızdan hoşlanmazdık.
Bir farisi hocamız Abdi Efendi vardı. Ders sorardı, bilmeyince bize ceza verirdi, dahiliye zabitine vermek üzere isimlerimizi bir puslaya da yazardı. Lakin düdük çalarak hoca dershaneden çıkacağı zaman derhal kapıya hücum eder, elinden zor ile o puslayı almayınca Abdi Efendi'yi dışarı bırakmazdık. Zavallı adamcağız fitraten halim idi, kâğıdı böyle cebren elinden aldıktan sonra «affettim» derdi, o haşarılıklarımızı zabitlere bile söylemezdi.
Arapca hocamızın lâkabı musannif idi. İlmi pek mahdud idi, bir türlü avamili bize okutamazdı, anlatamazdı. Kulaklarımız «elhamd hamd, cins-i hamd, öylesine hamd ki...» ile dolmuştu.
Dördüncü senede usul-ü defter ve riyaziyat hocamız genç şairimiz Tahsin Nahit Bey'in pederi Asaf Bey merhumdu's. Asaf Bey müstaid, muktedir bir hoca idi. Mecami-yi Fünun gibi o zamana göre mühimce eserler neşreylerdi. Fakat küfürbaz idi. Bir gün dersde nahak yere bana ne küfürler etmişdi, «Tüyü bozuk» diye söylemediğini bırakmamıştı. Çünkü arkadaşlarımın küllisi siyah saçlı idiler, ben sarı saçlı idim. Ne garip mantık!
Dayak küfür, küfür dayak bu mektebi de bu hocaları da gözümden düşürmüştü.
En ziyade kavaid-i osmaniye hocamız Esat Efendi hoşuma giderdi. O zat hepimize nezaketle muamele ederdi, fakat fazlını, liyakatını, cümlemize teslim ettirirdi. Ona bir nazar-ı hayret ve hürmetle bakardık, çünkü aramızda Esat Efendi'nin kemalatina dair garip garip rivayetler deveran ederdi. Zaten kuvve-yi muhayyilemiz böyle harikulâde icatlara vesile arıyordu. Bu Esat Efendi, Defter-i Hâkanî Nazırımız idi, ahiren vefat etti.
Arkadaşlarımızdan bir kısmı muntazaman mektebe devam ederlerdi, derslerinden hiç geri kalmazlardı, mükemmel çalışırlardı. Biz bilakis haylazlar alayı idik, dersi de, tahsili de bir iki sene mütemadiyen ipe sardık. Fakat öyle hükmederim ki neticede onlardan kârlı çıktık, çünkü o sin-i sabavette kafamızı öyle nakis, meşkûk, mağşuş bir irfan ile yarım yanlış dolduracağımıza bedel mükemmel bedenî bir idmana nail olduk.
Filhakika bir sene zarfında ancak altmış beş gün mektebe gittik. Lâkin senenin diğer günlerini yüzmek gibi, koşmak gibi en ciddi idmanlarla geçirdik. Saatlarca yürür, yine dinlenmezdik, koşar, yine yorulmazdık. Günde beş on kere denize girer, yine takattan düşmezdik. Sarayburnu açıklarında bile yüzmeye kadar vardikdi. Uçurtma uçururduk, kuşlar tutardık. Mahalle mahalle kavgalara giderdik. Dünyayı hoş bulurduk. Kimseden korkmaz, yılmazdık. Şecaatla yaşamayı öğrendik. Arkadaşlarımı bilahare göremez oldum, pek bilemem. Fakat bu serseriyane hayatın bu yüzden bana çok yardımı oldu.
O kadar ki yine o Gülhane mektebi arkadaşlarımdan bazılariyle bilahare Mektebi Mülkiye'de buluştuğumuz zaman ilmen, irfanen aramızda hiçbir fark yoktu. Fakat maahaza o idman-ı bedenînin tesiriyle gerek fikren, gerek cismen bende daha ziyade zindelik vardı.
Gülhane rüştiyesinden son sınıfa kadar çıktım, fakat artık o sene mektebe hemen hemen ayak atmaz oldum. Bahar geldi, yaz yaklaştı. Her sabah Sarayburnu'na gider denize girerdik. Arkadaşlarımdan bazıları yüzmekte pek mahir idiler, suyun altında bile on, onbeş metro yüzerlerdi. O havaliden geçen karpuz kayıklarını böyle dalgıçcılık sayesinde diplerinden sarsarlardı, karpuzlar denize dökülürdü, kayık akıntıya tutulurdu. Sonra biz yüze yüze gider onları yağma ederdik. Zavallı karpuzcu kayığını akıntıya kaptırmamak için ne o karpuzu ne bizi takip etmezdi. Maamafih bir gün içimizden Kumkapılı Mehmet namında bir çocuğun kafasına bir karpuzcu kürekle fena halde vurdu. O zaman biz sahilden o kayığı şiddetle taşlamaya başladık. Kayık akıntıya tutuldu, alabildiğine gitti, kayıkçı yaralandı.
Nihayet iş mektebe aksetti. Birçok tahkikat neticesinde bu hadiselerin failleri biz olduğumuz tebeyyün etti. Aylardan beri mektepten kaçtığımız da meydana çıktı. Fakat biz mektebin semtine uğramadığımız için böyle olduğundan bihaber idik. Bir gün arkadaşlarımdan biri evimize geldi, ebeveynime mektep müdüriyetinden bir kâğıt getirdi. O kâğıtta bir sene zarfında ancak altmışbeş gün mektebe devam eylediğimiz, şöyle yaptığımız, böyle yaptığımız için kovulduğumuz yazılıyordu.
Bu felâket beni müteessir etti mi, etmedi mi? Pek hatırımda değil. Herhalde pederime çok tesir etmedi, fakat zavallı valdemi
21