İçeriğe atla

Sayfa:Ömrüm.pdf/13

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfada istinsah sırasında bir sorun oluştu

büyük bilhassa büyük her aile hanesine muhacirlerden bir familya almıştı, o familyayı hatta beslerdi. Biz de böyle yaptıkdı. Eski Zağra eşrafından bir zatı çoluk çocuğu ile beraber selamlığımızın bir kısmına yerleştirdikdi, besledikdi. O kadar ki o muhacirler bizimle kardeş gibi, akraba gibi oldular. Badelmusalaha memleketlerine döndükten sonra bile muhadenetlerini, münasebetlerini muhafaza eylediler.

Va esefa muharebe-yi ahirede muhacirlere karşı İstanbul halki bu şefkatı, bu mürüvveti, bu samimiyeti gösteremedi. Niçin? Çünkü medeniyette ilerledik, çünkü ailece teşkilatımızı ihtiyacat-ı medeniyemize tevfik eyledik, çünkü artık başka türlü yaşamaya, başka türlü düşünmeye başladık. Öyle mi? Yoksa daha basit bir saika ile o din kardeşlerimize karşı bu bigânelikte bulunmadık mu? Doğrudan doğruya inkırazımız, bilhassa inkıraz-ı içtimai ve iktisadimiz bu hale bâdi olmadı mı?

Moskoflarla müsalahayı müteakiben ortalık az, çok düzelince beni Gülhane Rüştiye-yi Askeriyesine kayd ettirdiler. İptidaları bu mektep Süleymaniye civarında idi. Sonra Sarayiçine, şimdi hastahane ittihaz edilen binaya naklolundu.

Ömrümün dört senesini bu garip dar-ül-talimde geçirdim. Öyle bir hayat ki her safhasiyle hatırımda aynen menkuştur. Bu mektep fena değildi, hocalar kısmen mükemmeldi, talebe halince tahsil-í irfan ile yorulurdu, fakat benim bu feyizgâhtan istifadem pek az oldu. Her sabah çantamı yüklenir tâ Süleymaniye'den Sarayiçine sallana sallana giderdim. Akşamları mahallenin diğer çocuklariyle beraber bu sefer oynaya oynaya, öteye beriye takıla takıla eve dönerdim. Birinci senede imlâ, kıraat ve saire az çok okudumdu, bir nühbe edindimdi.

İkinci senede bu feyiz devam eyledi. Arabi muallimimiz Safranbolulu şişman bir hoca idi. Pederimi tanıdığı için bana daima dersimi sorardı. O sebepten arapcaya bir derece ziyade çalışdımdı. İkide birde hoca efendinin emriyle sınıfta ayağa kalkar, «kal»nın ilalini yapardım: «kal aslından kavl idi, vav harf illeti müteharrik, makabli meftuh, vavi elife kablettik kal oldu» derdim. Arkadaşlarımın küllisi bir türlü böyle yapamazlardı, bu itilaa hayran olurlardı.

Sırada yanı başımda Tevfik Paşazade Adil Bey oturuyordu ki o zaman Küçükpazar'da ikamet ederdi. Evlâd-1 ekâbirden olduğu için müdürün, hocaların mahmisi idi. Bir kere beni ona arapca derslerini öğretmeye memur ettiler. Fakat Adil Bey bir türlü «nasir, nusra, nusreva»yı öğrenemez, hele «kal»nın ilalına akıl erdiremezdi. Bu zaruretle de âdeta nazar-ı merhameti celb ederdi. Dedikleri gibi «Katre tahmin ettiğin dil marifet ummanıdır.»

İkinci seneden üçüncü seneye geçtik. Artık çalışmayı çok hafiflettim. Her türlü oyunlara pek daldımsa da mektebe yine devam ederdim, derslerime yine şöyle böyle bir göz gezdirirdim. Arkadaşlarımın çoğu benden yaşlı idiler, fakat garip, garip-el tavır idiler. Tahsilden maada birçok emeller beslerlerdi, bazen tahsile büsbütün bigâne kalırlardı. Onlara baka baka, onlarla düşe kalka ben de öyle oldum. Araplar «ba ara birçu» derler. Biz üzüm üzüme bakaraktan karanır deriz. Mektep bir süsden ibaret idi. Biz hayala sığmaz havalara başladık.

Mektep hayatından, âleminden beni en ziyade soğutan o sert, o müz'iç dahiliye zabitleri, onların ve bazı hocalarımızın küfürleri, dayakları idi. Bir dahiliye zabitimiz Sedat Bey vardı. Bir gün ders- haneye bir iki dakika geç girdiğim için beni bütün sınıfın ortasında çevirtti, alelusul elindeki değnekle dövdü. Dayağın acısından ziyade bu ağır muamele canımı yaktı, çünkü arkadaşlarıma karşı izzet-i nefsime dokundu. O geceyi pek fena, pek mahzun geçirdim. Ertesi gün düşüne düşüne, istemeyerekden mektebe gelirken Sarayiçi'ne varınca bakdım ki vakit geçmişti, yoklama olmuştu, yine sınıfa girince dayak yiyecekdim. Yolda iki arkadaşıma rast geldim, onlar da bu endişede idiler. Hepimiz birden düşündük, bu musibete bir çare aradık. Mektebe gitmemeye, Kumkapı'da, Çatladıkapı'da, ötede beride dolaşarak akşamı bulmaya karar verdik.

Mevsim müsait idi, bütün Sarayiçi çiçekler, yeşillikler içinde idi, o yerleri baştan başa gezdik, tâ Sarayburnu'na kadar gittik. Zaten bir parça yüzmek biliyorduk, denize girdik, güldük, eğlendik. Bu hayat, bu hayat-ı serseriyane çok hoşumuza gitti. Oh, işte yaşıyorduk! Bir parça nefes alıyorduk, istediğimiz gibi oturuyorduk, istediğimiz gibi kalkıyorduk. O canhıraş tazyikten azade idik. Bir hafta kadar bu nimet-i serbestiyi tattıktan sonra yakayı ele vermemek için naçar mektebe birer gün fasıla ile döndük. Kimimiz boğazımıza mendil sardık, kimimiz kulaklarımıza pamuk tıkadık, hasılı birer hasta taklidi yaptık. Velilerimizden düzme tezkere getirdik, gaygubetimizi mazur göstererek yakayı kurtardık. Gitgide böyle mektepten kaçarak hayatımızı oyunlarla, eğlen- 19