karşısında... Bizim köpekler, ayılar, maymunlar, sıpalar, atlar hep Nazlı'nın bir bakışı önünde şaşırırlar puslayı... Yılan yok mu yılan...
— Hangi yılan?
— Angisi olursa olsun. İster karası, ister sarısı, ister bozu, ister alacası... Nazlı bunları tutar eli ilen, bir bakar yüzlerine derin derin, ayvan ossaat bulaşır uyumaya...
— Onu başka çingeneler de yapıyor...
— Bilirim yapar, hatta gene geçen yıl, Belgrad ormanlarında cambaz Sülü (Süleyman) denilen o madrabaz herif de yapmıştı bu marifeti sizin yanınızda...
— Sen nereden biliyorsun onu?
— Süyleye süyleye dilimizde kıl bitmedi mi ki, benim bilmediğim bu dünyada beş vakit namaz...
— O cambaz Sülü'yü sen ne zaman gördün?
— Uryamda gördüm bir keret... o zaman süylemişti bana!...
— Demek Nazlı'da yılanları tutmak marifeti de var?
— Onda ne yok ki... O isterse yılanı takar gerdanlık gibi boynuna da gider üylecene düğünlere, teferizlere!...
— Ulan Etem, benim yılandan korktuğumu Büyükdereli cambaz Sülü'den duydun; şimdi beni Nazlı'dan soğutmak için bu katakoftileri atıyorsun!...
— Diyildir katakulli bunlar... Ben doğru süylüyorum! Hani istemem ben, zatınız suğuyasınız şinci Nazlı'dan... Zere siz ondan suğuyacak olursanız kapacaklar o zaman sizi kolaycasına Çakır Emine'ler bizden... Hiç ister miyim ben elinimetli, kesesi devletli İrfan Efendiciğimi kaptırayım o cilvebazlara?...