Etem, bir kenara çöktü ve hemen Emine ona, hiç manası olmayan uydurmasyon bir çingenece ile takıldı:
— Soskiros, somborloskiros, sositi!
Etem utanır gibi,
— Bırağ şinci, peşit peşit (peşin peşin) alayı, bulaşalım tatlı tarafından mahabbete...
Emine şakacı,
— Haniya sizin konca güller, karanfiller, sümbüller, nerkisler, gelincikler, onlar neye gelmediler?
— Olursa, elinimetli beyzadelerimin misaadesi, niçin gelmesinler, onlar da gelirler?
Emine, birden hiddetlenip tavrını değiştirerek,
— Gelirler ama, su yolundan gelmesinler, batarlar, kara yolundan gelsinler... (Bu söz, Sulukulelilerin, göçebe kadınlara alay için söyledikleri bir tâbirdir.)
Etem içini çekerek ve bizi göstererek,
— Beyzadelerimin yanında utanırım ben sana bir çift laf edeyim... Efendiler içinde konuşurlar efendicesi... Ona sebep...
Baktım, olmayacak, birden ayağa kalktım, Emine'yi bir kenara çağırdım:
— Gelsene sen buraya!
— Ne yaptım ben size İrfan Bey?
— Şimdi ben bu meclisi altüst eder; ortadaki çanakları, çömlekleri sizin kafanıza geçirir; bir daha da sizin katiyyen yüzünüze bakmam...
— Ne yaptım sanki ben?
— Sen, rahat duracak mısın burada, durmayacak mısın? Onu söyle bana!
— Duracağım...