Nutuk/14. bölüm/Hilâfet meselesi hakkında halkın tereddüt ve endişesini izâle için verdiğim izâhât

Vikikaynak, özgür kütüphane

Hilâfet meselesi hakkında, halkın tereddüt ve endişesini izâle için, her yerde lüzumu kadar beyânât ve izâhâtta bulundum. Kat’î olarak ifade ettim ki “milletimizin kurduğu yeni devletin mukadderâtına, muâmelâtına, istiklâline, unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi müdahale ettiremeyiz! Milletin kendisi, kurduğu devleti ve onun istiklâlini muhafaza ediyor ve ilelebed muhafaza edecektir!”

Millete anlattım ki İslâm-şümûl bir devlet tesis etmek vazifesiyle mükellef tahayyül edilen bir halifenin vazifesini ifa edebilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine tâbi tutulamaz. Millet, buna razı olamaz! Türkiye halkı bu kadar azîm bir mes’ûliyeti, bu kadar gayr-i mantıkî bir vazifeyi deruhde edemez.

Milletimiz, asırlarca, bu vâhi nokta-i nazardan hareket ettirildi. Fakat ne oldu?! Her gittiği yerde milyonlarca insan bıraktı. Yemen çöllerinde kavrulup mahvolan Anadolu evlâdlarının miktarını biliyor musunuz? dedim. Suriye’yi, Irak’ı muhafaza etmek için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da tutunabilmek için ne kadar insan telef oldu, bunu biliyor musunuz?! Ve netice ne oldu görüyor musunuz?! dedim.

Halifeye, dünyaya meydan okutmak ve onu umum İslâm umûruna tasarruf sahibi kılmak fikrinde olanlar, bu vazifeyi yalnız Anadolu halkından değil, onun sekiz on misli nüfustan mürekkeb olan büyük İslâm kütlelerinden talep etmelidir! Yeni Türkiye’nin ve yeni Türkiye halkının, artık, kendi hayat ve saadetinden başka düşünecek bir şeyi yoktur... Başkalarına verebilecek bir zerresi kalmamıştır! dedim.

Diğer bir noktayı da halk nazarında tebârüz ettirmek için şu beyânâtta bulundum: Bir an için farzedelim ki, dedim, Türkiye, mevzu-i bahis vazifeyi kabul etsin... Bütün âlem-i İslâm’ı bir noktada tevhîd ederek sevk u idâre etmek gayesine yürüsün ve muvaffak dahi olsun! Pek âlâ ama taht-ı tâbiiyet ve idâremize almak istediğimiz milletler derlerse ki, bize büyük hizmetler ve muâvenetler yaptınız, teşekkür ederiz fakat biz müstakil kalmak istiyoruz. İstiklâl ve hâkimiyetimize kimsenin müdahalesini muvâfık görmeyiz! Biz kendi kendimizi sevk ve idâreye muktediriz!

O halde, Türkiye halkının bütün mesâi ve fedakârlığı, sadece bir teşekkür ve dua almak için mi ihtiyâr olunacaktır?!

Görülüyordu ki bir heva ü heves için, bir vehm ü hayal için, Türkiye halkını mahvetmek istiyorlardı. Hilâfet ve halifeye vazife ve salâhiyet vermek fikrinin mahiyeti bundan ibaretti.

Efendiler, halka sordum, bir devlet-i İslâmiye olan İran veya Afganistan, halifenin herhangi bir salâhiyetini tanır mı? Tanıyabilir mi? Haklı olarak tanıyamaz. Çünkü devletinin istiklâlini, milletinin hâkimiyetini muhildir.

Millete, şunu da ihtar ettim ki kendimizi, cihanın hâkimi zannetmek gafleti, artık devam etmemelidir. Hakikî mevkiimizi, dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürüklediğimiz felâketler yetişir! Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz!

Efendiler, İngiliz müverrihlerinden Wells, iki sene evvel intişar eden, bir tarih yazdı. Eserinin son sahifeleri “dünya tarihinin müstakbel safhası” unvanı altında birtakım mütâlaatı ihtivâ eder.

Bu mütâlaatta istihdâf olunan mesele:

“Un gouvernement fédéral mondial” “cihanşümûl bir ittihâdî hükümet”tir.

Wells bu mebhasde, cihanşümûl bir ittihâd-î hükümetin nasıl tesis olunabileceğini ve böyle bir devletin esaslı bazı fârik hatları hakkındaki tasavvurlarını serd ediyor ve adâletin ve tek bir kanunun saltanatı altında küremiz nasıl bir halde bulunacaktı, bunu tahayyül ediyor.

Wells, “bütün hâkimiyetler, tek bir hâkimiyet içinde izabe olunmazsa, milliyetlerin fevkinde bir kuvvet meydana çıkmazsa dünya mahvolacaktır” diyor ve “hakikî devlet, asrî hayat şerâitinin bir zaruret haline getirdiği cihan hükümet-i müttehidesinden başka bir şey olamaz.”, “muhakkaktır ki insanlar, kendi icatları altında ezilmek istemezlerse er veya geç birleşmeye mecbur olacaklardır.” mütâlaalarında bulunuyor.

“Beşeriyetin tesanüdü hakkındaki, büyük hülyanın nihayet fiile çıkması için ne yapmak ve nenin önüne geçmek lâzım geleceği sahîh olarak bilinmediği” ve “mütecâviz bir siyaset-i hariciye an’anesine mâlik olan devletlerin, cihanşümûl bir ittifak-ı düvelî tarafından güçlükle temsil olunabileceği” de dermeyan ediliyor. Wells’in “Avrupa ve Asya’nın felâketleri ve müşterek ihtiyaçları, belki dünyanın bu iki kısmındaki kavimlerin bir dereceye kadar birleşmesine medâr olacaktır.”, “olabilir ki bir sıra kısmî ittihatlar, cihanşümûl bir ittihâdın husûlüne takaddüm eder.” mütâlaalarını da kaydedeyim.

Efendiler, bütün beşeriyetin, tecrübe, ma’lumât ve tefekkürde teali ve tekemmülü, Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden sarf-ı nazar ederek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş âlemşümûl saf ve lekesiz bir dinin teessüsü ve insanların şimdiye kadar kavgalar, levsiyat, kaba arzu ve iştihalar arasında bir sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün vücutları ve zekâları zehirleyen ufunet tohumlarına galebe etmeğe karar vermesi gibi şerâitin husûlünü müstelzim olan bir “cihanşümûl ittihâdî hükümet” tahayyülünün tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz.

Bu tasavvur ve tahayyüle kısmen müşabih bir hayal, Hilâfetçileri ve Panislâmizm tarafdârlarını –Türkiye’ye musallat olmamaları şartıyla– memnun etmek için bizde de tasvir edilmişti.

Tasvir olunan nazariye şu idi: Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da ve sâir kıtâlarda yaşâyân İslâm heyet-i ictimâiyeleri, istikbâlde herhangi bir gün, irâde ve arzularını istimâl ve tatbike iktidar ve serbestî kesbederler, o zaman lüzumlu ve faydalı görürlerse, asrın icâbatına muvâfık bir surette birtakım itilâf ve ittihat noktaları bulabilirler. Şüphesiz, her devletin, her heyet-i ictimâiyenin, birbirinden tatmîn ve temîn edeceği ihtiyaçları vardır. Mütekabil menfaatleri mevcuttur. Bu mutasavver müstakil İslâm hükümetlerin sahib-i salâhiyet murahhasları bir araya gelip bir kongre yaparlar ve filân ve filân ve filân İslâm devletler arasında şu veya bu münasebetler teessüs etmiştir. Bu münasebat-ı müşterekeyi muhafaza ve bu münasebatın tazammun eylediği şerâit dahilinde müttehiden hareketi temîn için bütün İslâm devletlerin murahhaslarından mürekkeb bir meclis teşekkül edecektir. İttihat eden İslâm devletler bu meclisin reisi tarafından temsil olunacaktır derlerse, işte o zaman, isterlerse, o “İslâm-şümûl ittihâdî hükümet”e hilâfet ve müşterek meclisin makam-ı riyâsetine intihap olunacak zata da halife unvanı verirler. Yoksa herhangi bir İslâm devletinin, bir zata, bütün İslâm dünyası umûrunun tedvîr ve temşiyeti salâhiyetini vermesi akıl ve mantıkın hiçbir vakit kabul edemeyeceği bir keyfiyettir.