Nutuk/10. bölüm/İlk Teşkilât-ı Esasiye Kanunumuzun tarihçesi
Muhterem Efendiler, bu telgrafnamemde mevâdd-ı esasiyesi münderic Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, bu tarihten, henüz on gün evvel, yani 20 Kânunusani 337 tarihinde Meclis’ten çıkmıştı. Meclis’in ve hükümet-i milliyenin vaziyet ve salâhiyetini ve şekl ü mahiyetini tespit ve ifade eden ilk kanundur. Meclis 23 Nisan 36’da açıldığına göre, bu esas kanunun Meclis’ten çıkarılabilmesi için dokuz ay kadar bir zamanın geçmesi zarurî olmuştu. Bu zaruretin menşei hakkında bir fikir verebilmek için, müsaade buyurursanız, kısa bir izahta bulunayım:
Malûmdur ki Meclis’in küşâdını müteakib, elzem olan esâsâtı muhtevi bir takrir vermiştim. Meclis ve onun İcra Vekilleri Heyeti, o esâsâtı amelî olarak ilk günden tatbike başlamıştı. Bir taraftan da teşekkül eden Hukuk-ı Esasiye Encümeni, bu takrir muhteviyâtı esas olmak üzere, bir kanun lâyihası hazırlamaya başladı. Nihayet dört ay kadar bir müddet sonra, bu encümen «Büyük Millet Meclisi’nin Şekil ve Mahiyetine Dair Mevâdd-ı Kanuniye» serlevhalı sekiz kanun maddesi Meclis’e getirdi. 18 Ağustos 336 tarihinde müstaceliyet kararıyla taht-ı müzakereye alınan bu mevâdd-ı kanuniyenin, uzunca bir de esbâb-ı mûcibesi vardır.
Encümen mazbatasının, Büyük Millet Meclisi’nin tarifine ait satırları meyânında, şu cümleler yazılı idi: “Halife ve pâdişâhın esareti ve hâdisât-ı sâirenin de telâhukundan tahassul eden zaruretin sevk u ilcasıyla teşekkül eden Meclis’imizin, ebediyen bugünkü şekilde istimrârını kabul etmek, hâd ve istisnaî vaziyetlere şekl-i tabii vermek olduğuna ve halbuki eşkâl-i gayr-i tabiiye pâyidâr olamayacağı düstûruna binâen ihlâl edilen hakk-ı hilâfet ve saltanat ve istiklâl-i millet ve vatanın istihsal ve teyidine değin istimrârı ve ancak maksûd-ı esasî olan bu mukaddes ümniyelerin husûlüyle Meclis’in şekl-i tabii alması muvâfık görülmüş ve onun için ikinci maddenin birinci fıkrası (gayenin husûlüne değin) ibaresiyle takyid edilmiştir. Fi’l-hakika Meclis’in in’ikadı müddet-i zamanla tasrih ve takyid olunmamıştı.
Bu esbâb ve mütâlaaya göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 366 Ağustosu’nda, henüz daimî vaziyet ve mahiyetinin tabii olmadığı telâkkisinin câri bulunduğu anlaşılıyor.
Mevâdd-ı kanuniyenin birincisi de: “Büyük Millet Meclisi, teşri ve icrâ kudretlerini hâiz ve idâre-i devlete bizzat ve müstakilen vâzıü’l-yeddir.” suretinde idi. Bu madde ile Meclis’e verilen salâhiyetin dahi, esbâb-ı mûcibeye nazaran muvakkat olması lâzım geleceği tabii idi. Mahiyeti muvakkat olan bir müessesenin salâhiyeti dahi, mevcudiyeti müddetiyle kaim olur.
Hukuk-ı Esasiye Encümeni’nin telâkki ve mütâlaası, Meclis ’te de aynen tebârüz etti. Hatta Meclis azasından birçokları, maksadın izahında, Encümen’in ifadelerini nakıs bularak, tasrihat teklifinde bulundular. Dediler ki birinci maddenin başına, «hilâfet ve saltanatın ve istiklâl-i vatan ve milletin istihlâsına kadar..» sarahatini ilâve etmek lâzımdır. İkinci maddedeki «gayenin istihsaline değin» ibaresi yerine dahi, aynı sarahatin ikamesi lüzumu talep olundu. Bu mesele çok münakaşatı mûcib oldu. Bazı mebuslar, yalnız «hilâfet» kelimesini koyalım, saltanat onda mündemiçtir, dediler.
Bazı Hoca Efendiler, buna razı olmadılar. Hilâfet bir emr-i manevîdir mütâlaasında bulundular. Hilâfette ruhbaniyet yoktur, itirazına, Hoca Efendiler, şu yolda cevap verdiler: «Saltanat hükmettiği memâlike şâmildir. Hilâfet bütün küre-i arzdaki İslâm’a şâmildir.»
Bu münakaşalar günler ve günlerce devam etti. Muârazada bulunan fikirlerden biri sarîh idi: «Halife ve pâdişâh vardır ve var olacaktır. O mevcut olunca bugünkü vaziyet, şekil, salâhiyet muvakkattir. Makam-ı hilâfet ve saltanat, icra-yı faaliyete fırsat bulunca, teşkilât-ı siyasiye ve esasiyenin ne olduğu muayyendir, malûmdur. O nokta-i nazardan yeni bir şey tasavvur etmek mevzu-i bahis değildir. Makam-ı hilâfet ve saltanatın icra-yı faaliyetini temîn edinceye kadar, Ankara’ya toplanmış olan birtakım insanlar, muvakkat tedbirlerle çalışacaklardır.»