Nutuk/10. bölüm/Çerkes Ethem hükûmetin kanunlarını tanımıyor
Efendiler, başlı başına nazar-ı dikkati câlib bir muameleyi de burada zikredeyim. Bu tarihlerde Kütahya’da Mutasarrıf Vekili Kadı Ahmet Asım Efendi namında bir zat bulunuyordu. Kütahya’da Mevki Kumandanı unvanıyla Ethem Bey tarafından tayin edilmiş, Abdullah Bey namında da biri vardı. Bu kumandan, firârî efrâd-ı askeriye ailelerinden bazılarını tehcir edilmek üzere Kütahya Mutasarrıf Vekili Ahmet Asım Efendi’ye gönderir. Mutasarrıf Vekili, tehcir muâmelâtının kanun-ı ahîr mûcibince, İstiklâl Mahkemesi’ne aidiyetinden bahisle evrakı Kumandanlığa iade eder. Bunun üzerine, Mevki Kumandanı, Mutasarrıf Vekili’ni, gece vakti, makamına celp ettirmeye kalkar. Mutasarrıf Vekili, gece meşgûl olduğundan sabahleyin mülâkat edebileceğini bildirir. Kumandanın gönderdiği neferler, Mutasarrıf Vekili’nin ikametgâhının harem kapısını kırmak suretiyle cebren hanesine girerek kemâl-i hakaretle kendisini alırlar ve götürürler. İsticvâb ettikten sonra, aynı gece, kuvve-i müsellaha ile on dört saat mesafede bulunan Kuvve-i Seyyare Kumandanlığı’nın huzuruna götürürler. Ondan sonra da Kütahya’dan ihraç ve teb’îd ederler. Kadı olmak ve Mutasarrıf Vekili bulunmak hasebiyle, muhtelif vekâletlerin büyük bir memuru olan bir zatın dûçâr olduğu tecavüz ve muamele, bi’t-tabi doğrudan doğruya Hükümet’e tevcîh olunmuş bulunuyordu. Bu vaka üzerine Meclis’te, Hükümet’ten istîzâh yapıldı. Ait olduğu vekâletler, Cephe Kumandanlığı’ndan vaka mütecâsirlerinin Divan-ı Harp’e sevklerini talep ettiler. Cephe Kumandanı’nın, Kuvâ-yı Seyyare Kumandanlığı’ndan tahkikat icrâ ve neticenin iş’ârına dair yazılan telgrafına, 19 Kânunuevvel 336’da Umum Kuvâ-yı Seyyare ve Kütahya Havalisi Kumandan Vekili Mehmet Tevfik imzalı gelen cevapta: “Abdullah Bey her ne yapmış ise tarafımdan verilen emr-i kat’î üzerine yapmış ve yapmaya mecbur idi. Bu meselenin esbâb-ı mûcibesi, icap eden vekâletlere arz edilmişti.... Mumaileyhin avdetine emr-i kat’î verildiği taraf-ı âlinizden bildiriliyor. Avdet ettiği halde... behemehâl idam edeceğim...” deniliyordu.
Efendiler, vükelâ-yı milletin emriyle vazifesine iade edilmek istenilen bir memurun, idam edileceğinin bildirilmesi, elbette ahkâm-ı esasiye ve kanuniye ile kabil-i telif değildi. 13 Kânunuevvel 336 günü Ethem Bey, Ankara’da biraderi Reşit Bey’le makine başında açık telgraflarla uzun uzadıya görüştü. Bu muhhaberâtın hulâsası şu idi: “Ethem Bey, meseleyi behemehâl Meclis’te mevzu-i bahis ettiriniz. Sarı Efe denilen Edip’in müfrezesiyle beraber Gökbayrak taburuna iltihakı için haber gönderiniz. Meclis vasıtasıyla kumandanları çektiriniz. Meclis vasıtasıyla olamadığı takdirde bunu idâreten hemen temîn ediniz” diyor ve “patlatacağı bombaları ta İngilizlerin işiteceğini ve bunun patlamasının pek yakın olduğunu” söylüyor. Reşit Bey’in verdiği cevaplar meyânında da nazar-ı dikkati câlib şunlar vardı: “Kuvve-i Seyyare’nin düşmana karşı müdafaa etmemesini, bunu fırkalara bırakmasını ve Edip’le bizzat muhabere etmesini, buna mümânaat edildiği takdirde Cephe Kumandanı’yla tekrar alâkayı kesmesini” söylüyordu.
Reşit Bey, bu muhhaberâtı olduğu gibi bana gönderdi. Kendisi yanıma gelmedi. Zaten Eskişehir’den Kütahya’ya gidip avdet ettikten sonra yanıma gelmemişti. Kendisini nezdime celp ettirdim. Ne istediklerini sordum.. “Cephe kumandanlarını tebdil ediniz” dedi. “Yerine koyacak adamlarımız yoktur” dedim. “Beni tayin ediniz, ben daha iyi yaparım” dedi. “Cephe kumandanlarını tebdil etmek mühim bir meseledir. Vaziyet-i umumiyemizi dûçâr-ı zaaf eder. Böyle bir teklifi kabul etmek kolay ve muvâfık değildir.” cevâbını verdim.
Aynı günde, yani 13 Kânunuevvel 336’da Ethem Bey’e de yazdığım bir telgrafta; Reşit Bey’le makine başındaki muha beratını okuduğumu söyledikten sonra, meselenin Meclis ’te resmen mevzu-i bahis ve müzakere olması muvâfık olmadığını, Edip’in yerinden oynatılmasının câiz bulunmadığını bildirdim. Aynı tarihte, Ethem Bey verdiği cevapta, meselenin ciddî olduğunu söyleyerek kumandanlar aleyhinde sözler sarf ediyordu.
Efendiler, Ethem ve kardeşleri cephede bulunan kumandanları beğenmiyorlar ve onlara itaat etmiyorlar. Vekâletleri ve Hükümet’i tanımıyorlar. Yalnız güya bana itaat ediyorlar ve Meclis ’i de kendi arzularına göre harekete geçireceklerini ümit ediyorlar. Bana ve Meclis’e mümâşâtkâr görünerek kemâl-i faaliyetle hazırlıklarının ikmâline çalışıyorlardı. Ethem Bey, 18/19 Kânunuevvel tarihli bir telgrafıyla da yine Edip’in müfrezesiyle kendisine iltihak ettirilmesini benden ricâ ediyordu. Talebini haklı göstermek için de diyordu ki:
Anadolu harekât ve te’dîbatı zamanında hasbe’l-vaz’iye Biga havalisinde terk ettiğim ve bi’l-âhire Düzce’ye muvakkaten sevk edilen Birinci Kuvve-i Seyyare’ye mensup Edip Bey’in, müfrezenin kısm-ı küllîsinin İzmir ve havalisi gönüllülerinden olan 250 süvari, 200 piyade, bir cebel takımı, iki makineli tüfek, 30 kişilik karargâh süvari efrâdından mürekkeb müfrezemizin, İzmir hudûduna takarrübümüz dolayısıyla kendilerinden daha fazla istifade edileceği tabii bulunmakla beraber mütemâdiyen de mürâcaat vâki olmakta bulunduğundan ve elyevm o havalide asayiş ve sâirenin de şâyân-ı emniyet bir raddede olduğu Edip Bey tarafından da iş’âr edildiğinden münasip diğer bir kıta ile, mıntıka-i mezkûre teslim alınarak, mumaileyh Edip Bey’in müfrezesi vesâit-i harbiyesiyle, Kuvâ-yı Seyyare’ye iltihakının lâzım gelen makamâta emr ü havalesini ricâ eylerim.
Efendiler, bu telgrafnamede serd olunan mütâlaata, en tecrübesiz ve en basit muhakemeli birinin dahi kani olması kabul olunabilir mi? Kütahya’da bulunan bir zat, İzmir hudûduna takarrübden bana bahsediyor. Düzce ve havalisinde vaziyetin şâyân-ı emniyet olduğunu benden daha iyi istihbâr ediyor. Edip Bey müfrezesinin kuvvetini, teferruatıyla ta’dâd ettikten sonra bu müfrezenin vesâit-i harbiyesiyle beraber iltihakı ricâsını kabil-i is’âf telâkki edeceğimi zannediyor.
Bu telgraf üzerine, 19 Kânunuevvel 336’da hususî olarak bizzat Düzce’de Müfreze Kumandanı Edip Bey’e, Ethem Bey’in talebinden ve kendisinin bunu arzu ettiği bildirildiğinden bahsederek ve fakat müfrezesinin o havalide vücuduna ihtiyac-ı kat’î bulunduğunu da zikrederek yazdım.
Edip, 19/20 Kânunuevvel 336’da verdiği cevapta, müfrezesinin o mıntıkada kalmasının zarurî olduğunu bildirdi. Buna, müfrezesinin, Kuvve-i Seyyare mürettebatı misillû aynı tahsisatla emr-i istihdamlarının temîni istirhamını ilâve etmek fırsatını da kaçırmamıştı.
Efendiler, Ethem ve arkadaşları, Ankara kurbunda Haymana’da da ayrıca bir kuvvet cem’ine teşebbüs ettiler. Sirkat maddesinden Ankara’da mevkûf iken bi’l-âhire tahliye olunan Van mültecilerinden Musa Beyzade Abbas namında biri, elinde vesika olduğu halde beş on kişi ile Haymana havalisinde efrâd toplamaya başladı. Bu adam, 19 Kânunuevvel’de derdest edilebilmiş ve Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne tevdî edilmişti. Bunu derdest etmek ve avenesini dağıtmak için hususî ve serî tertibât almak lâzım geldi. Bu maksatla, Haymana’ya gönderilen hususî bir kuvvet, elyevm mebus bulunan Recep Zühtü Bey kumandasında sevk olunmuştu. Recep Zühtü Bey, Abbas’ı üç refîkiyle derdest ettikten sonra mühim bir hücuma ma’rûz kalacağını kaviyen melhuz gördüğünden, mevkûfları, yolunu tebdil ederek Polatlı üzerinden trenle Ankara’ya getirmeye mecbur olmuştu.