İçeriğe atla

Günümüz Toplumunda Mitler: Anadolu Efsaneleri Üzerine Bir Değerlendirme/Mitolojik Kaynaklı Efsaneler

Vikikaynak, özgür kütüphane

Mitolojik Kaynaklı Efsaneler

Anadolu toprakları, eski çağlardan bu yana çok sayıda uygarlıktan kalan kültürel bir mirasa sahiptir. Haliyle, bu kadar zengin bir kültürel birikime sahip olan bu coğrafyada, sayısız eser günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eserlerden en önemlileri de sözlü edebi türün seçkin örneklerinden birini oluşturan mit kaynaklı efsanelerdir. Kolektif deneyimlerden doğan mitler süreç içinde muhteviyatındaki toplumsal değer ve duygu yoğunluğu ile birlikte efsanelere aktarılır. Bu şekliyle mitler, ortak kimlik duygusunun etkisiyle bir araya gelmekte ve topluluğun yazılı olmasa da en azından sözlü bir tarihini oluşturmaktadır. Tarihsel geçmişi arkaik döneme dayanan mitolojik kaynaklı edebi anlatılar, daha ziyade insanın ya da dünyanın yaratılışına yönelik merak uyandıran cevaplandırılması gereken; ancak saklı kaldığına inanılan düşünceleri sembolik bir anlayışla açıklamaya çalışır.

Edebi türler içerisinde mitolojik kaynaklı efsanelerin önemli bir yeri vardır. Bütün mitlerin ortak özellikleri o topluma ait olan ortak değerleri ve deneyimleri bir şekilde anlamlandırmasıdır. Sadece belli bir topluluğa ait olmaması, efsanede yer alan birçok motifin diğer kültürlerle ortak içerikleri paylaşması bu tür efsanelerin anlam ve önemini daha da artırmaktadır. Difizyonizm (yayılmacılık) kuramına göre bir kültür öğesi, toplumlar arasında göç, keşif, icat... vb. nedenlerle diğer kültürlere yayılabilmekte ve toplumların ortak değeri olabilmektedir. Dolayısıyla bir kültür öğesi olan halk anlatısının kime ya da hangi topluma ait olabileceği konusu tartışmaya açık olabilmektedir. Bu tür efsaneler mitolojik dönemin mirasını kullanırlar. Böylesi bir sonuç halk anlatılarının evrensel niteliğine, dolayısıyla toplumların köken mitlerine gönderme yapmaktadır. Bu anlatılardan bazı örneklere aşağıda değinilmiştir.

Şahmeran Efsanesi: Efsaneye göre Şahmeran, Tarsus'ta yaşayan yılan vücutlu bir kadındır. Kimsenin bilmediği bir yerde insanlardan uzak olarak yaşamıştır... Camsab adlı bir kişi günün birinde ormanda bir bahçe bulur ve... uzun yıllar bu bahçede çalışır. Yıllar sonra Camsab, Şahmeran'a: “ailesini çok özlediğini gitmek istediğini söyler”. Bunun üzerine Şahmeran, kendisini salıvereceğini; ancak yerini kimseye söylemeyeceğine dair söz vermesini ister... Ancak bir gün Camsab'ın yaşadığı ülkenin hükümdarı hastalanır. Vezir, hükümdarın hastalığının çaresinin Şahmeran'ın etini yemek olduğunu söyler... Camsab, canını kurtarmak için Şahmeran'ın bulunduğu bahçeyi gösterir... Camsab'ı gören Şahmeran: “Beni toprak çanakta kaynatıp ilk suyumu sana içirecekler sakın içme zehirlidir. İkinci suyumu iç gövdemi de hükümdara yedir“ der... Camsab, ilk suyu vezire içirip ikincisini kendisi içer. Etini de hükümdara yedirir. Vezir ölürken, hükümdar da kısa sürede iyileşerek Camsab'ı vezir yapar (http://tr.wikipedia.org/wiki).

Mitolojik kaynaklı efsanelerde, yaşamın devamlılığı için gerekli olan gizemli olan bilgilerin, teknik ve değerlerin mitolojik varlıklar tarafından insanlara nasıl öğretildiği konusu işlenmekte ve bu motifler zamanla toplumdaki inanış biçimlerini de içine alacak şekilde genişlemektedir. Şahmeran efsanesinin Anadolu'da birbirine benzer anlatılarına rastlamak mümkündür. Aynı zamanda bu efsanenin konusunu teşkil eden motiflerin bir benzerinin İran coğrafyasında anlatılması, Anadolu motiflerini taşıyan bu ürünlerin zaman içinde diğer coğrafyalara da taşındığını bizlere gösterir.

Kadim toplumların kültürel anlatılarını ve inanışlarını incelediğimizde birçok mitolojik kökenli varlığın izlerine ulaşırız. Yılan eski çağlardan beri korkulan, gücün, toprağın, gençliğin, saygınlığın kısacası kutsallığın bir simgesi olmuştur. Yılan, saltanatı ve gücü simgelemesi yanında, kötülüğün ve karanlığın da bir temsilcisi olarak cezalandırıcı bir anlayışı temsil etmiştir. Örneğin Eski Mısır, Sümer ve Hitit toplumlarında tanrı ya da tanrıça figürlerinin yılan olduğu tasvir edilmektedir. Keza Antik Yunan'da tıp tanrısının, Asklepios'un elinde iyileştirici gücün bir sembolü olarak tuttuğu sopanın yılan figürlü olması önemli bir ayrıntı olarak dikkat çekicidir (Eyüboğlu, 2007). Bu özelliğiyle efsanede konu edilen Şahmeran, hem amansız hastalıkları şifasıyla iyileştiren hem de kötüleri zehriyle öldüren bir figür olmaktadır. Aynı zamanda Şahmeran, sözünden dönen insana karşı hoşgörülü olmakta ve iyiliksever niteliğiyle örnek bir davranış sergileyerek model olmaktadır. Bu efsane, Seyidoğlu'nun topluma yön verme işleviyle, Bascon'un eğitme ve kültürel devamlılığı sağlama işleviyle ve yayılmacılık kuramıyla örtüştüğü görülmektedir.

Amazonlar: Amazonlar, mitolojide kadın savaşçılardan oluşan bir topluluğu simgeler. Tarihte yaşadıkları coğrafya olarak Karadeniz kıyısında yer alan Samsun-Terme Çayı (Thermedon) olarak belirtilir... Erkeklerle; sadece soylarının devamlılığı için ilişkiye girerler ve doğan çocuklardan erkek olanlar ya öldürülür ya da babalarına verilir... Çok iyi ok kullandıkları ve iyi ok kullanabilmek adına, sağ göğüslerini kestikleri ve bunun için de kendilerine: “memesiz” anlamına gelen amazon adının verildiği söylenir (Kimball,2013).

Birçok mitolojik hikâyeye konu olan amazonlar, insanların yerleşik yaşama geçişi ile birlikte kadının saygınlığını ve etkinliğini artıran, anaerkil yaşam tarzını simgeleştiren ve günümüze kadar gelen Anadolu'nun önemli anlatılarındandır. Toplumsal yaşamdaki tüm etkinliklerin kadınlar tarafından yerine getirilmesi, kadınların mutlak egemenliğinin sağlanması ve bunun bir sembol olarak günümüze kadar anlatılması bu efsanenin önemli özelliklerindendir. Kadının savaşçı niteliğinin sembol bir değer olarak kabul edilmesidir.

Denizkızı: Mitolojik kaynaklı efsaneler içinde belki de en dikkat çekici olanlar, fiziksel olarak bir yönüyle insana benzeyen canlılardır. Denizkızı ise bunlardan en bilindikleridir. Bu anlatı bana, olayın bizzat tek şahidi olan, ismini de aldığım öğretmen olan dedemden anlatılarak gelen ve babamdan bana aktarılan gerçek bir efsaneye dayanır. 1929 yılında Yavuz gemisinde, Ege Denizi açıklarında askerlik görevini yapmakta olan Mehmet Şükrü Nar, bir sabah uyuyamadığını söyleyerek geminin içinde dolanır. Hava henüz aydınlanmamış; ancak etrafa karanlık değildir. O esnada uzağa baktığında insana benzeyen bir canlının kayalık bir mevkide oturduğunu görür. İlk önce hayal gördüğünü zanneder sonra görür ki, belinden aşağısı balık olan belinden yukarısı insan olan bir canlı, kayalığın üstünde saçlarını taramaktadır. Belinden aşağıya kadar uzanan, sapsarı saçlarını tarayan bu denizkızı, dedem tarafından seyredildiğini anlayınca hemen denizin derinliklerine dalar ve gözden kaybolur. Keza benzer bir efsaneyi zamanında, Ankara Üniversitesi'ne yüksek lisans yapmak için Bahama Adalarından gelen, “Loura” isimli öğrenciden de duydum. Dedesinin yaralı halde bulduğu denizkızını, uzun uğraşlar sonucunda iyileştirdiği ve dedesi ölünceye kadar denizkızının sürekli gelip gittiğini söylemiştir.

Birçok kültürde masallara, hikâyelere ve filmlere konu edilen denizkızı efsaneleri, birbirine benzer ya da farklı şekillerde tasvir edilmiş varlıklar olarak kayda geçmiştir. Bazı hikâyelerde denize düşen insanları kurtaran, bazı hikâyelerde de büyüleyici sesleriyle insanları etkilediklerine ve gemilerin batmalarına neden oldukları rivayet edilir. Yukarıda bahsi geçen denizkızı efsanesinin gerçek olması, aslında geçmişte konu edilen ve gerçek dışı olarak kabul edebileceğimiz pek çok mitolojik kaynaklı varlıklara ilişkin anlatıların gerçek olabileceğine yönelik anlamlı izler taşır. Bu efsanenin diğer kültürlerle anılması ve anlatılagelmesi; aynı zamanda mitolojik kökenli efsanelerin yayılmacılık kuramı içinde evrensel niteliğine vurgu yapar.

Antropolog Malinowski mitsel öğeleri, bilimin bir alternatifi olarak görerek gizemli olguları açıklamak için kullanır. Malinowski bilimi, her şeyi açıklayan, somut gelişmelerle ortaya çıkan, bir çeşit sosyal-kültürel yapı aracılığıyla sürdürülen bir değişiklik olarak görmemektedir. Aksi durumda ilkel toplumlarda da bir bilimin varlığından söz edilebileceğini söyler. Benzer şekilde Levi-Strauss da miti bütünüyle bilimsel kabul eder. Ona göre mit, modem bilimden daha az bilimsel değildir. Yani gerçeğin bir yansımasıdır. Mitsel öğeler, en temel anlamda soyutun değil, somutun bilimidir. Mit, algılanabilen somut nitelikleri kullanılır. Dolayısıyla mit, somut ve görünür olaylarla ilgilenir. Bu kapsamda, her iki anlayış için de önemli olan, mitin doğruluğuna inanılmasının yeterli görülmesidir (Segal,2012). Diğer bir ifade ile geçmişte ve günümüzde gerçek olup bilimin açıklayamadığı pek çok şey bulunabilmektedir.