Günümüz Toplumunda Mitler: Anadolu Efsaneleri Üzerine Bir Değerlendirme/Genel Olarak Mit Olgusu
1. Genel Olarak Mit Olgusu
Arkaik toplumlardan günümüze gelen birçok edebi ürün bulunur. Bunların içerisinden belki de en anlamlı olan kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan mit, destan, efsane ya da masalsı anlatılardır. Çünkü bu eserler, o topluma özgü duygu ve düşünceleri yansıtmakta ve bu özelliğiyle, insan davranışlarının anlaşılması adına önemli bilgi kaynağı sağlamaktadır. Hele ki bu durum küçük ölçekli ya da alt-kültür özelliği gösteren geleneksel toplum yapılarında (ortak bilinç ve ortak hareket etme duygusunun yoğunluğu nedeniyle) daha da anlam kazanmaktadır. Öyle ki bu tür topluluklarda, mitler (mythos) bütününden ortaya çıkan kolektif bir eylem algısı, toplumsal yapıda birlik/kimlik duygusunu güçlendirici pozitif bir etkiye neden olabilmektedir.
Mitlerin sözlü kültürel bir ürün olarak tekrarlanabilir olması, dahası yaşayan bir eser olarak görülmesi, ayrıca kimi araştırmacılara göre dinsel ritüellerin bir yansıması olarak uygulanabilmesi, toplumların simgesel geçmişini açıklaması ve tüm bu özellikleriyle karmaşık bir yapı arz etmesi kökenine ilişkin tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda mitlerin oluşumuna ve yaşadığı tarihe göre birçok açıklama getirilmiştir. Mit genel anlamda söylenen ve duyulan bir söz, masal, öykü ya da efsane anlamına gelen bir anlatıya karşılık gelmektedir. Geçmişi eski çağ tarihine-Eski Yunan tarihine- kadar uzanan mitler savaş, adalet, din, iktidar ve mücadele gibi konularla anılır. Geçmişten bugüne aktarılarak süregelen mitler, tanrıların doğuşunu, özelliklerini ve aralarındaki ilişkilerini, insanların, şehirlerin ve dünyaların nasıl ortaya çıkmış olduklarını açıklamaya çalışır. Ve özetle toplumu ilgilendiren, geçmişe ilişkin kültüre dair pek çok kompleks olaylar dizisi mitler içinde değerlendirilir. Dolayısıyla erken dönem araştırmalar daha çok Yunan kaynakları üzerinedir. Bu manada mit, sözcüğünün kökenine ilişkin verilerin Antik Yunan'a dayandığı ve Yunancada geçen gerçek dışı, kurmaca ya da hayal anlamına gelen “mythos” ve doğru, mantıklı ya da gerçek bilgi anlamında kullanılan “logos” sözcüklerinin bir karşıtlık ilişkisinden ortaya çıktığı yönündedir. Oysaki mit kavramı, Antik Yunan toplumu ile sınırlanmayacak kadar geniş bir özellik gösterir. Diğer toplumlara ilişkin incelemeler özellikle 19. Yüzyılda arkeoloji ve filoloji araştırmacılarının, Mezopotamya ve Doğu halklarını incelemeleriyle gerçekleşmiştir. Ancak asıl veriler antropologların etnoğrafik çalışmalarından elde edilmiştir. Sümer, Babil, Hitit ve Asur mitlerine ilişkin bilgiler mitlerin, salt Eski Yunan kaynaklı olmadığını ortaya koymuş, aynı zamanda kökenine yönelik yeni bir tartışmaya da neden olmuştur (Kirk,1973:3;Erhat,2012:5-6; Bonnefoy,2000:v).
Dolayısıyla yirminci yüzyıla kadar Batı'daki felsefe ve din araştırmacıların çeşitli mit tanımlamalarını Eski Yunan mitolojisine dayanarak yaptığı, bu kavramı uydurma, gerçek dışı, kurgulama... gibi kavramlarla açıkladığıdır. Özellikle hristiyan dininin, paganizme karşı yürüttüğü mücadelede mit olgusu, gerçekliğe aykırı düşen şeyler olarak kullanılmıştır. Süreç içinde, özellikle antropologların arkaik toplumlara yönelik çalışmaları ve buna paralel geçmiş toplumlarla ilgili bilgilerin artmasıyla birlikte mite yüklenen anlamların değiştiği ve daha kabul edilebilir düzeyde kaldığı görülmektedir (Eliade, 1973:307).
Mitler, pek çok durumda inanışlarla ilintilidir; onunla iç içedir. Özellikle arkaik toplumlarda töre ve toplumsal düzenlemeleri ya da sorunları tanımlaması bakımından o döneme ilişkin felsefi düşüncenin temelini oluşturur. Mitler, insanların kökenini anlatmakla kalmaz, aynı zamanda insanlığın gelişim sürecine yönelik önemli olayları anlatır. Onu önemli kılan unsurların başında, ilkel ve geleneksel toplulukların oluşumuna ilişkin sunduğu çözümlemelerdir. Diğer bir değişle, insanların toplu halde yaşayabilmesi ve algıladıkları sorunlara karşı mücadele edilmesine olanak sağlar. Bu bağlamda mitler, insanın yaşadığı problemlere çözüm bulmak için kurgulanmış bir araca dönüşür (Armstrong,2005: 8-11; Elidea,2001: 20-22).
Bu yaklaşım içinde, toplumların en eski kültürel yönünü temsil eden mitlerin, inanç biçimleri ile doğrudan ilişkisi, ayrıca kutsallıkla olan bağı onu günümüz ve geçmiş toplumlar ile ilgili kılar. Diğer bir ifade ile onun din ile olan yakın ilişkisi, hem kutsallığına hem de ritüeller vasıtasıyla sembolize edilerek görsel anlamda vücut bulmasına olanak sağlar. Ancak din ile mit arasında tam manasıyla bir uzlaşamaya varmak zordur. Mitleri, ilkel toplumlardaki inanışlarla (atalar kültü, totemizm, Şamanizm...) açıklamaya çalıştığımızda doğal ve anlaşılır bir kabul görecektir. Çünkü birçok mitin konusunda olağanüstü, doğa dışı varlıklar olabilmekte bu da ilkellerin dini inanış biçimleriyle-mitolojik inanışlarıyla-çoğu kez örtüşebilmektedir. Oysaki böylesi bir sonuç, günümüzdeki dini inanışlarda saçma, kabul edilemez ve dindışı söylemler olarak anlam bulmaktadır.
İlkel toplumlar, ilk insanların ortaya çıkışını totemistik inanışla açıklamaya çalışırlar. Diğer bir ifade ile insan ile totem olarak kabul edilen hayvan arasında nesil ilişkisi vardır. Bu ortak köken sayesinde ilkeller, ortak tabiatlarını açıkladıklarına inanırlar. Örneğin, Narrinyeriler, ilk insanların belli bir kısmını, kendilerini vahşi hayvanlara dönüştürdüklerine inanırlar. Ya da Avustralya yerli toplumlarında olduğu gibi, insanlığın başlangıcını birtakım garip hayvanlarla ilişkili olduğunu düşünürler. Bu manada mitsel güçlerin, hayvanların ve bitkilerin varlıklara dönüşüm safhalarını temsil eden ve onlardan oluşan insanı açıkladığını varsayarlar. Benzer durumu, Haidalar, Tlinkitler ve Tsimshianlar gibi diğer topluluklar arasında da rastlamak mümkündür (Durkheim, 2005:169-170). Örneğin Türk mitolojisinde de benzer örneklere rastlayabiliriz. Eski Türklerin totem inanışında kutsal olarak kabul edilen hayvan kurttur. Burada, Türk boylarının kökeninin insan ve kurdun evliliğinden ortaya çıktığı, kurdun insana ya da insanın kurda dönüşebildiği durum mitolojik olarak anlatılır.
Mitlerin, nasıl düzenlendiklerinden ziyade onların hangi amaçla kullanıldığını, yani toplum içindeki işlevini açıklamamız gerekir. Mit genel olarak hayal ve yanlış inanışlarla kavramsallaştırıldığı için, tarihi ve mitsel hikaye arasındaki ayrımın doğru yapılması gerekir. Bu şekliyle, bir halkın resmi tarihi, tarih olarak mı yoksa mit olarak mı kabul edilmelidir? Miti, tarihi olmaktan çok sembolik bir gerçeği yansıtabileceğini düşünmek daha anlaşılır olabilir. Öyle ki, modern toplumlarda birey, çoğu durumda kendini evrensel tarihle açıklamaya çalışır. Diğer bir değişle, insanlığın gelişiminin tarih tarafından oluşturulduğu kanısı hakimdir. Oysaki arkaik ve geleneksel toplumlarda insan, kendi- sini mitlerle açıklamaya çalışır. Onun için, kabilesinin mitsel öyküsünü hatırlamak ve bunu diğer nesillere aktarmak birincil önceliktir. Çünkü kökenine ilişkin bir mitin; kült yoluyla yeniden gerçekleşmesi sayesinde, tanrılarının, kahramanlarının veya atalarının yaptıkları şeyleri ve deneyimleri, tekrardan yaşayacaklarına ve bu sayede topluluğun bütünüyle yenileneceğine inanırlar (Elidea, 2001:22-32,150).
Levi-Strauss'a göre mitoloji statiktir; mitte aynı olaylar tekrar tekrar birleştirilmiş olarak görülür. Ancak bu mitsel olaylar, tarihe kapalı bir sistem içinde zıtlık ilişkisi içinde yer alırlar. M. Eliade göre bu ayrım, mitin çevrimsel, tarihin ise doğrusal olmasından kaynaklıdır. Genel anlamda ise mite yönelik üç tür yaklaşımdan bahsedilebilir. Bunlar: (i) B. Malinowski tarafından geliştirilen ve dinler tarihçisi Mircea Eliade tarafından genişletilen mitlerin, toplumsal imtiyazlar olduğu ve böylece bireyler için model davranış kalıpları sunduğu diğeri ise (ii) geleneksel ve modern devlet ayrımına atıfta bulunarak mitlerin ardındaki entelektüel olaylara odaklanılması ve üçüncü olarak (ii) Levi-Strauss'un miti ikili karşıtlık olarak anlamlandırma ve böylece toplumsal yapıyı çözümleme çabası olarak kavramsallaştırılabilir (Herzfeld,2012: 259-262).
Bu yaklaşım içinde Levi-Strauss, her bir mitin içerisinde yer alan kodu bulunduğunu ve her koddaki öğelerin, birbirleriyle bağıntısının öteki kodlara karşılık geldiğini ve simgesel bu kodların tümünün bir dil gibi yapılandığını belirtir. Mitler sayesinde de, o topluluğa has zihnimizde anlam dizgeleri oluştuğunu ve o topluluk hakkında önemli verilere ulaşıldığını belirtir (Levi-Strauss, 1986:8-9). Ona göre mitlerin gerçek dünyadan bağımsız, kendilerine özgü bir mantıkları vardır. Bunlar soyutlanabilir bir model olduğundan, modeller vasıtasıyla bireyler, gerçek dünyadaki konumlar hakkında fikir edinirler. Mitler sayesinde olayların nasıl gerçekleştiği, kimler tarafından, niçin ve hangi koşullarda yapıldıkları açıklığa kavuşur. Bu yönüyle mitleri kutsal tarih olarak niteleyebiliriz (Bates,2009:442, Elidae,2001:185).
Öyle ki, Strauss'a göre mitler bir masal değildir; toplumun bilinmeyen ataları tarafından yeni nesillere aktarılan mesajlar bütünüdür. Bu mesajlar bütünü birden fazla mitin bir araya gelmesi nedeniyle karmaşık bir görüntü verir. Yapılması gereken de bu karmaşık yapıyı anlamlandırmak ve topluluğa özgü genel ilkeleri ortaya çıkarmaktır (Piaget,1982). Malinowski ise miti toplumsal yaşamdaki işlevine bağlı olarak tanımla- maya çalışmıştır. Ona göre mit, ilkel bir toplulukta var olduğu haliyle yalnız anlatılan bir öykü değil, insanın yazgısını sürekli etkileyen, yaşanan canlı bir gerçekliktir. Yani mit bir simge değil, nesnenin doğrudan ifadesidir; bilimsel ilgiyi doyurmaya yönelik bir açıklama değil, uzak geçmişteki bir gerçekliğin anlatı biçiminde yeniden yaşatılmasıdır (Malinowski, 2000: 98-99).
Malinowski mitleri, kültürel ihtiyaçlara cevap verebilen bir güç olarak açıklamıştır. Bu kapsamda Malinowski miti, iktidar, imtiyaz ve mülk sahipleri arasında kullanılan toplumsal bir yasa olarak açıklamış ve var olan düzenin meşrulaştırıcı bir gücü olarak öne çıkarmıştır. Bu özelliğiyle mit, iktidar yapısına saygınlık verme, davranış kurallarının kontrolü ve adetleri belirleme gibi toplumsal olaylara yön verebilmesi bakımından önemli bir araç olarak kabul görmüştür. Bu anlayış içinde mitler, toplumların ideolojilerine yönelik seçimlerde önemli çıkarsamalar sağlar. Örneğin, Güney Afrika'daki Sotho ve Nyakyusa topluluklarında mitsel olgular, dirimsel gücü pekiştirmek ve böylece şeflik makamına (iktidara) güç kazandırmak amaçlı kullanılırlar (Balandier, 2010:117-118; Maspetiol, 1974:815).
Bu konuda çalışmalarıyla bilinen diğer bir antropolog James Frazer'dır. Frazer, mitoslara, anlatımda ve olay örgüsünde metaforların ağırlıklı olduğu edebi ürünler olarak yaklaşır. Bu nedenle de mitosları, belirli olayların, olguların açıklamaları olarak ele alıp değerlendirmek gerektiğine inanır. İlkel ve geleneksel toplulukların mitoslara ve ritüellere başvurmalarının ardında, insanların içsel dürtülerle belirli yararları elde etmenin yattığını düşünür. Örneğin, çok değişik kültürlerde karşılaşılan krallara yönelik yasak ve tabuların amacı: “doğanın uyumunu bozarak kendini, halkını ve evreni genel bir felakete sürükleyebilecek bir davranışta bulunmasını önlemektir” şeklinde açıklar (Frazer, 1991:116).
Mit konusunda bilindik diğer bir isim olan Joseph Cambell, mitosların doğru yorumlandıkları takdirde günümüz toplumsal yaşamda kullanılabilen etkin birer yaşam rehberi olabileceklerini öne sürer. Ona göre insanın yaşamını anlamsız bulması mitleri yaşamına dahil etmemesinden kaynaklanır. Bu manada Cambell, insanların mitlerden yoksun olmasını çağdaş insanın inanışlarında bilimi ön plana çıkarıp mitlere yer vermemesine bağlar. Tüm bunların yanında Cambell, mitin sembolik, psikolojik ve sınırsız bir benlik ile açıklanması durumunda bilime yaklaşacağını ve günümüz insanının bunu kabul edebileceğini belirtir. Bu kabullenişin de toplumsal huzuru ve uyumu getireceğini savunur (Dundes, 1984).
Bir din tarihçisi olan Pettazzoni ise mitlerin içeriği, gerçekliği ve öyküye olan benzerliği konusunu işlemiştir. Pettazzoni, Kuzey Amerikalı Pawnee, Cherokee, Pima ve Oglala Dakota kabileleri, Avustralya'da Karadjeri kabilesi, Afrika'da Herero ve Negro kabileleri gibi birçok ilkel halkın anlatılarının topluluk içi gerçek anlatılar olarak kabul gördüğünü belirtmiştir. Bu anlayış içinde mitin basit bir kurgudan ibaret olmadığını gerçek anlamda bir hikâye ya da öykü niteliği taşıdığını söylemiştir. Nesneleri, dünyayı ve insanlığı, yaşam ve ölümü, hayvan ve bitki türlerini, inanışları ve ona bağlı ritüelleri, avlanmayı ve çiftçiliği ve şifacılık gibi birçok toplumsal olayın kökenini açıklayabilmesi, mitin gerçek bir öykü olduğunun önemli bir göstergesi olarak saymıştır. Bulunduğumuz zaman ya da toplumun şimdiki yapısının mitlerden kaynaklandığını ve mitin içinde yer alan tanrısal ya da insanüstü kişilikler, bunların başarıları ve tüm bunlara ilişkin anlatıların, şu anki durumun gerçek bir yansıması olduğunu belirtmiştir. Bu şekliyle miti, yalnızca içeriğiyle değil, kutsallığın somutlaştırılmasıyla gerçek bir nitelik ve tarihsel amaçlara katkı sağlayan gerçek bir ürün olarak kabul etmiştir (Pettazzoni, 1984:99-102).
Diğer bir ifade ile Batılı araştırmacılar mite yönelik öngörülerinde geçmişteki söylemlere tezat oluşturabilecek anlamlar yüklemişlerdir. Geçmişte uydurma ya da gerçek dışı olarak tanımlanan mit, günümüzde bu anlamından sıyrılarak kadim toplumlarda anlaşıldığı biçimiyle kutsala ilişkin gerçek bir öykü veya insanın yaradılışını açıklayan kutsal bir anlatı, diğer bir şekliyle dinsel bir söylem biçimi olarak açıklanmakta ve bu yönüyle kabul edilebilir nitelikte olduğu için son derece önemli sayılmaktadır. Ancak mit kavramına yüklenen bu yeni anlam, onun günlük yaşamda kullanılan anlamını oldukça karmaşıklaştırır. Çünkü bu sözcük, günümüzde kurgu veya hayal anlamına geldiği kadar, özellikle antropologlar ve din tarihçileri arasında yaygın olan, kutsal gelenek ya da kutsal bir anlatı anlamında da kullanılmaktadır. Bu yönüyle mit, çok sayıda birbirini tamamlayan nitelikteki bakış açılarına göre ele alınıp yorumlanan son derece kompleks bir kültür örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Mitos yapısı, içeriği ve ortaya çıkış şekli itibarıyla kadim toplumlarla anılması bakımından, evrenin yaradılışına yönelik duyguları, düşünceleri ve onun temsil edilme şeklini doğadaki gerçeklik üzerine kurgular. Mit, belirli bir gerçekliğin yansıması olarak bir olay örgüsünün nasıl yaratıldığı ya da nasıl var olmaya başladığını açıklamaya çalışır. Yani mit, bir olayın gerçekten var olup bitmiş, tam anlamıyla ortaya çıkmış olduğu şeyden söz eder (Eliade,2001:11-16).
Bu kapsamda mit, anlatılan öyküden öte canlandırılan gerçekliğin toplumsal manada ritüelle uygulama biçimi olarak karşımıza çıkar. Çünkü doğallığını muhafaza etmesi ve bu şekliyle nesilden nesile aktarılması, onu geçmişle günümüz arasında ortak olan anlamlara, duygulara bir gönderme yapar. Bu onun, geçmişe ait bir bilgiden ziyade sürekli yaşayan bir anımsama ve tarihsel sürecin bir parçası olarak organik bir bağ işlevi gördüğünü anlatır (Malinowski, 2000).
Mitlere ilişkin diğer açıklama da öncülüğünü Sigmund Freud'ün yaptığı mitosu, bilinçdışı bireysel ve toplumsal süreçlerle ilişkilendirerek yapılan açıklamadır. Ona göre mitler bilinçaltının istek, korku ve iç çatışmalarının bir ürünüdür. Örneğin obsesyon ya da nevroz gibi ruhsal rahatsızlıkları, ilkel toplumların inanç ve pratikleriyle karşılaştırmış ve atalardan gelen deneyimlerin yeni nesillere bilinçli ve bilinçsiz süreçlerle aktarıldığını ifade etmiştir (Freud,2002:359).
Süreç içinde toplumsal algıda meydana gelen değişiklikler (psikolojik, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak), mit kavramını anlamadaki çabada da bir farklılık getirdi. Öyle ki insanlar, bize önemli gelen bir şey söylediğinde acaba gerçek mi deyip, düşüncelerimizi ona göre şekillendiririz. Mitler de ait olduğu topluluğun tarihi, çevresel ya da diğer unsurlarına (ekonomik, siyasi...) bağlı olarak bir öngörü ortaya atar, kurgular ve inanç sistemleriyle ona işlerlik kazandırır. Bu yönüyle mitler, davranışlarımızı ayarlar ve yaşantımızın etkisi üzerine yeni bir düşünce ortaya çıkarır. Öyleyse mit, gerçeklere dayalı bilgi verdiği için değil, etkili olduğu için gerçektir. Eğer yaşantımızı etkiliyor, düşüncelerimize yeni bir anlam katıyorsa, demek ki mit kurgudan öte gerekli ve gerçek bir olgudur (Armstrong,2005:10-13).
Aslında, günümüz koşullarında pek çok alanda mit ve onun uygulama biçimi olan ritüelleri görmek mümkündür. Modem toplumsal yaşamda bilimin gelişmesi ve yeni bilgilere ulaşılması ve buna bağlı olarak gelişen kitle iletişim araçları yoluyla toplumlara kabul ettirilen mit imgeleri ve ona bağlı davranışları mitlerin, günümüz koşullarına uyarlanma biçimi olarak görebiliriz. Bu anlayış içinde mitler, filmler ya da reklamlar aracılığıyla tekrar tekrar gündeme gelebilmekte ve kitleleri etkileyebilme aracı olarak kullanılabilmektedir.