Yeni Başlangıç Üzerine
İki fevkalade enstitü tarafından, zamana karşı duran şehir Kahire’de konuk edilmekten şeref duyuyorum. El Ezhar bin yıldan uzun bir süreden beri İslam öğretisinin rehberi olmuş ve Kahire Üniversitesi de yüzyıldan uzun zamandır Mısır’ın gelişmesinde rol oynamıştır. Siz, birlikte, gelenek ve gelişme arasındaki ahengi temsil ediyorsunuz. Sizin ve Mısır halkının konukseverliği için teşekkür ediyorum. Aynı zamanda Amerikan halkının iyi dileklerini, ülkemdeki Müslüman toplumun barış selamını size iletmekten gurur duyuyorum: “Esselâmünaleyküm.” (Alkışlar)
Biz, Amerika Birleşik Devletleri ile dünya genelinde Müslümanlar arasında, kökleri herhangi güncel politik tartışmanın çok ötesine uzanan tarihi konulara dayanan gergin bir dönemin yaşandığı bir zamanda bir araya geliyoruz. İslam ve Batı arasındaki ilişkiler yüzyıllarca süren barış içinde bir arada yaşama ve işbirliği ile birlikte, anlaşmazlık ve dini savaşları da kapsar. Son zamanlarda bu gerginlik, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin çoğu zaman hak ve olanaklardan mahrum edilmesine yol açan sömürgecilik ve ülkelerin kendi arzuları dikkate alınmadan genellikle ellerinden vekâlet alınmış gibi davranılan bir Soğuk Savaşla beslendi. Ayrıca, modernleşme ve küreselleşmenin getirdiği köklü değişiklikler birçok Müslümanın, Batıyı İslam geleneklerine düşman olarak görmesine yol açtı.
Şiddet yanlısı aşırı uçlar, İslam dünyasının küçük ama güçlü bir kesiminde kendi çıkarları için bu gerginlikten faydalandı. Bu aşırıcıların gerçekleştirdiği 11 Eylül 2001 saldırıları ve sivil topluma karşı şiddete başvurmağa devam etmeleri ise, ülkemde bazı kişilerin İslamı sadece Amerika ve Batı ülkelerine değil, insan haklarına da düşman olarak nitelemelerine yol açtı. Bu durum, korku ve güvensizliği daha da besledi.
Bizim ilişkilerimiz aramızdaki farklılıklarla tanımlandığı sürece, barış yerine nefret tohumu ekenleri ve adalet ve refahı sağlamağa yardım edebilecek işbirliği yerine anlaşmazlığı destekleyenleri güçlendirmiş olacağız. Bu şüphe ve uyuşmazlık döngüsü sona ermelidir. Ben Kahire’ye Amerika Birleşik Devletleri ile dünya genelindeki Müslümanlar arasında karşılıklı çıkar ve karşılıklı saygıya dayanan, Amerika ve İslamın birbirleriyle zıt olmadığı ve rekabete gerek bulunmadığı gerçeğine dayanan yeni bir başlangıç arayışı ile geldim. Aslında onlar birbirini tamamlar, adalet ve gelişim, hoşgörü ve bütün insanların saygınlığı gibi ortak ilkeleri paylaşır.
Değişimin bir anda gerçekleşemeyeceğini bilerek hareket ediyorum. Bu konuşmam ile ilgili olarak çok şeylerin söylendiğini de biliyorum ama yıllardır süren karşılıklı güvensizlik bir konuşma ile ortadan kaldırılamaz. Ayrıca bizi bu noktaya getiren karmaşık soruların tamamına da sizinle geçirdiğim şu kısa zamanda cevap veremem. Ne var ki, ilerlemek için, yüreklerimizde sakladıklarımızı ve genellikle kapalı kapılar arkasında söylenenleri birbirimize açıkça söylememiz gerektiğine inanıyorum. Birbirimizi dinlemek, birbirimizden öğrenmek, birbirimize saygı göstermek ve ortak bir zemin bulmak için devamlı olarak çaba göstermeliyiz. Mukaddes Kuran’ın bize söylediği gibi, “Allah’ı aklından çıkarma ve daima gerçeği söyle.” (Alkışlar) Benim bugün yapmağa çalışacağım şey de budur, insan olarak paylaştıklarımızın bizi ayıran güçlerden çok daha kuvvetli olduğu yolundaki inancımdan şaşmadan, önümüzdeki fevkalade görevin önemini bilerek, elimden geldiği kadar gerçekleri yansıtmak.
Şimdi, bu inancımın bir kısmı kendi tecrübelerime dayanır. Ben bir Hıristiyanım, fakat babam Müslüman nesilleri de kapsayan bir Kenyalı ailedendir. Çocukluğumun birkaç yılını Endonezya’da, her gün şafak vakti ve gün batarken ezan dinleyerek geçirdim. Gençliğimde birçok Müslümanın kendi inancıyla saygınlık ve huzur bulduğu Şikago toplumlarında çalıştım.
Bir tarih öğrencisi olarak, medeniyetin İslama olan borcunu da biliyorum. El Ezhar Üniversitesi gibi yerlerde, yüzyıllarca tahsil ışığını taşıyan, Avrupada Rönesans ve Aydınlanmanın yollarını açan İslam olmuştur. Cebir düzenini, manyetik pusulayı, yön güdüm cihazlarını, yazı ve basımda ustalaşmamızı, hastalıkların nasıl yayıldığını ve nasıl tedavi edilebileceğini anlamamızı, Müslüman toplumlarda yapılan icatlar sağladı. İslam kültürü bize harika kemerler, yüksek kuleler, zamana baş eğmeyen şiirler, unutulmaz müzik, zarif hattatlık ve huzurlu tefekkür yerleri kazandırdı. Ve İslam tarih boyunca gerek söz ve gerekse eylemde dini hoşgörü ve ırk eşitliğinin yarattığı fırsatları sergiledi. (Alkışlar)
İslamın her zaman Amerika’nın geçmişinin bir parçası olduğunu da biliyorum. Ülkemi ilk tanıyan ulus Fas’tı. İkinci Devlet başkanımız John Adams 1796 Tripoli Anlaşmasını imzalarken şöyle yazmıştı "Amerika Birleşik Devletleri’nin içinde, Müslümanların kurallarına, dinine ve ruhuna karşı hiçbir husumet yoktur". Ve kuruluşumuzdan beri, Amerikalı Müslümanlar Birleşik Devletleri zenginleştirmiştir. Onlar savaşlarımızda savaştı, devletimizde hizmet etti, vatandaşlık haklarını savundu, ticaret kurdu, üniversitelerimizde ders verdi, spor alanlarında yükseldi, Nobel Ödülleri kazandı. En yüksek gökdelenlerimizi inşa etti ve Olimpiyat Meşalemizi yaktı. Kongreye seçilen ilk Müslüman Amerikalı, ülkemizin kurucularından Thomas Jefferson’ın özel kitaplığında sakladığı Kuran’a el basarak Anayasamızı savunacağına yemin etti. (Alkışlar) İslam dininin ilk başladığı bölgeye gelmeden önce İslamı üç kıtada tanıdım. Amerika ile İslam arasındaki ortaklığın, İslamın ne olmadığına değil ne olduğuna esaslanması gerektiğine dair inancıma da bu deneyimim ışık tutar. Ve ben İslam hakkında, nerede olursa olsun olumsuz stereo tiplemelerle mücadele etmeyi Amerika Birleşik Devletleri başkanı olarak üstlendiğim sorumluğun bir bölümü kabul ediyorum.
Ama aynı ilkeler Müslümanların Amerika hakkındaki algılamalarına da uygulanmalıdır. (Alkışlar) Müslümanlar nasıl böyle çiğ bir klişeye sığmıyorsa, Amerika da sadece kendi çıkarlarına hizmet eden imparatorluk klişesine sığdırılamaz. Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın tanık olduğu en büyük gelişmenin kaynağı oldu. Biz bir İmparatorluğa karşı gerçekleştirilen devrimden doğduk. Biz herkesin eşit yaratıldığı ideali üzerinde kurulduk ve yüzyıllarca bu kelimelere anlam kazandırmak için hem kendi ülkemiz sınırları içinde, hem de dünyada mücadele verdik, kanımızı akıttık. Biz dünyanın her köşesinden gelen her kültürle yoğrulduk ve kendimizi basit bir kavrama adadık: E pluribus unum: "Çokluktan birliğe."
Şimdi, Barak Hüseyin Obama adlı, Afrika kökenli bir Amerikalının başkan seçilebilmiş olması konusunda çok şey yazılıp söylendi. (Alkışlar) Oysa benim öyküm o kadar da benzersiz değildir. Amerika’ya gelen herkesin başarı rüyası gerçekleşmemişse de, bu vaat kıyılarımıza gelen herkes için mevcuttur -ki bu, şu anda ülkemizdeki yaklaşık yedi milyon Müslüman Amerikalıyı da kapsar. Bu arada şunu da belirtmeliyim ki, ülkemizdeki Müslüman Amerikalıların gelir ve eğitim düzeyi Amerika genelinde ortalamanın üzerindedir. (Alkışlar)
Ayrıca, Amerika'daki özgürlük, bir kişinin dinine ibadet etme özgürlüğünden ayrılamaz. Bu yüzden Amerika Birleşik Devletleri’nin her eyaletinde olmak üzere sınırlarımız dahilinde toplam 1200’den fazla cami vardır. Bu yüzden devletimiz kadın ve kızların başını örtme hakkını korumak, onları bu haktan mahrum etmek isteyenleri cezalandırmak için mahkemeye başvurmuştur. (Alkışlar)
Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın: İslam Amerika’nın bir parçasıdır. Ve inanıyorum ki, Amerika ırk, din, hayat tarzı gibi konulara bakmadan kendi gerçeğine sadıktır ve hepimiz barış ve güvenlik içinde yaşamak; tahsil görmek ve onurlu çalışmak; ailelerimizi, toplumumuzu ve Tanrımızı sevmek gibi ortak istekleri paylaşıyoruz. Bu paylaştığımız şeyler tüm insanların ümididir.
Elbette biz ortak insanlığımızı kabul etmenin, görevimizin sadece başlangıcı olduğunu biliyoruz. Sözler tek başına insanların ihtiyacını karşılamağa yetmez. Bu ihtiyaçlar ancak önümüzdeki yıllarda cesur adımlar atarsak, zorlukları birlikte göğüslersek ve bunu başaramadığımız takdirde hepimizin zarar göreceğini anlarsak karşılanacaktır. Çünkü yakın zamandaki tecrübelerden gördük ki, bir ülkede mali sistemin zayıflaması, her tarafta refahı etkiliyor. Bir yeni grip virüsü bir insanı etkilediğinde herkes risk altına giriyor. Bir devlet nükleer silah elde etmek isteyince tüm ülkeler için nükleer saldırı riski artıyor. Şiddet yanlısı aşırı uçlar bir dağın arkasında faaliyet gösterdiğinde okyanus ötesindeki insanlar tehlikede oluyor. Darfur’da, Bosna’da masum insanlar katledildiğinde bu hepimizin vicdanında bir kara leke oluyor. (Alkışlar) 21. yüzyılda bu dünyayı paylaşmanın anlamı işte budur. İnsan olarak birbirimize karşı sorumluluğumuz da budur.
Bu, taşınması zor bir sorumluluktur. Çünkü insanlık tarihi, çıkar uğrunda diğer ülke veya kabileleri ve evet dinleri de, kendilerine boyun eğdirmenin tarihi olmuştur. Oysa yeni çağda bu tür tavırlar, tavrı koyana zarar veriyor. Birbirimize o kadar bağımlıyız ki, devlet veya grubu başkasından üstün tutan herhangi bir dünya düzeninin başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmazdır. Bu yüzden geçmiş hakkında ne düşünürsek düşünelim, onun esiri olmamalıyız. Bizim problemlerimiz ortaklıkla çözümlenmeli ve gelişimimiz paylaşılmalıdır. (Alkışlar)
Bu, gerginlik kaynaklarını görmezden gelmemiz gerektiği anlamına gelmez. Aslında bunun tam tersini gösterir. Bu gerginlikleri cesaretle göğüslemeliyiz. Burada, izin verin, sonuçta birlikte göğüslememiz gerektiğine inandığım bazı çok özel meseleler hakkında elimden geldiği kadar açık ve net konuşayım.
Karşı çıkmamız gereken ilk mesele, her şekliyle şiddet yanlısı aşırıcılıktır.
Ben Ankara’da, Amerika’nın İslamla savaşmadığını ve asla savaşmayacağını açıkça ifade ettim. (Alkışlar). Bununla birlikte güvenliğimiz için ciddi tehlike oluşturan, şiddete başvuran aşırı uçlara amansızca karşı duracağız. Çünkü her dinden insanın reddettiği şeyi biz de reddediyoruz. O da masum erkek, kadın ve çocukların öldürülmesidir. Ve Amerikan halkını korumak Başkan olarak benim birinci vazifemdir.
Afganistan’daki durum gösteriyor ki, Amerika’nın hedefleri ve birlikte çalışma ihtiyacı özdeştir. Yedi yıldan uzun bir süre önce, Amerika Birleşik Devletleri El Kaide ile Taliban’ı, büyük uluslararası destek ile takibe başladı. Biz oraya kendi seçimimiz sonucu değil, mecbur kaldığımız için gittik. 11 Eylülle ilgili bazı sorular ve hatta gerekçeler ortaya atıldığının farkındayım. Fakat şunu net bilelim: El Kaide o gün yaklaşık 3.000 kişiyi öldürdü. Olayda Amerika’dan ve başka uluslardan, kimseye zararı dokunmamış masum erkek, kadın ve çocuklar hayatını kaybetti. El Kaide bu insanları insafsızca katletmeyi seçti, saldırının sorumluluğunu üstlendi ve kitle ölümlerini gerçekleştirmeğe kararlı olduğunu tekrar tekrar beyan etmekte. Onlar birçok ülke ile işbirliği yapıyor ve ulaşabilecekleri alanı genişletmeğe çalışıyor. Bunlar tartışma konusu olan görüşler değil, yüzleşilmesi gereken gerçeklerdir.
Şu iyi bilinmelidir ki, biz askerlerimizi Afganistan’da tutmak istemiyoruz. Orada asker, askerî üs bulundurmak da istemiyoruz. Genç kadın ve erkeklerimizi kaybetmek Amerika’ya ıstırap veriyor. Bu anlaşmazlığın devam etmesi pahalıya mal oluyor ve politik sorunlara neden oluyor. Afganistan ve Pakistan’da mümkün olduğu kadar çok Amerikalıyı öldürmeğe kararlı olan şiddet yanlısı aşırı uçların bulunmadığından emin olsak her bir askerimizi memnuniyetle geri getirirdik. Fakat hâl böyle değildir.
İşte bunun içindir ki biz, 46 ülkenin yer aldığı bir koalisyona katılıyoruz. Bunun maliyetinin yüksek olması, Amerika’nın bu davaya bağlılığını zayıflatmayacaktır. Aslında, bu aşırı uçlara hiçbirimiz göz yummamalıyız. Onlar birçok ülkede adam öldürdü. Onlar farklı dinlerden insanları, hepsinden daha fazla Müslümanı öldürdü. Onların davranışları insanoğlunun hakları, ulusların gelişimi ve İslamla bağdaşmıyor. Mukaddes Kuran der ki: “Masum bir insanı öldüren, tüm insanlığı öldürmüş sayılır,” ve yine Mukaddes Kuran der ki: “Bir insanı kurtaran, tüm insanlığı kurtarmış sayılır.” (Alkışlar) Bir milyardan fazla insanın iman ettiği bu güzel din, birkaçının kısır nefretinden çok daha büyüktür. İslam, şiddet yanlısı aşırıcılıkla mücadelede problemin bir parçası değildir, barışın gerçekleştirilmesinin önemli bir parçasıdır.
Şimdi artık biliyoruz ki, Afganistan ve Pakistan’daki problemleri sadece askerî güçle çözümlemek mümkün değildir. Bu nedenle, Pakistan’la ortak olarak, okul ve hastane, yol ve ticaret yapımı için önümüzdeki beş yıl boyunca, yılda 1,5 milyar dolar yatırım yapmayı ve evlerini kaybedenlere yüz milyonlarca dolar yardım yapmayı planlıyoruz. Aynı nedenlerle Afganların ekonomilerini geliştirmeleri ve insanlara gerekli hizmetleri sağlamalarına yardım için 2,8 milyar dolardan fazla para temin ediyoruz.
Şimdi, izin verirseniz Irak konusuna da değineceğim. Afganistan’ın aksine, Irak savaşı hem benim ülkemde hem de dünyada derin fikir ayrılıklarına neden olan, zorunluluk sonucu başlatılmayan bir savaştı. Saddam Hüseyin’in diktatörlüğünden kurtulmanın, sonunda Irak halkı için daha iyi olacağına inanmama rağmen, Irak'taki olayların, Amerika’ya, problemlerimizi çözümlemek için diplomasiden faydalanmamız ve uluslararası konsensüs kurmamız gerektiğini hatırlattığına inanıyorum. Aslında bizim büyük devlet başkanlarımızdan Thomas Jefferson’ın sözlerini hatırlamak yerinde olur. O şöyle demişti, “Umarım bilgeliğimiz gücümüzle orantılı olarak büyüyecek ve bize, gücümüzü ne kadar az kullanırsak o kadar büyüyeceğini öğretecek.”
Bugün Amerika’nın çifte sorumluluğu vardır: Iraklıların daha iyi bir gelecek kurmalarına yardım etmek ve Irak’ı Iraklılara bırakmak. Irak halkına bizim orada üs kurmak istemediğimizi, onların toprak ve kaynakları üzerinde hiçbir iddiamız olmadığını açıkça bildirdim. (Alkışlar) Irak’ın egemenliği kendisine aittir. Bu nedenle, dövüş tugaylarımızın gelecek Ağustosa kadar dönmesini emrettim. Yine bu nedenle, Irak’ın demokratik yolla seçilmiş hükûmeti ile anlaşmamıza uygun olarak Irak şehirlerindeki dövüş kuvvetlerini Temmuz ayına ve Irak’taki bütün kuvvetlerimizi 2012 yılına kadar geri çekeceğiz. (Alkışlar ve bravo sesleri) Biz Irak’ın kendi güvenlik kuvvetlerini eğitmesine ve ekonomisini geliştirmesine yardım edeceğiz. Ayrıca, güvenli ve toprak bütünlüğü olan Irak’ı asla bir koruyucu gibi değil, bir ortak olarak destekleyeceğiz.
Ve nihayet, Amerika aşırı uçların şiddet hareketlerini hiçbir zaman hoşgörüyle karşılayamayacağı gibi ilkelerimizi de hiçbir zaman değiştirmeyecek ve unutmayacağız. Onbir Eylül ülkemiz için son derecede büyük bir sarsıntıydı. Bu olayın neden olduğu korku ve kızgınlık anlayışla karşılanabilirdi ama bazı durumlarda bizi, ideallerimizle çelişen davranışlara sürükledi. Bu gidişatı değiştirmek için somut adımlar atmaktayız. Ben Amerika Birleşik Devletleri’nin işkenceye başvurmasını kesinlikle yasakladım ve Guantanamo Körfezindeki hapishanenin önümüzdeki yılın ilk aylarında kapatılmasını emrettim. (alkışlar)
Amerika, ülkelerin egemenliklerine ve hukukun üstünlüğüne saygılı kalarak kendisini savunacaktır. Ve biz bunu, aynı şekilde tehdit altında olan Müslüman toplumlarla ortak olarak yapacağız, çünkü aşırı uçlar Müslüman toplumlarında ne kadar çabuk izole edilir ve dışlanırsa hepimizin güvenliği o kadar çabuk sağlanır.
Şimdi, konuşmamız gereken ikinci büyük gerginlik kaynağı da İsraillilerle Filistinliler ve Arap dünyası arasındaki durumdur. Amerika’nın İsrail’le güçlü bağları herkese malumdur. Bu bağ kırılamaz. Bu bağ kültürel ve tarihi ilişkilere ve Musevilerin vatan isteğinin inkar edilemez trajik bir tarihe dayandığının kabul edilmesine esaslanır.
Museviler, dünyanın her yerinde yüzyıllar boyu zulme maruz kalmış ve anti-Semitizm Avrupa'da benzeri görülmemiş Musevi Katliamı ile doruğa erişmiştir. Yarın, Musevilerin III. Reich Hükümeti tarafından köleleştirildiği, işkence gördüğü, vurularak ve gaz odalarında gazlanarak öldürüldüğü kamp ağının bir parçası olan Buchenwald’ı ziyaret edeceğim. Altı milyon Musevi öldürüldü ki bu sayı şu anda İsrail’de yaşayan Musevilerin toplam sayısından fazladır. Bu gerçeği inkâr etmek asılsızdır, cehalet ve nefrete işaret eder. İsrail’i yıkmakla tehdit etmek veya Museviler hakkında kötü stereo tiplemeleri tekrarlamak son derece yanlış olduğu gibi, bir yandan İsraillilerin o acı hatıralarını canlandırırken öte yandan da bölge halkının hak ettiği barışa engel olur.
Diğer taraftan, Müslüman ve Hıristiyan Filistin halkının da kendilerine vatan edinebilmek için çektikleri eziyet inkâr edilemez. Filistin halkı 60 yıldan uzun bir zamandır, yerlerinden yurtlarından ayrı düşmenin acısına katlandı. Çoğu Batı Şeria, Gazze ve komşu arazilerdeki mülteci kamplarında, şimdiye kadar hiçbir zaman yaşayamadıkları barış ve güvenlikli hayatı bekliyor. Her gün, işgalle gelen büyük veya küçük hakaretlere tahammül ediyorlar. Bu yüzden, Filistinli halkın durumunun tahammül edilmez düzeyde olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Amerika, Filistinlilerin onur, olanak ve kendi devletlerine sahip olma konusundaki meşru emellerine sırt çevirmeyecektir. (Alkışlar)
Uzun yıllar bir çıkmaz yoldaydık: karşımızda, her biri uzlaşmayı zorlaştıran acı geçmişleri ve meşru talepleri olan iki halk var. Suçu birbirinin üzerine atmak -Filistinlilerin yerinden yurdundan olmalarına sebep olarak İsrail devletinin kurulmasını göstermeleri, İsraillilerin de, tarihleri boyunca sınırları dahilinde ve ötesinde, sürgit husumet ve saldırılara hedef olmalarının sebebi olarak Filistinlileri göstermeleri kolay olandır. Gerçekte bu anlaşmazlığa sadece bir ya da diğer taraftan bakarsak gerçeğe gözlerimizi kapamış oluruz. İki tarafın isteğini yerine getirmek için tek çözüm, Filistinliler ve İsraillilerin barış ve güvenlik içinde yaşayabilecekleri iki devlettir. (Alkışlar)
Bu hem İsrail’in, hem Filistin’in, hem Amerika’nın hem de dünyanın yararınadır. Ve bu nedenle ben bu sonucu gerçekleştirmek için, bu zor görevin gerektirdiği tüm sabır ve azmi göstererek bizzat çalışacağım. Yol Haritası anlaşması altında tarafların sorumlulukları bellidir. Barışa ulaşmak için onların ve hepimizin sorumluluklarımıza sahip çıkma zamanı gelmiştir.
Filistinliler şiddeti bırakmalıdır. Şiddet ve öldürme yoluyla direnmek yanlıştır ve başarı kazandırmayacaktır. Yüzyıllar boyunca, Amerika’daki siyahlar köle olarak kamçıların altında azap çekti ve ayrımcılığın yarattığı hakaretlere katlandı. Fakat sonunda şiddet değil, Amerika’nın kuruluşunun temelindeki ideallere esaslanan barışçıl ve kararlı ısrar sayesinde eşit haklar kazandı. Bu hikâye Güney Afrika’dan Güney Asyaya, Doğu Avrupadan Endonezya’ya kadar birçok ulus tarafından anlatılabilir. Bu basit bir gerçeği, şiddetin çıkmaz sokak olduğunu gösteren bir öyküdür. Bu, uyuyan çocuklara roket atmanın ya da yaşlı kadınları taşıyan otobüsü bombalamanın ne bir güç ne de cesaret olduğunun işaretidir. Ahlaki üstünlük bu şekilde kazanılmaz, olsa olsa bu şekilde kaybedilir.
Şimdi Filistinlilerin neler yapabileceklerine odaklanmalarının zamanıdır. Filistin yönetimi, halkının ihtiyaçlarına hizmet edecek kurumlar da dahil, yönetme kapasitesini geliştirmelidir. Hamas bazı Filistinliler tarafından desteklenmektedir ve onun da sorumlulukları olduğunu kabul etmesi gerekir. Filistinlilerin emellerinin yerine getirilmesinde ve Filistin halkının birlik olmasında rol oynamak için, Hamas şiddeti durdurmalı, geçmişte yapılan anlaşmalara uymalı ve İsrail’in mevcudiyet hakkını tanımayı reddetmeye son vermelidir.
Aynı zamanda İsrailliler de, İsrail’in mevcut olma hakkı nasıl inkâr edilemezse, Filistin’in mevcudiyetinin de reddedilemeyeceğini kabul etmelidir. Amerika Birleşik Devletleri İsrail’in yerleşim merkezleri inşasına devam etmesini meşru kabul etmiyor. (Alkışlar) Bu inşaat daha önceki anlaşmaların ihlalidir ve barış sağlamak yolunda gösterilen çabaları baltalamaktadır. Bu yerleşim merkezlerinin inşaatının durdurulmasının zamanı gelmiştir. (Alkışlar)
Ve İsrail, Filistinlilerin yaşayabilmeleri ve çalışabilmeleri, toplumlarını geliştirmeleri için kendisine düşen sorumlulukları omuzlamalıdır. Gazze’de devam eden insani kriz, Batı Şeria’daki imkânsızlıklar Filistinli aileleri nasıl perişan ediyorsa İsrail’in güvenliği için de yararlı değildir. Filistin halkının günlük hayatında gelişme kaydedilmesi barışa giden yol haritasının kritik önemdeki bir parçasıdır. Bu nedenle İsrail bu gelişmenin gerçekleşmesi için somut adımlar atmalıdır.
Ve nihayet, Arap devletleri de, Arap Barış Girişiminin önemli bir başlangıç olmakla birlikte, onların sorumluluklarının sonu olmadığını kabul etmelidir. Arap-İsrail anlaşmazlığı, Arap devletlerinin kendi uluslarının dikkatini başka problemlerden uzaklaştırmasına daha fazla alet edilmemelidir. Bunun yerine, Filistin ulusunun kendi devletini idame ettirecek kurumları geliştirmesi; İsrail’in meşruluğunu tanıması ve geçmişte izlediği ve kendi amacını köstekleyen odaklaşma yerine, gelişimi tercih etmesine yardımda bulunmak için harekete geçme nedeni olmalıdır.
Amerika kendi siyasetini barış arayanlarla uyumlu hâle getirecektir ve özel olarak İsraillilere, Filistinlilere ve Araplara söylediklerimizi, halka açıklayacağız. Biz barışı zorla kabul ettiremeyiz. Ama birçok Müslüman, açıkça söylemese de, İsrail’in bir yere gitmeyeceğini kabul ediyor. Aynı şekilde birçok İsrailli de bir Filistin devletine ihtiyaç olduğunu kabul ediyor. Şimdi herkesin bildiği gerçeğin gereğini yapma zamanı gelmiştir.
Çok fazla gözyaşı aktı. Çok fazla kan döküldü. İsrailli ve Filistinli annelerin, çocuklarının büyümesini korku duymadan görebilecekleri günün gelmesi; üç büyük dinin Kutsal Toprağının Tanrının istediği gibi barış yeri olması; Kudüs’ün Museviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için güvenli ve sürekli bir yuva haline gelmesi, İbrahim’in bütün çocuklarının İSRA hikayesinde Musa, İsa ve Muhammed (Tanrının rahmeti üzerlerine olsun) birlikte dua ettikleri gibi barış içinde yaşayacakları bir yer olmasına çalışmak yolunda hepimiz sorumluluk taşıyoruz. (Alkışlar)
Ortak ilgi alanımıza giren üçüncü gerginlik kaynağı ise nükleer silahlarla ilgili olarak ulusların hak ve sorumluluklarıdır.
Bu konu Amerika Birleşik Devletleri ile İran İslam Cumhuriyeti arasında gerginliğin kaynağı olmuştur. Uzun yıllardır İran kendini bir bakıma benim ülkeme muhalefetle tanımlamıştır ve gerçekten de bizim çalkantılı bir geçmişimiz vardır. Soğuk Savaşın ortasında Amerika Birleşik Devletleri İran’ın demokratik yolla seçilen bir hükûmetinin devrilmesinde etkili oldu. İslam Devriminden beri İran ABD asker ve sivillerine karşı rehin alma ve şiddet hareketlerinde rol oynadı. Bu geçmiş herkese malumdur. Ben, geçmişin tuzağında esir olmaktansa, İran’ın liderlerine ve halkına, ülkemin ileri adım atmağa hazır olduğunu açıkça ifade ettim. Şimdi mesele, İran’ın neyin karşısında olduğu değil, nasıl bir gelecek kurmak istemesidir.
Yıllarca devam eden güvensizliği bir tarafa bırakmanın kolay olmayacağını takdir ediyorum, fakat biz cesaret, dürüstlük ve kararlılıkla ilerleyeceğiz. Ülkelerimiz arasında müzakere edilecek birçok mesele olacak ve biz karşılıklı saygı esasında ve ön koşul ileri sürmeden ileri adım atmağa hazırız. Ama nükleer silahlar alanıyla ilgilenen herkes için bu konuda bir karar noktasına ulaştığımız açıktır. Konu yalnız Amerika’nın çıkarları değildir. Orta Doğuda bu bölgeyi ve dünyayı son derecede tehlikeli bir yola sürükleyebilecek bir nükleer silah yarışına engel olmak meselesidir.
Ben, bazı ülkeler nükleer silaha sahipken diğerlerinin olmamasına itiraz edenleri anlıyorum. Hangi ülkelerin nükleer silah bulundurmasını bir tek ülke seçmemelidir. Bu yüzden Amerika’nın, hiçbir ülkenin nükleer silah bulundurmadığı bir dünya istemekteki kararlılığını tekrar ve kuvvetle teyit ettim. (Alkışlar) Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması altında sorumluluğunu yerine getiren, İran da dahil her ülke, barış amaçlı nükleer enerji elde etmek hakkına sahip olmalıdır. Bu vaat Anlaşmanın özünü teşkil eder ve anlaşmayı kabul eden herkes tarafından uyulmalıdır. Ve bölgedeki tüm ülkelerin bu amaç etrafında birleşeceği konusunda ümitliyim.
Değineceğim dördüncü konu demokrasidir. (Alkışlar)
Biliyorum, son yıllarda demokrasinin yayılması konusunda fikir ayrılıkları oldu, bu tartışmaların çoğu Irak’taki savaşla ilgilidir. Bu nedenle, şunu vurgulamama izin verin: Hiçbir ülkeye başka bir ülke tarafından bir yönetim sistemi empoze edilemez ve edilmemelidir. Bu gerçek benim, halkına söz hakkı veren, hukukun üstünlüğüne ve bütün insanların haklarına saygı gösteren bir hükûmet sistemine olan inancımı azaltmıyor. Her ülke bu ilkeyi kendince ve kendi insanının geleneklerine uygun şekilde hayata geçirir. Barış içinde gerçekleştirilen bir seçimin sonucunu bilemeyeceğimiz gibi, Amerika herkes için neyin daha iyi olacağını bildiğini iddia etmiyor. Ama ben insanların bir takım belirli şeyleri istediklerine kesinlikle inanıyorum: düşüncelerinizi söyleme olanağı, yönetiminizle ilgili söz sahibi olma; hukukun üstünlüğüne güven duyma; adaletin eşit uygulanması; şeffaf ve halkından çalmayan hükûmet; istediğin gibi yaşama özgürlüğü gibi. Bunlar yalnız Amerikan idealleri değil, insan haklarıdır ve bu yüzden bu hakları her yerde savunacağız.
Bu vaade ulaşmak için dümdüz uzanan bir yol yoktur. Ama şu kadarı açıktır ki, bu hakları koruyan hükûmetler sonunda daha istikrarlı, başarılı ve güvenli olurlar. İdealleri bastırmak hiç bir zaman onları yok edememiştir. Amerika bütün barışçı ve yasalara uyan seslerin dünyanın her tarafında işitilmesine, hatta biz onlarla hemfikir olmasak da, saygı gösterir. Ve biz seçimlerle iş başına gelen bütün barışçı hükûmetleri, onların ulusun tamamını saygı ile idare etmeleri şartıyla, memnuniyetle karşılarız.
Bu son nokta önemlidir, çünkü bazıları demokrasiyi ancak iktidarda olmadıkları zaman savunur, iktidara geçtiklerinde ise diğerlerinin haklarını insafsızca çiğner. (Alkışlar) O halde bu tip bir durum nerede meydana gelirse gelsin, halk için ve halk tarafından seçilen bir hükûmet, tüm yetkililer için tek bir standart uygular: siz yetkinizi zorla değil fikir birliği ile sürdürmelisiniz; azınlıkların haklarına saygı göstermeli; hoşgörü ve uzlaşma ruhu ile çalışmalı; ulusun çıkarlarını ve politik sürecin meşru faaliyetini kendi partinizden üstün tutmalısınız. Bu bileşenler olmadıkça, sadece seçimlere gidilmesi gerçek bir demokrasiyi var edemez.
BİR DİNLEYİCİ : Seni seviyoruz Barack Obama!
BAŞKAN OBAMA: Teşekkür ederim (Alkışlar) Birlikte ele almamız gereken beşinci konu din özgürlüğüdür.
İslamın gurur duyulacak bir hoşgörü geleneği vardır. Tarihte bunu Endülüs ve Cordoba’da Engizisyon sırasında gördük. Ben buna, çocukluğumda, dindar Hıristiyanların, büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede serbestçe ibadet ettikleri Endonezya'da bizzat tanık oldum. Bugün ihtiyacımız olan ruh hali de budur. Her ülkede insanlar, kendi akıllarının, yüreklerinin ve ruhlarının ikna olduğu dini seçmek ve ona uygun yaşamak özgürlüğüne sahip olmalıdır. Dinin gelişmesi için önemli olan bu hoşgörünün karşısına birçok şekillerde güçlük çıkarılmaktadır.
Bazı Müslümanlar arasında birinin imanını, bir başkasının imanını reddederek ölçmek gibi rahatsız edici bir eğilim var. Dini çeşitliliğin zenginliği, ister Lübnan’daki Maruniler veya Mısır’daki Kıptiler olsun, korunmalıdır. (Alkışlar) Samimi olarak söylememiz gerekirse, Sünni ve Şiiler arasındaki bölünme özellikle Irak'ta trajik şiddet hareketlerine neden oldu, bu yüzden Müslümanlar arasındaki sert çizginin de kapanması gerekir.
Din özgürlüğü insanların birlikte yaşayabilmelerinin esasıdır. Her zaman onu koruyabileceğimiz yollar aramalıyız. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde hayırsever bağışlarla ilgili kurallar Müslümanların dinî sorumluluklarını yerine getirmelerini zorlaştırdı. Bu yüzden ben Müslüman Amerikalılarla birlikte, onların zekât vermelerini kolaylaştırmak için çalışacağım. Aynı şekilde, batı ülkelerinin Müslüman vatandaşların dinlerini kendilerinin uygun gördükleri gibi uygulamalarına, Müslüman kadınların nasıl giyinmesi konusunda olduğu gibi, engel olmamaları da önemlidir. Kısaca ifade edersek, herhangi bir dine karşı düşmanlığı liberalizm perdesi arkasına saklayamayız.
Aslında, din bizi bir araya getirmelidir. Bu nedenle biz Amerika’da Hıristiyanları, Müslümanları ve Musevileri bir araya getiren hizmet projeleri uyguluyoruz. Bu yüzden Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Dinlerarası Diyalog ve Türkiye liderliğinin Medeniyetler Birliği gibi girişimlerini memnunlukla karşılıyoruz. Dünyanın her tarafında diyalogu Dinlerarası hizmete çevirebiliriz ve böylece insanlar arasında kurulan köprüler ister Afrika’da sıtma ile savaşmak, ister bir doğal felaket sonucu kurtarma çalışması olsun, faaliyetlere yol açar.
Ele almak istediğim altıncı konu kadın hakları.
(Alkışlar) Biliyorum ve buradaki izleyicilere bakarak, bu konuyla ilgili sağlıklı bir tartışma olduğunu görüyorum. Bazı Batılıların başını örtmeyi seçen kadınların eşitliklerinden taviz verdiği yönündeki görüşlerine katılmıyorum ama eğitim hakkından mahrum bırakılan kadınların eşitlikten de mahrum bırakıldığına inanıyorum. Kadınların iyi eğitimli olduğu ülkelerin müreffeh olma olasılıklarının daha yüksek oluşu da tesadüf değildir.
Net olarak ifade edeyim: kadın eşitliği hiçbir şekilde sadece İslamın sorunu değildir. Türkiye, Pakistan, Bangladeş ve Endonezya gibi çoğunluğun Müslüman olduğu ülkelerin kadınları lider seçtiklerine tanık olduk. Öte yandan kadının eşitliği uğraşı Amerikan hayatının belli yönlerinde ve dünyadaki diğer ülkelerde hâlâ sürüyor.
Kızlarımızın da, erkek evlatlarımız kadar topluma katkıda bulanacağına inanıyorum. (Alkışlar) Bizim ortak refahımız tüm insanlığın -kadınların ve erkeklerin- tam potansiyellerine ulaşmalarına izin verilerek sağlanacaktır. Kadınların eşit olabilmek adına erkeklerle aynı seçimleri yapmak zorunda olduklarına katılmıyorum ve geleneksel rollerde yaşamlarını sürdürmeyi seçen kadınlara saygı duyuyorum. Ama bu onların seçimi olmalı. İşte bu nedenle ABD herhangi bir çoğunluğu Müslüman ülkeyle ortaklık içinde kızların okuryazarlığının artmasına katkıda bulunacak ve bu genç kadınların rüyalarını gerçekleştirmelerine yardımcı olacak mikro-finansman seçenekleriyle istihdam arayışına girmelerine destek olacaktır. (Alkışlar)
Son olarak, ekonomik kalkınma ve fırsatları gözden geçirmek istiyorum.
Biliyorum ki çoğumuz için küreselleşmenin çelişkili tarafları var. Internet ve televizyon bilgi ve fikirler sunarken beraberinde suça yönlendirici cinselliği ve düşüncesiz şiddeti de eviçlerine getirebiliyor. Ticaret refah ve yeni fırsatlar sunarken, büyük huzursuzluklar ve toplumsal değişikliklere de neden oluyor. Amerika da dahil olmak üzere tüm uluslarda bu değişim korku getirebiliyor. Modernlik yüzünden ekonomik seçimlerimiz, politikalarımız ve daha da önemlisi kimliklerimiz üzerindeki kontrolümüzü kaybedeceğimiz korkusu - toplumlarımızda, ailelerimizde, geleneklerimizde ve inançlarımızda en değer verdiğimiz yönler.
Ama aynı zamanda insanın gelişiminin engellenemeyeceğini de biliyorum. Gelişme ve gelenek çelişmek zorunda değildir. Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler ekonomilerini muazzam ölçüde geliştirirken özgün kültürlerini korudu. Kuala Lumpur’dan Dubai’ye kadar inanılmaz gelişim gösteren, nüfuslarının çoğunluğu Müslüman ülkeler için de durum aynıdır. Geçmiş zamanlarda ve günümüzde İslam toplumları yeniliğin ve eğitimin öncülüğünü yapabildiğini göstermiştir.
Bu önemli, çünkü hiçbir kalkınma stratejisi sadece topraktan çıkanlara endekslenemez ya da genç insanlar işsizken sürdürülemez. Pek çok Körfez ülkesi petrol sayesinde büyük refaha kavuştu ve bazıları bunu daha geniş kapsamlı kalkınmaya odaklanmaya başlıyor. Ama hepimiz kabul etmeliyiz ki, eğitim ve yenilik 21. yüzyılın para birimi olacaktır. (Alkışlar) Birçok Müslüman toplumda bu alanda yeterli yatırım yapılmamaktadır. Ben bu tür yatırımı kendi ülkem için de vurguluyorum. ABD geçmişte dünyanın bu bölgesi ile ilgili olarak petrol ve gaza odaklanmış olsa da, artık daha kapsamlı ilişkiler arayışındayız.
Eğitim alanında değişim programlarının kapsamını arttıracağız, babamın Amerika’ya gelmesini sağlayanlara benzer bursları fazlalaştıracağız. (Alkışlar) Aynı zamanda, Amerikalıları da Müslüman ülkelerde eğitim almağa teşvik edeceğiz. Ümit vadeden Müslüman öğrencilere Amerika’da staj fırsatları sunacağız, dünyanın dört bir yanındaki öğrenci ve öğretmenler için on-line eğitim yatırımları yapacağız, yeni on-line ağlar oluşturacağız, böylelikle Kansas’taki bir genç anında Kahire’deki bir gençle temasa geçebilecek.
Ekonomik kalkınma anlamında, yeni iş dünyası gönüllüleri yaratarak onların çoğunluğu Müslüman olan ülkelerdeki eşdeğerleriyle ortaklık yapmalarını sağlayacağız. Bu yıl bir Girişimcilik Zirvesine ev sahipliği yapacağım; böylelikle ABD ve dünya genelindeki Müslüman toplumların iş dünyası liderleri, kurumları ve sosyal girişimcileri arasındaki bağların nasıl derinleştirilebileceğini belirleyeceğiz.
Bilim ve teknolojide çoğunluğu-Müslüman olan ülkeler için teknolojik kalkınmayı destekleyecek yeni bir fon başlatacağız ve işgücü piyasasına fikirler aktararak istihdam yaratmalarına yardımcı olacağız. Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu Asyada bilimsel mükemmeliyet merkezleri açacağız; buralara yeni bilim elçileri atayarak yeni enerji kaynakları geliştirme, çevre dostu işler yaratma, kayıtları dijital ortama dönüştürme, temiz su ve yeni tarım ürünlerinin yetiştirilmesi konularında ortak programlarda çalışacağız. Ve bugün İslam Konferansı Örgütüyle birlikte çocuk felcinin kökünün kazınması amacıyla yeni bir küresel çabamızı açıklıyorum. Ayrıca, ana ve çocuk sağlığını iyileştirmek için, Müslüman toplumlarla daha fazla ortaklık arayışına gireceğiz.
Bunların hepsi ortaklık içinde yapılmalıdır. Amerikalılar dünya genelindeki Müslüman toplumlarda insanlarımızın daha iyi bir yaşam sürmelerine yardım etmek amacıyla vatandaşlar ve hükûmetlerle, toplum örgütleriyle, dinî liderlerle ve iş dünyasıyla bir araya gelmeye hazırdır.
Burada tanımladığım sorunların çözülmesi kolay olmayacak. Ama aradığımız dünyaya ulaşabilmek adına bir araya gelme sorumluluğumuz var -bu dünyada aşırı uçtakiler insanlarımızı tehdit etmeyecek ve Amerikan birlikleri evlerine dönmüş olacak; bu dünyada İsraillilerin ve Filistinlilerin kendilerine ait güvenli vatanları olacak, nükleer enerji barışçıl amaçlar için kullanılacak; hükûmetler kendi vatandaşlarına hizmet edecek ve Tanrı’nın tüm çocuklarının haklarına saygı gösterilecek. Bunlar müşterek menfaatler. İstediğimiz dünya bu, ama buna ancak birlikte ulaşabiliriz.
Biliyorum ki, birçokları -Müslüman ya da değil- böyle bir başlangıcı yapıp yapamayacağımızı sorguluyor. Bazıları bölücülük tohumları ekme hevesinde ve ilerlemenin önünü kesmek istiyor. Bazıları bu çabalara değmez -uyuşmamak kaderimiz, medeniyetler çatışmaya mahkûm- diyor.
Diğerleri ise gerçek değişimin olabileceğine sadece tereddütle yaklaşıyor. Yılların biriktirdiği çok fazla korku, bir o kadar da güvensizlik var. Ama geçmişin bizi durdurmasına izin verirsek hiç ilerleyemeyeceğiz. Bunu özellikle de hangi inançtan olursa olsun, her ülkedeki gençlere söylemek istiyorum: dünyaya yeni bir vizyonla bakmak ve bu dünyayı yeniden yaratmak yeteneğine herkesten çok sizler sahipsiniz.
Zaman içerisinde hepimiz bu dünyayı kısa bir süre paylaşıyoruz. Burada sorulacak soru şudur: bu kısacık süreyi bizleri ayıran şeyler üzerine odaklanarak mı geçirelim, yoksa kendimizi, ortak bir zemin bulma, çocuklarımız için istediğimiz geleceğe odaklanma ve tüm insanların saygınlığına saygı gösterme gibi bir çabaya -istikrarlı çaba- mı adayalım.
Savaşları başlatmak sona erdirmekten daha kolaydır. Diğerlerini suçlamak kendine bakmaktan daha kolay; birinde nelerin farklı olduğunu görmek, neleri paylaştığımızı bulmaktan daha kolay. Ama biz sadece kolay olan yolu değil, doğru yolu bulmalıyız. Her dinin özünde mevcut bir kural var -kendimize nasıl davranılmasını istiyorsak başkalarına öyle davranmalıyız. (Alkışlar) Bu gerçek ulusların ve insanların ötesinde ve yeni olmayan bir inanç; bu siyah, beyaz ya da kahverengi değil; Hıristiyan, Müslüman ya da Yahudi değil. Bu inanç medeniyetlerin beşiğinden doğdu ve hâlâ dünyanın her tarafında, milyarların kalbinde atıyor. Bu başka insanlara inanmaktır ve bugün beni buraya getiren de budur.
Bizim düşlediğimiz dünyaya ulaşma gücümüz var ama bunu ancak yeni bir başlangıç yapma cesaretini gösterirsek ve yazılanları aklımızda tutarsak başarabiliriz.
Mukaddes Kuran bize şunu söyler: “Ey kullarım, biz sizi kadın ve erkek olarak yarattık ve birbirinizi tanıyasınız diye sizi kavim ve kabilelere böldük.”
Talmud şöyle der: “Tevrat’ın bütünü barışı yaymak amacı güder.”
Kutsal İncil’de şu ifade yer alır: “Tanrı barış getirenlerin tarafındadır, onlar Tanrının evlatlarıdır.” (alkışlar)
Dünyadaki insanlar barış içinde bir arada yaşayabilir. Bunun Tanrı’nın vizyonu olduğunu biliyoruz. Şimdi, dünyadaki işimiz bu olmalı.
Teşekkür ederim. Tanrı’nın rahmeti üstünüze olsun. Çok teşekkür ederim. Teşekkür ederim. (Alkışlar).
Kaynak: http://turkish.turkey.usembassy.gov/konusma_060409.html
|