Selahattin Demirtaş'ın Kobani Davası savunması

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfada devam eden bir çalışma vardır.

Dilerseniz, siz de yardım edebilirsiniz:

  • Eğer çalışma yarıda kalmışsa, çalışmayı başlatan kişiyle iletişime geçip, sayfanın durumunu ona sorabilirsiniz.
  • Sayfanın geçmişinden  sayfa üzerinde uğraşanları görebilirsiniz.
Üzerinde 7 günden fazla değişiklik yapılmayan sayfalardan kaldırılmalıdır.

25 Aralık[değiştir]


Daha önce kısmen savunma yapma imkânı buldum. 3 yılı aşkın süre yargılandığım tek sanıklı dosyada 40'ı aşkın fezlekeden yarısı anca tamamlanmışken Dosya 22. Ağır Ceza Mahkemesi ile birleştirildi. Burada ben, Figen Başkan ve Sebahat Başkan sorgularımız bile yapılmadan esasa ilişkin mütalaaya geçildi. Dolayısıyla 7 yıldır tutuklu olmamıza rağmen ilk defa savunma yapıyorum, ilk defa suçlamalara cevap verme fırsatı buluyorum. Çünkü bugüne kadar yapılan savunmalar ya tutukluluk incelemesi ya da suçlamalara cevaptı. Orada kısmen suçlamalara cevap vermiştim. 7 yıl 2 ay buldu tutukluluk süremiz. Meydanlarda yargılandık, televizyonlarda yargılandık, Meclis kürsüsünde yargılandık, hakkımızda hüküm verildi. Her birimiz ayrı ayrı ‘terörist’ olarak ‘barbar’ gibi gösterildik bugün bile cenaze törenlerinde hâlâ bizlere hakaret ediliyor, hâlâ ‘terörist’ olarak gösteriliyoruz, ama 7 yıldır ilk defa bana doğrudan savunma hakkı verildi.

Bunun bilinmesi lazım, sorgu hakkımız bu heyet tarafından gasp edildi, diğer arkadaşlarımız uzun konuştular diye sorgumuzdan vazgeçildi. Savunmama başlayacağım ama kaç gün sürer bilmiyorum. En hızlı şekilde savunmamı toparlamaya çalışıyorum ama savunmamı size vermiyorum. Ben savunmamı mahkemenize yapmıyorum, halkımıza sunuyorum. Çünkü siz de bu davanın bir parçasısınız. Onurlu bir görevi üstlenmiş siyasetçiler olarak halkımıza verdiğimiz özeleştiri olarak konuştuk, konuşacağız. Savunmam ne kadar sürer bilmiyorum. Ama 42 ayrı fezleke 19. ACM'den bu dosya ile birleşti. 42 ayrı suçlama orada var. Burada da Kobanî Davası adı altında binlerce suçlama var. 9 yıldır sürdürdüğünüz kumpasa ben kaç günde cevap veririm bilmiyorum. Bir masa dolusu binlerce savunma evrakı 7 yıldır yaptığım hazırlıklardı. Bugüne kadar savunma imkânı bulmadık. Mahkeme savunma hakkımı kesmediği sürece bütün suçlamalara cevap vereceğiz. Ama mahkemeniz bu kadar savunma yeter biz daha fazla savunma hakkı tanımıyoruz derse mikrofon sizde ben de bitirmiş olurum. Davanın bağlantılarını ortaya koyacağım. Herkes şunu bilmeli ki hakkımdaki suçlamaların tamamı yaptığım konuşmalardır. Herhangi bir gizli faaliyet veya çalışma ile suçlanmıyorum. 8 yıl 15 yıl önce yaptığım miting konuşmaları dışında tek bir delil dosyamda yoktur. Bu arkadaşlarımın tamamı için geçerlidir. Ben kendi savunmamı yaptığım için tekil konuşuyorum. Arkadaşlarım zaten belirttiler.

Bu bir siyasi intikam davasıdır. Biz siyasi amaçlar için rehin alınmış siyasetçileriz. Bugün başlayacak ve günlerce sürecek savunmamda mecburen bu konuşmalarımı anlatacağım. Çünkü savcı beni başka bir şeyle suçlamıyor, suçlayamıyor. Zaten tüm siyasi faaliyetlerim halkın gözü önünde gerçekleşen yasal faaliyetler olduğundan konuşmalar dosyaya konulmuş durumda. Bakın bugün ülkenin evlatları çatışmalarda hayatını kaybediyor bu ölümleri durduramadığımız için biz kahroluyoruz. Fakat iktidar devlet el ele verip bizim gibi barış isteyenleri hapse atıp savaş politikalarından medet umuyor. Bu tam bir ikiyüzlülüktür. Acıları ortaklaştırmak yerine bugün timsah gözyaşı döken iki yüzlülerdir. Bu savaş artık bitmelidir, silahlar tümden devre dışı kalmalıdır. Bunun da yolu siyaseti öne çıkarmaktır. Tecride son verip diyalog yöntemlerine dönmektir. Müzakere ve diyalogdan kaçanlar bu ölümlerin sorumlusudur. Kendi siyasi ikbali için silahtan savaştan medet uman her siyasetçi ikiyüzlüdür. Halkın evlatlarının kanı üzerine kendisine iktidar alanı yaratanlar ahlaktan nasibini almamış vicdansızlardır. Türkü’yle, Kürdü’yle bugün Türkiye toplumu barış için sesini yükseltmelidir. Sizi milliyetçilik galeyanıyla gaza getirenlerin bir eli yağda bir eli baldayken evlatlarınızı savaşa göndermekten geri durmuyorlar.

Bu gidişata dur diyecek olan sadece ve sadece yoksul halktır. Türk ve Kürt el ele verirse ‘savaşa karşıyız’ diyebilirse birlikte ve kardeşçe yaşamak çok daha mümkün olabilir. Huzuru sağlamak, demokrasiyi büyütmek çok daha kolay olur. Biz barış isteyen demokratik çözüme inanan siyasetçileriz. Sırf bunu istedik diye yıllarca rehin tutulmamıza rağmen halen içeriden barış diye haykırıyoruz. Ülkeyi yönetenlerde oturdukları sıcak yerden her gün savaş kararları veriyorlar. Türk halkının bu ikiyüzlülüğü artık görmesi gerekiyor. Kimin savaş kimin barış istediğini anlaması gerekiyor. Filistin’de barışı savunurken kendi ülkesinde barış isteyenleri içeri atmak tecrit uygulamak iki yüzlülük değilse nedir?

Biz her koşulda ilkeli davranmaya barışı savunmaya devam edeceğiz. Bugün Türkiye evlatları için ağlıyorsa dönüp siyasetçilerden hesap sorma vaktidir. Sıcak koltuklarından operasyon kararı verirken -20 derecede operasyona gönderdikleri gençlerin sırtına Kürt sorununu yükleyenlerden hesap sorulmalıdır. 20-22 yaşında genç çocukların toprağa verilmesini acısını biz yaşarken bizi teröristlikle katillikle suçlayan bütün iktidar yanlısı olanlar bu kandan beslenenlerdir. Hayatlarında barış sözcüğünü ağzına almadan 5 dönem milletvekilliği yapan parlamenterler var. Türkiye’nin en zengin milletvekilleri onlar.

Süleyman Soylu dün Sırrı Sakık’a ‘Ne savaşı bu terörle mücadeledir’ demiş. Bunun adı savaştır savaş. Bu savaş değilse iç hukuku hatırlatırım. Polis yetki TSK yetki kanununda operasyonların nasıl yapılacağı bellidir. Operasyona girmeden önce velev ki bir silahlı mukavemet olursa ne yapılacağı bellidir yasada. Teslim ol çağrısı yapılır. Teslim ol çağrısına karşılık silahla karşılık verirse bölge güvenlik altına alınır, yasada bunlar yazıyor. Yasaya göre böyle yapılır. Buna rağmen ısrar ederse öncelikli olarak sağ yakalamak için operasyon yapılır. Sivil halkı tehlikeye atmayacak şekilde gerektiğinde etkisiz hale getirilir.

İç hukuk böyle söyler. Ne yapılıyor? İHA ve SİHA ile infaz yapılırken F-16 ile bombalarla öldürülürken teslim ol çağrısı mı yapılıyor? Yok! Doğrudan Cenevre Sözleşmesi’ne tabiidir. Soylu, sen bunu bilmiyor musun? Bunun adı savaş hukukudur. Savaş hukukuna uyulması lazım. Herkesin uyması lazım savaş hukuku budur işte. Biz savaşa kökünden karşıyız, bu çatışmalar oluyorsa bunun adı savaştır ve herkes bu hukuka uymalıdır. En onurlu görevimiz savaşa son vermektir, çatışmaları bitirmektir. Türkiye’de birlikte huzur içinde yaşayabileceğimiz koşulları oluşturmaktır birinci görevimiz. Burada gördüğünüz siyasetçilerin hepsi barış için mücadele etmişlerdir.

Bugün milletvekillerimizi suçlayanlar bu ülkede barış olsun diye bir dakikalarını harcadılar mı? Tırnaklarını bile feda etmediler. İYİ Parti, MHP, AKP milletvekilleri ki bir kısmını tenzih ediyorum, çoğu büyük işadamı. Büyük yatırımları var. Lüks çiftliklerde oturuyorlar. Lüks arabalarının haddi hesabı yok. Siz savaş kararı alırken evlatlarınız mı Xakurk’ta Zap’ta nöbet tutuyor? Gönderin bakalım evlatlarınızı. Bir gönderin bakalım evlatlarınızı, gönderin bakalım bu kadar rahat savaş çığırtkanlığı yapabilecek misiniz? Bizim içimiz yanıyor. Ben defalarca söyledim. Dün toprağa verilen 12 asker benim kardeşimdir. Bu ülkenin yoksul halkının evlatlarıdır. Keşke barışı sağlayabilsek, onlar yaşayabilselerdi. Sorumluluk bizdedir. Biz ahlaken kendimizi sorumlu görüyoruz. Kabul etmiyoruz bunu.

Şu salonda olanlar parlamentoda olan temsilcilerimiz barış için ne yapılması gerekiyorsa hazırdırlar. Ağzını açan katliamdan, son terörist kalıncaya kadardan bahsediyor. 50 yıldır sürüyor bu teraneler, 50 sene oldu bu teraneler 50 sene. Bir şehit yakını dün ‘yeter’ diye bağırıyordu. Haklı yeter artık kimi kandırıyor bunlar. Hem bu gençlerin yaşamının sorumlusu olacaklar hem de pişkince dönüp DEM Parti’yi suçlayacaklar. Sorumlu sizsiniz, operasyonlara gönderen sizsiniz. DEM Parti günlerdir ne öneriyor? 20 yaşındaki çocukları dağa gönderip öldürmeye göndermeyin diyor DEM Parti. Kolay basit bir yolu var, maliyeti en düşük en onurlu yolu var diyor, meydanlarda yürüyüş yapıyor. Ama polis gazlıyor, copluyor, tutukluyor.

Dün DEM Parti Gençlik Meclisi üyelerinin gözaltına alınmasını hatırlata Demirtaş, “DEM Parti ‘askerleri ölüme göndereceğinize gelin tecridi kaldırın, Abdullah Öcalan ile görüşülsün’ diyor. Bunun neyi onur kırıcı? Neyi yasaya aykırı? Neyi gayrı meşru? Buna kulak verip bunlar ne diyor dinleyelim demek yerine bunu söyleyen terörist, katil. Meclis’te oturup trilyonluk ihaleleri götürüp akşam eğlencede mikrofonu uzatınca da milliyetçi öyle mi? Hadi oradan! Bizi burada yargılayan zihniyete de sesleniyorum. Asıl savaşın sorumlusu sizsiniz, dün toprağa verilen 12 evladın sorumlusu sizsiniz. Biz değiliz, partimiz değil, siyasetimiz değil, biz barış siyasetçileriyiz. Barış nasıl olacakmış efendim, teslim olunacakmış! Teslimiyetin adı ne zamandan beri barış oldu. Teslimiyet teslimiyettir. Biz teslim olacakmışız! Neye? Türk’ün resmi ideolojisine. ‘Hepimiz Türk’üz, anadilimiz Türkçe’dir’ deyince sorun çözülecekmiş. Diyelim onların bahsettiği barışı biz de teklif edelim. Teklif ediyorum; İYİ Parti, AKP, MHP liderlerine ben de onların teklif ettiği şeyi teklif ediyorum. ‘Kürdüm’ deyin bu mesele çözülsün. Böyle olur mu? Böyle bir onursuzluk kabul edilebilir mi? Onurlu barış dediğimiz Türkün, Kürdün, Alevinin, sünninin özgürce yaşadığı barış ortamıdır.

Karmaşık bir olay değil evet 50 yıldır kan dökülüyor. Neredeyse 150 yıldır Osmanlı’dan beri devam eden isyanlar var. Araya kan girmiş, öfke var, intikam duyguları var. Bu da bir realite. Fakat bunu kaşımak yerine acıları ortaklaştırmak gerekirken bugün barış diyeni linç eden, barış diyen akademisyeni görevden alan, gaz diyen cop diyen bu siyasetle sonuç bu oluyor. Bu acı sonuçlar ortaya çıkıyor. Kimse bizi suçlamasın. Türkiye toplumuna sesleniyorum, zerre kadar ahlaki değeri olanlara sesleniyorum. Aydın'da Manisa'da konuşma yaparken suçlandığım şeylere cevaben de söylüyorum; biz birlikte yaşayalım diye uğraştık. Silahlar sussun diye uğraştık, bu ülkede kan akmasın diye uğraştık. 7 yıldır bunun için burada hapisteyiz, hâlen barış diyoruz. Arkadaşlarımızın annesi babası kardeşi vefat etti, taziyelerine 1 saat gitti geldiler, acılarını hücrede yaşadılar. Pandemide bizi ölüme terk ettiniz. Depremin acısını burada yaşadık. Bunların hepsini siz yaptınız. Ailelerimiz kaza geçirdiler, benim annem sakat kaldı. Benim annem sakat şu anda, tekerlekli sandalyede, buraya gelemiyor. Cezaevi yollarında kaç aile kaza geçirdi? Neler yaşatmadınız ki bize? Ne diyoruz 7 sene sonunda söz alan her arkadaşımız gibi barış diyoruz. Dalga mı geçiyorsunuz, bunu diyenler, terörist ezeceğiz bitireceğiz diyenler vatansever? Böyle bir iki yüzlülüğü kabul etmiyoruz. Savunmalarımda altını çizeceğim tüm konuşmalarda yıllarca bunu savunduk. Partim adına bunu savunmuşuz. Çözümü savunmuşuz.

İleri sürdüğünüz suçun infazından daha fazla bizi cezaevinde tuttunuz. Daha yargılama bitmeden bizim örgüt üyesi olduğumuza karar verdiniz. Burada cezaevinde duyuyorum, kimse ile temasımıza izin verilmiyor ama duyuyoruz. Cemaatten yargılayıp 6 yıl üç ay verdiğiniz örgüt üyeliğinden kişiler 2 yıl önce cezalarını bitirdiler tahliye oldular. Örgüt üyeliğinden hükümlerini bitirdiler, biz 7 yıldır tutukluyuz. Buradakilerin hepsini daha siz yargılama başlarken örgüt üyesi olarak kabul ettiniz. Şu an bize örgüt üyeliği cezası vermeniz lazım ki yattığımız karşılansın. Bizi yargılamadan önce fiilen uygulamanızla bizi örgüt üyesi ilan ettiniz. Bu sizin kesinlikle oyunuzu açıklamanız demektir, bu önyargıya işaret eden en somut delildir. 7 yıl tutukluluk, yasada bile 7 yılı aşamaz diyor. Gültan Hanım, Sebahat Hanım için 'birleşen dosya' dediniz. Birleşmiş dosyayı tek dosya yapın, basit hukuktan bahsediyorum. Ama yasanın açık hükmüne rağmen 7 yıllık tutukluluğu rahatlıkla aştınız. Bize hâkim taklidi yapmaya devam ediyorsunuz, bunu kabul etmiyoruz. Ve bu 7 yılda binlerce hukuksuzluğa imza attınız. Bunların toplumsal sonuçlarını da anlatacağım. Siz güya bizi cezalandırırken sebep olduğunuz toplumsal felaketi anlatacağım.

Bu süre zarfında kumpasta imzası olan AYM üyesi dahil yargıdaki tüm cübbelilerle tüm insani değerleri çiğnediniz. Dosyaya sahte delil koyarak bizim suçsuz olduğumuzu bilerek yalancı tanık ekleye ekleye kasten yaptınız. Her gün bu salondan çıkıp çocuklarınıza sarılırken ne düşündünüz bilmiyorum. Ancak bu kötülükleri yapabilecek kadar insani değerlerden uzaklaşmaktan içiniz rahat mı? Sadece bunu meydanlarda bizi suçlayanlar, idam sloganları atanlar, insanlıktan nasibini almamış vicdansızlardır. Bize gelince 7 yıldır vicdanınız rahat, suçsuzluğumuzdan emin bir şekilde en yüksek ahlaki değerleri onuru temsil etmeye devam ediyoruz. Yaptıklarınız bizi yüceltti. Artık davanın kumpasın karar aşamasındayız, kararı açıklamak için sabırsızlandığınızı biliyoruz ancak açıklayacağınız karar ne olursa olsun bizim halkımızın tarihin vicdanında yok hükmündedir. Bu irade savaşında bize boyun eğdiremediniz. Siz kötülükle kararmış kalpleriniz ile baş başa kalırken biz halkımızın vicdanında aklanarak hatırlandık hatırlanıyoruz.

Vereceğiniz kararı yüzüme okumanıza fırsat vermeyeceğim. Kararı kendi kendinize okuyacaksınız. Eşime aileme kızlarıma tüm halkıma vasiyetimdir: Karar açıklandığında halaylarla, coşkularla karşılamalısınız kararı çünkü biz burada öyle karşılayacağız. Bundan taviz verip onursuzca yaşamaktansa ölmeyi tercih ederiz. Zorlu bir mücadeleyi eksikliklerimiz ile sürdürmeye çalıştık. Bu süre zarfında elbette eksiklerimiz hatalarımız oldu. Tüm gücümüzü kullanmamıza rağmen istediğimiz başarıyı henüz sağlamış değiliz. Kendi adıma bundan dolayı tüm halkımızdan özür diliyorum. Karamsarlığa sebep olduğumuz tüm halkımızdan özür diliyoruz.

Bundan sonraki süreçte partimiz DEM Parti’nin öncülüğünde daha fazla çalışıp mutlaka başaracağımıza inanıyorum. Şunun da bilinmesini isterim, burada sabırla büyütülmüş siyasi mücadelenin sonuçları çok başka olabilirdi. Ancak her şey bizim elimizde değildi. Küresel ve bölgesel güçlerin, içerideki karanlık güçlerin oyunları bu sonuçlar üzerinde etkili oldu. Bunun önüne geçmeye gücümüz yetmedi. Elbette pes etmedik, sadece tökezledik, hızla toparlandık ve yürüyüşümüze devam ettik. Bu vesileyle DEM Parti’ye başarılar diliyorum, arkadaşların yolu açık olsun. Eş Genel Başkanlarımız Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları’na başarılar diliyorum. Aynı duygularla Selçuk Mızraklı’nın selamlarını iletmeyi borç biliyorum.


Ben bugün bunları aynen savunuyorum. Yargılanmamızın ana nedeni Kürt siyasetçiler olmamızdır. Kürt olmayanların da Kürtlerle dayanışma göstermesidir. Türk devleti ırkçı ve milliyetçi amaçlarla sırf Kürt olduğumuz için yargılanıyoruz. Türk ırkçı ideoloji ve tezlerine boyun eğmediğimiz için yargılanıyoruz. Kürdistan bizim anavatanımızdır, Kürdistan’ı işgal edemezsiniz, yok edemezsiniz dediğimiz için yargılanıyoruz. Bu salonda bizim şahsımızda Kürt ve Kürdistan gerçeği mahkûm edilmek isteniyor. Bunun dışındaki siyasi amaçları, referandum ve seçimleri kazanmak, tek adam rejimini meşrulaştırmak için bizi hapiste tutmaktır. Ben Kürdüm, anavatanım Kürdistan’dır, her iki kimliğim onurdur, kimse bu değerleri yargılayamaz.

Hukuki açıdan milyonlarca belge için söylenebilecek tek bir kelime vardır: Evet bu davadaki hukuki açıdan söylenebilecek tek şey şudur, bu dava çöptür. Savunmam boyunca bu davanın siyasi olduğunu ve davanın çöp olduğunu ispatlayacağım. Ayrıca savunmam boyunca Kürt sorununun nasıl çözülebileceğini ve mutlaka çözülmesi gerektiğini de anlatacağım. Çünkü bu doğrultudaki faaliyetlerimiz de yargılama konusu. Kürt sorununu kısaca tanımlayıp çözüm önerilerimi sunmak istiyorum, daha sonra bunları uzun açacağız. Kürt halkının, anavatanı olan Kürdistan’da diğer halklar gibi kendi dili kimliği ile yaşama hakkı vardır. Bu hakkın silah, imha, inkâr yoluyla elinden alınmış olması, bunun adı Kürt sorunudur. Bu sorun nasıl çözülür, bizim önerdiğimiz yöntem müzakeredir.

Yeni bir Anayasa ile Kürtlerin tüm haklarının garanti altına alınması gerekiyor. Kürt halkının tüm hakları gözetilerek İmralı’da hukuksuzca tecrit altında tutulan Öcalan müzakerenin tarafıdır. Silahların terk edilmesinin yolunun Sayın Öcalan ile müzakereye bağlı olduğu, devletin de bir çok defa hakkını teslim ettiği bir hakikattir. Sayın Öcalan çözüm için önemli rolü olmuş, bundan sonra da olacağına inandığım bir hakikattir. Kürtlerin politik taleplerini temsil eden parti meşru muhataptır, en etkili aktördür. Bu vesileyle Kürt sorununda demokratik çözümün inşa edilmesi için İmralı’daki tecride son verilmesi gerekmektedir. Açlık grevi yapanları da selamlıyorum.

Ayrıca Kürt sorununa dair demokratik çözüm perspektifine sahip tüm Kürt siyasi partileri çözümde taraftır, muhataptır. Sorunun açıkça şeffafça tartışılacağı ve çözüleceği yer parlamentodur. Tüm partiler Kürt sorununun çözümünde taraftır. Bu gerekçelerle TC devletinin son Kürt isyanını barış içinde sonlandırmak için Sayın Öcalan ile görüşmesini destekliyor, savunuyorum. DEM Parti’nin halkı temsil etme hakkını ve meşru muhataplığını savunuyorum. DEM Parti’yi kabul etmeyen kim varsa ben de onları tanımıyorum. Benim irademi, halkı temsil hakkımı tanımayanı ben de tanımıyorum. Benim iradem bana aittir. Bizim de Kürt sorununun çözümü konusunda sunabileceğimiz ciddi katkılar vardır. Bunun için elimizden geleni yapmaya hazırız, elimizden geldiğince bunu yaparız, amacımız bir arada eşitçe yaşamaktır. Buna saygı duyulması da uğruna mücadele ettiğimiz radikal demokrasinin vazgeçilmezidir. Beni yok saymaya, yok etmeye, yalan kumpaslarla tasfiye etmeye çalışanlara şunu söylüyorum; ben demokrasi ve barışı savunan herkesin dostuyum ve yanındayım. Bunu kabul etmeyen hiç kimseyi tanımayacağımı açıkça ilan ediyorum. Savunmamın tamamını halka hitaben yapıyorum çünkü karşımızda tarafsız bağımsız bir yargılama heyeti yok. Maalesef bu yok, keşke bu olsaydı, hukuk yargılasaydı, gereğini yerine getirseydiniz.

Nasıl yürüyor işler? MİT'in, sarayın talimatıyla İçişleri Bakanlığı eliyle hazırlanan dosya sizin önünüzde bir ceza dosyası olarak duruyor. Siz şunu yapsaydınız; “böyle bir dava, yargılama, suçlama olmaz, bu açık kumpasa alet olmayız” deseydiniz, Türkiye’de tarihin gidişatını değiştirirdiniz. Zerre kadar hukuk değerlerine, etik değerlerine sahip çıksaydınız iki tane protesto çağrısı tweetinden ve siyasi içerikli konuşmalardan dolayı, ‘bir partinin eş genel başkanlarını, milletvekillerini, MYK üyelerini 37 kez ağırlaştırılmış müebbet ve binlerce yıla varan hapis cezası ile yargılamayı hakaret sayarız’ deseydiniz, Türkiye’nin kaderini değiştirirdiniz. Bırakın iddianame hazırlamayı, soruşturma açmayı bile kabul etmemeniz gereken bir dosyada siz 7 yıl kesintisiz tutuklu yargıladınız. Talimatların nasıl geldiğini bilmiyoruz ama televizyonlardan mitinglerden açık açık yapıldığını gördük. Bir emsal var. Yakın zamanda gerçekleşti. Can Atalay Yargıtay AYM krizinde gerçekleşti. Neydi? Bir tane Cumhurbaşkanı başdanışmanı eski Prof.Dr İzzet Özgenç “sayın cumhurbaşkanı değerli ağabeyim” diye kaleme aldığı mektubu ve bilgi notunu kamuoyu ile paylaştı. Biz böylece bu tür davalara nasıl müdahale edildiğini de Prof.Dr. İzzet Özgenç’in mektubundan öğrenmiş olduk.

Ne demiş İzzet Özgenç? Yıkama yağlama kısımlarını atlıyorum. AYM yetkileri Yargıtay'ın yetkileri ne yapılması gerektiğini cumhurbaşkanlığına anlatmış fakat bilgi notu ilginç. Diyor ki; ‘Can Atalay 14 Mayıs tarihinde milletvekili seçilmiştir, bu süreçte Yargıtay ilgilileri ile görüşerek milletvekili seçilmesi halinde bir dokunulmazlık tartışması yaşanacağından bahisle bu kişi hakkında verilen mahkûmiyetin, temyiz hükmünün bir an evvel gerçekleşmesi için görüş alışverişinde bulundum. Cumhurbaşkanı başdanışmanı, ‘Yargıtay ile görüştüm, temyiz hükmünün tamamlanmasını istedim’ diyor. Kendisi yazmış iddia değil, hâlen basında duruyor. ‘Yargıtay beni dinlemedi’ diyor. ‘Hükmünü hemen onaylamadı, o da milletvekili seçildi.’ Mealen anlatıyorum. Bu Yargıtay postunda oturan adam diyor, ona takmış, başka şeyler düşündü, dikkate almadı ve bu krize sürükledi.

Bakın Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi kim? Bizim dosyamızın önüne gideceği, dosyamızı inceleyecek daire. Şimdi bu 3’üncü daire ile cumhurbaşkanı başdanışmanı rahatlıkla görüşme yapıyor. Yargıtay dosyayı oraya göndermiş. Sonra aynı günün akşamı Sayın Efkan Âlâ ve Hayati Yazıcı ile bir araya gelerek ‘durum değerlendirmesi yaptık’ diyor. Yazıcı ve Âlâ dosyanın avukatları mı? İktidar partisinin genel başkan yardımcıları. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yargıtay’ın verdiği Can Atalay kararını bir partinin iki genel başkan yardımcısı ile bir araya gelip değerlendirdik diyor. Sonra diyor; ‘şöyle bir intiba uyandı; bu kararın dairenin kendi inisiyatifi ile verilmiş bir karar olamayacağını ifade ettim. Yargıtay başkanı tarafından inisiyatif konularak bu kararın geri alınmasının sağlanmasını kendilerine izah ettim.’ Kime? Hayati Yazıcı ve Efkan Âlâ'ya.

Hayati Yazıcı, Efkan Âlâ’nın Yargıtay kararını geri aldırma gücünden bahsediyor. Bu arada ‘Sayın Cemil Çiçek ile görüştüm’ diyor. Düşüncelerimi kendisine arz ettim. Sonra diyor Numan Kurtulmuş'a gönderdim bu notları, ‘düşürme’ dedim milletvekilliğini. Mehmet Uçum'dan da bahsediyor. Burada da bizim Memo’yu kastediyor, Mehmet Uçum. Kendisi hukukçu değil kendi aramızda öyle diyoruz. Saçmalıkla malul bir açıklama yapmış. ‘Yargıtay Başkanının başkanlık görevlerini yerine getirmemiştir, AYM'yi töhmet altında bırakan açıklamalar yapmıştır’ diyor.

Mehmet Uçum ve Yargıtay Başkanı bilgisi dahilinde Yargıtay 3’üncü Dairesi, AYM kararını tanımama kararını vermiştir. İnsanın tüylerinin diken diken olması gerekiyor normal bir ülkede. Fakat Türkiye’de normal, çok kişinin haberi bile olmadı bundan. Ve ‘Yargıtay başkanlığı postuna oturan kişi bilimsel içeriği olduğuna bakılmaksızın muhabbet duyduğu kişilerin protokol dışı davetlerine intikal etmezken hukuk bilimi alanında düzenlenen toplantılara Yargıtay üyelerinin katılmasına müsaade etmemiştir’ diyor. Yani Yargıtay postuna oturan kişi Menzil cemaatinin toplantılarına katılırken Yargıtay üyelerinin bilimsel toplantılara katılmasını yasaklamıştır’ diyor. ‘Önümüzdeki aylarda yapılacak Yargıtay Başkanlığı seçimlerinde yeniden aday olmayı planlayan bu kişi siyasi içerikli de olsa bu toplantılara katılmaktan geri durmamaktadır’ diyor. Sonra uyarıyor ve ‘geçmişte Genelkurmay Başkanı’nı terör örgütü lideri olarak içeri attı devlet' diyor 'bunlara dikkat edin’ diyor. Bu karar Yargıtay üyelerinin kendilerinden menkul olarak verdiği bir karar değil. Yargıtay 3’üncü dairesinin talimatlandırılarak bu kararı aldığını ve bunu bildiğini bunu da Cumhurbaşkanlığı’na bildirdiğini söyledi. Şimdi, normalde bu belgeden sonra yargılamanın bitmesi hepimizin evlerine dağılması lazım. ‘Artık bu saatten sonra yargılama yapamayız. Zaten şaibeli bir heyettik. Yargıtay Dairesi de resmen siyasallaşmış bir kurum haline geldi. O nedenle biz ne karar verirsek verelim Yargıtay 3’üncü Dairesi sizi artık tarafsız yargılamayacak’. Çünkü Yargıtay 3’üncü Dairesi ile Efkan Âlâ, Hayati Yazıcı ve Cemil Çiçek ile rahatlıkla görüşebiliyor ve ‘şunu yap bunu yap’ diyebiliyor. Yargıtay 3’üncü Dairesi ve AYM üyeleri ile rahatlıkla görüşen bir zevat sizin gibi bir ACM (Ağır Ceza Mahkemesi) heyetiyle görüştü mü acaba? Yok canım. Koskoca ACM üyeleri. Bunlar ufak tefek yargıtay üyeleridir. Her halde öyle size talimat vermeleri mümkün değil. ‘Siz ACM üyeleri misiniz’ diyelim? Yoksa çok özür dileyerek, kişiliğinizi tenzih ederek bu heyeti zurnanın son deliği olarak bile görmeyen bir iktidara karşı siz direnebilecek misiniz?

Direnebilecek idiyseniz bugüne kadar hukuksuzlukları ortadan kaldırmanız lazım. Diyor ki ‘Yargıtay postuna giren adam yeniden seçilmek için cemaatin toplantılarına katılıyor. Mesela beni ve Figen başkanı tutuklayan suç-ceza hâkimi işi bitince Yargıtay üyesi yapıldı. Arada Asliye hakimi, Ağır Ceza Üyeliği, İstinaf Üyeliği ve başkanlığı, sonra da Yargıtay’a doğrudan atadılar. Sulh Ceza Yargıtay üyeliği neden? Çünkü Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş'ı tutuklayan millî kahraman.

Yüksel Kocaman ne yapıldı? Yargıtay Cumhuriyet Savcısı yapıldı. İrfan Fidan ne yapıldı? Hızla Yargıtay üyesi. Daha bir dosyanın kapağını açmadı, Yargıtay’da sıfır deneyimi var. Bizzat Yargıtay üyeleri tarafından Anayasa Mahkemesi üyesi seçildi. Neden, çünkü İrfan Fidan da İstanbul’daki bütün kumpas dosyalarının başsavcısıydı. Size ne teklif edildi bilmiyoruz ama şüpheleniyoruz. Siz de bu kadar hukuksuzluğu cesaretle yaptığınıza göre gerçekten bir şey vaat edilmiş olmalı. Size cumhurbaşkanlığı vaat edilmiş olmalı, bu kadar hukuksuzluğu, bu kadar ciddi suçu işlemeniz için Yargıtay üyeliğini kabul etmemelisiniz. Bu dosya ağır dosya, direkt cumhurbaşkanı olmalısınız. Bu dosya öyle bir dosya. Hakkınızı yedirmeyin.

Akın Gürlek bana TC tarihinin en yüksek propaganda cezasını verdi. Kemiksiz 4 yıl 8 ay. Niye 4 yıl 8 ay? Hesaplıyorsun, Temmuz 2024 yılına geliyor. O zamana kadar siyasi yasaklı olacağım. Neden 5 yıl değil? 5 yıl olsa Yargıtay’a gidecek. İstinafta kesinleşsin diye 4 yıl 8 ay. Başka kime 4 yıl 8 ay verdi? Canan Kaftancıoğlu, Sırrı Süreyya Önder. Mobil ağır ceza reisi. Avukatlar artık işin trajikomik yanını yapıyorlar. Bunu da mahkeme mahkeme gezdirip ‘şuna ceza ver, buna ceza ver’. Peki bu hukuksuzluklara imza atan bu nezih hukukçu kardeşimiz ne oldu? Önce Adalet Bakan yardımcısı, sonra HSK başkanvekili oldu. Bütün yargı ona bağlı. Bir iddiayı söylemek istiyorum. Kesin yalan diyebileceğim bilgiler de var. Mesela Edirne’deki bir avukat arkadaşımız, ‘o cemaatçi olan mı? Biz 15 Temmuz sonrası nerede tutuklandı diye merak ettik’ dedi. HSK başkan vekili oldu. ‘İftira atma dedim’ kendisini uyardım. ‘Öyle olur mu’ dedim. Böyle bir iddiamız olamaz. Bunu asla kabul etmiyorum demek ki iyi ki hukukçu ki oraya gelmiş! Kimler bizi yargılıyor? Kimler istiyor ki biz süt dökmüş kedi gibi davranalım. Çok istiyorsunuz biliyorum ama olmuyor, içimizden gelmiyor. Mesela cübbelerinizi çıkarın sizinle kıran kırana siyasi tartışma yapalım bu saygılı olur. AKP’yi mi MHP’yi mi savunuyorsunuz, biz partili değiliz Türkiye’yi savunuyoruz diyor musunuz? Buna saygı duyarız. Bizim cübbemiz yok sizin var. Dolayısıyla tartışma hukuk zemininde yürüyormuş görüntüsünü kabul etmiyoruz.

Nazi Almanyası'nda örgütlü kötülük ve kötülüğün parçası olan bütün yargı mensupları aynı zamanda vicdanlarını kaybettiler. Ama düşmanına saygı duyarsın. Cenazeler kurda kuşa yem olmasın diye ateşkes ilan edilirdi. Ortaçağdan bahsediyorum. Sene 2023 insan taleplere yanıt verir. İnsanın cezaevinde kardeşinin annesini yitirdiğini nasıldır? Allah hiçbirinize göstermesin diyelim. Şu kadar bir hücrede sıfır iletişiminiz varken, herhangi bir yakınınıza sarılma hakkınız sıfır iken bu arkadaşlarımız bu acıları yaşadılar ve suçsuzdular. O zaman bile tahliye etmediniz, Figen Başkan en son 7 yıldır tutukluydu yakınını kaybettiğinde. Diyemediniz düşmanlık bir yana burada bir insani trajedi var. Gültan Başkanımız, Figen Başkanımız jandarmalar eşliğinde 1 saat gidip yeniden aynı hücreye geri döndüler. Eğer, ‘efendim binlerce sivilimizin katili’ filan diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Onların katilleri Meclis’te. Görebilseniz orada.

Hepimizin servetini sayarsanız cebimizdeki paradan malınıza, mülkünüze hepimizinkini toplasanız bir tane AKP milletvekilinin servetinin yüzde biri yoktur. Ya da İYİ Partili, MHP’li. Biz böyle insanlarız. 3'ü büyükşehir 10'u il belediyesi olmak üzere 102 belediyenin eş başkanlığını yaptık. Sebahat Tuncel'in evi yok, Gültan başkan krediyle aldı. Ben krediyle aldım. Tek bir yakınımız belediyelerimizden ihale almadı, alamaz da. Biz öyle siyasetçileriz. Bize yapılan bu zulmü acıları vicdanen hissetmeniz lazım. Biz iyi insanlardık, insan kendini övmez, ama biz iyi insanlarız. Kimseye kötülük yapmadık ama siz yaptınız. Benim annem babam cezaevine 100 metre kala kaza geçirdi. Ölümden döndüler, günlerce hastanede kaldılar, sakat yattılar, 10 dakika telefonla görüşme hakkı verdiler. Hâlâ sakatlar. Edirne’ye koymasaydılar beni Ankara’ya koysalardı bu yolları çekmek zorunda kalmazdık. Ama ne yaptınız Osmanlı geleneği, Kürt beylerini Girit'e, Sino'ya, Orta Anadolu yaylalarına, Edirne'ye, İmralı'ya sürdüler. Şimdi de Edirne’ye Kandıra’ya sürüyorlar. Edirne bir sürgün yeri, cezaevi değil. Bize verilen, ‘Kürtleri sürgüne göndeririz’ mesajıdır. Çünkü burada sadece cezaevinde yatmıyoruz, sürgündeyiz aynı zamanda.

Sizler Türkiye'de tek adam rejiminin inşasına bu dava vesilesiyle harç taşıdınız. Bunu da severek bilerek isteyerek yaptınız. Size kimse bir şey dayatmadı, 19’uncu Ağır Ceza ve 22. Ağır Ceza da dahil olmak üzere hepiniz yeni bir suç yaratmanın katkısını coşkusunu yaşadınız. Ne yaptınız, ülkenin ekonomik krize sürüklenmesine, yolsuzluğun, talanın normalleşmesine zemin sundunuz. Bir halkın moral ve ahlaki değerlerinin çökmesine neden oldunuz. İşin tuhafı ise bunu islamcı ve milliyetçiler yaptılar. Bu ülkenin pek çok şeyi gibi milliyetçiliği ve dindarlığı da çakmadır. Fakat Türkiye’nin milliyetçiliği ‘bir Türk dünyaya bedeldir’ diye ahkâm keserken öte yandan kendi milletini ahlaken ve bütün değerleriyle çöktürüyorlar. Kürt düşmanlığı gözlerini öylesine karatmış ki kendilerinden olmayana düşmanlık öylesine karartmış ki Türk milletini de perişan etmekten çekinmiyorlar.

Yunanlılar 1000 Euro'ya Türkiye'ye geliyor, yiyor, içiyor, geziyor. Edirneli Türk vatandaş ne yapıyor, o 1000 Euro’dan yararlanmak için Yunanlı turistin peşinden koşuyor. Türkiyeli milliyetçiler yaptıkları kepazelikten zerre kadar utanmayacak durumdadır. Sırf Kürdü hapiste tutmak için hukuksuzluğa yol verirken vatan millet uğruna caka satan Türk milliyetçisi Edirne’de Yunan’dan 10 Euro kazanmak için gecesini gündüzüne katan esnaftan utanmıyor. Fuhşun, uyuşturucunun on iki yaşa kadar inmesi, fındığının ürünlerinin talan edilmesi milliyetçinin umurunda olmadığı gibi bunun keyfini sürüyor. Yeter ki Kürt hapiste kalsın. Gerisi önemli değil. Türk’ün, milliyetçilerin devleti güya töreleridir ama devleti soyanlarla işbirliği yapmaktan, mafyayı devlet korumasına almaktan gurur duyan bir Türk milliyetçisi için önemli olan Kürdün hapiste olmasıdır, gerisi teferruattır. Dünyanın hiçbir milletinin milliyetçisi kendi milletine bu kadar kötülük yapmamıştır, düşmanlık yapmamıştır. Çünkü Türk milliyetçiliği sentetiktir, köksüzdür. Birazdan hepsini tek tek anlatacağım. Şüphesiz vatanını temiz bir şekilde seven Türk milliyetçileri vardır.

Bu davadan herkesi mağdur ettiler, bu davanın en az zararı, en az mağdur olanları biziz. Bu davayı sürdürebilmek için Türk milliyetçileri on milyonlarca insanı açlığa, fuhşa, yoksulluğa sürdüler. Yetişmiş gençleri yurt dışına sürdüler. Genç kadınlar kolay para kazanmak için sosyal medyada bedenlerini pazarlamaya, bedenlerini sunmaya başladılar. Sosyal medya fenomenleri güzellik merkezleri ve Fatih Terim fonları ile dünyanın bütün kara paralarını aklayarak zenginleştiler. Dikkat edin Fatih Terim fonuna para yatıranların tamamı Türk milliyetçileridir. Kameraların önünde Türk milletinin asaletinden, reisin büyüklüğünden dem vuranların hepsi kendi milletinin, kendi para biriminin zararına yol açacak ne kadar tefecilik varsa yapmışlar. Reisleri ‘faiz haramdır, nas var' derken elleri patlayıncaya kadar alkışlayanlar paralarını faize yatırmaktan zerre kadar utanmıyorlar. Çünkü çakma milliyetçidirler. Çakma İslamcıdırlar. Fatih Terim fonundan milyon dolar kazananlar, kara para aklayanlar, mafyatik karikatürler, yolsuzlukla rüşvetle zengin olanlar, bizim hapiste olmamızı alkışlıyorlar. Neden? Çünkü bu düzen devam etmeli ki servetlerine servet elde etsinler çünkü bu ülkenin taşını toprağını Katarlı’ya satabilmek için.

Türk milliyetçisinin beka dediği işte budur, kirli servetlerinin bekasıdır. Mafya bozuntusu uyuşturucu satıcısı bir katilin Türk polisine hakaret etmesi Türk milliyetçilerinin umurunda değildir. Bilakis mafya bozuntularına eskortluk yapmaları için görevlendirilir Türk polisi. Bu görevlendirmeyi yapanlar zerre kadar utanmaz bunlardan, zoruna gitmez, yeter ki Kürt hapiste kalmaya devam etsin belediyelerine kayyum atansın. İşte heyetiniz buna sebep olmuştur. Aldığınız hukuk dışı kararlarla bir toplumu bir devleti çökerttiniz. Eserinizle gurur duyabilirsiniz Yalnız bir zahmet bizi devleti, hükûmeti, Anayasa’yı ortadan kaldırmakla suçlamayın çünkü onu bizzat siz yaptınız. Ortada bir devlet kalmadı, ortada bizim kaldıracağımız bir Anayasal düzen kalmadı ki. Bir milleti ahlaken çöküşe götürdünüz.

Nedir peki bizi bu davada yargılayan Türk milliyetçiliğinin, resmi Türkçülük tezinin temelleri? Niye biz Kürt deyince, Kürdistan deyince tüyler diken diken oluyor. Mesela Türkistan desen tüyler diken diken olur mu? Yok. Türk, Türkmen, Öztürk kimseyi rahatsız ediyor mu ama Kürt Kürdistan deyince tüyler diken diken oluyor. Niye? Türkiye-İran sınırı resmî olarak Kürdistan eyaletine komşudur. Kürdistan eyaleti Kürdistan’ın resmî komşusudur. Habur’dan öte yanı da Irak Anayasası’na göre Kürdistan Federe Bölgesi’dir. Bunları duyunca da tüyler diken diken oluyor. Cumhuriyet kurulurken yapılan hatalar bugün ortaya çıkan bütün sorunların temelidir. Kurtuluş Savaşı yürütülürken yapılan işbirlikleri esas alınırsa bugün yaşananların önüne geçilebilir. Yargılanmama neden olan açıklamaların çoğu bunlara dair söylediklerimdir.

Osmanlı yıkılırken yeryüzünde özellikle Avrupa Merkezli determinizmin yükselmesi son derece popüler bir siyasi görüş olarak ırka dayalı millet oluşu Türkiye’deki İttihat Terakkicilerin gündemine alındı. Bugün sorgulamıyorum. Nedenini anlatıyorum. Mustafa Kemal Anadolu'ya çıktığında arkasında en diri ve dağılmamış güç Doğu ordularıdır. Mustafa Kemal, Datça’ya, Muğla’ya Edirne’ye gitmez, aklına gelmez. Gittiği yer Erzurum'dur. Yazdığı mektuplar Kürt ve Kürdistan beylerinedir. Mustafa Kemal, ne ‘siz Kürt değilsiniz’ der, ne ‘Kürtçe yoktur’ der. Kürtlerin desteğini arkasına alır. Kurtuluş Savaşı ordularının savaşmadığı tek yer Kürdistan coğrafyasıdır çünkü orada halk savaşmıştır. Antep’te savaşan Karayılan’dır. Ne demiştir peki: ‘Ey Kürt beyleri, Kürt şeyhleri…’ Seyit Rıza ile de Şeyh Sait ile de temastadır. ‘Sevgili Kürt şeyhleri, beyleri halifeliği kaldıracağız’ dememiştir. Arkasına aldığı güç laiklik değildir, Türkiye Cumhuriyeti değildir, İslam’ın gücüdür. Sözleşmeye ihanet eden Şeyh Sait değildir, Ankara yönetimidir. Yalan söylüyorlar, inkılap tarihi kitaplarını okuyup prof. olmuşlar, o ezberleri de çocuklara okutuyorlar. Yalan söylüyorlar. Şeyh niye isyan ediyor? Bize söz verdiniz, başardığınızda ilk yaptığınız şey halifeliği kaldırmak. ‘Kürtçeyi yasaklıyorsunuz’ diyor. İhanet eden Şeyh Sait değildir. Şeyh Sait’in İngilizlerle işbirliği yaptığına ilişkin tek bir bilgi yoktur. Türk aydınları biraz okusunlar aydınlansınlar. Evet bir isyan vardır ama Şeyh Sait bir ihanetçi değildir. Beni seven varsa bilsinler ben Şeyh Sait torunlarındanım. Kürdün sosyalisti de İslamcısı da Şeyh Sait’in ne olduğunu bilir.

Şeyh Sait’i anmak ‘ihanetmiş’. Peki Topal Osman’ı anmak neymiş? Meral Akşener’e soruyorum? Topal Osman’ın yapmadığı isyan, işlemediği cinayet yok. Mustafa Kemal’e suikast düzenlemekle suçlananlardan biri de Topal Osman. Ortak vatanda yaşıyoruz sen Topal Osman’ı anıyorsun. Bunun neyi kahraman? Orgeneral Mustafa Muğlalı’yı anıyorlar, Harp Akademisini bitirmiş bir subaydır. Özalp ilçesinde 33 kişiyi 30 temmuz 1943 günü yargılama yapmadan elleri kolları bağlı infaz eden kişidir. Mustafa Muğlalı bunlardan yargılanmış ceza almıştır. Sadece Google’a girin, Mustafa Muğlalı Caddesi var her yerde. Muğlalı’yı bu ülkede anmak, caddeye ismini vermek haklıyken. Ahmet Arif’in 33 kurşun şiiri onlar üzerine yazılmış. Muğlalı’yı anmakta sıkıntı yok ama Şeyh Sait’i anarken kıyamet kopuyor. Mesela Abdullah Alpdoğan her yerde anılabilir, binlerce Dersimli Alevi Kürdü katletmiştir. En meşhurlarını söyleyeyim, Sabiha Gökçen Dersim’i bombalayan uçağı kullanan kişidir. Bunlar anılırken Kürtler sesini çıkarmıyor, kerhen sessiz kalırken, Şeyh Sait derken niye kıyamet kopuyor? Atlamayalım. Nitekim en meşhuru Kenan Evren. Darbecilikten yargılandı. Hâlen Kenan Evran bulvarı, camisi, sokağı var. Kenan Evren quzulqurtu var yahu adam darbeci. Haydi haydi git evinde konuş diyor üç kelime Süryanice konuşuldu diye. İYİ Partili milletvekilleri söylüyor. Bunu söyleyen en zengin vekillerden biridir. Yahu senin atan deden yedi sülalen bu topraklarda yokken Süryaniler bu topraklarda vardı, en kadim halkıdır bu toprakların.


Kaynak: "Selahattin Demirtaş'ın savunmasının tam metni". Duvar. 25 Aralık 2023. Erişim tarihi: 26 Aralık 2023. 
Telif durumu:

Bu çalışma esere yazar veya telif hakkı sahibi tarafından belirtilen ancak sizi ya da eseri kullanımınızı desteklediklerini ileri sürmeyecek bir şekilde atıfta bulunulduğu sürece türevlerin serbest kullanımına, dağıtılmasına ve oluşturulmasına izin veren Creative Commons Atıf-AynıLisanslaPaylaş 4.0 Yerelleştirilmemiş lisans metni lisansı altında yayımlanmıştır.

 


26 Aralık[değiştir]

Dün bize yönelik kumpas davasının, bu kadar hukuksuzluk ve iftiranın altında yatan ahlaki, ideolojik boyutları açıklamaya başladım. Ne zaman başladı, ne zaman karar verildi buna? Devlet blokunu oluşturan yapının ne zaman buna karar verdiğini, hangi mekanizmaları harekete geçirdiğini bugüne kadar algı operasyonları kapsamında neler yapıldığını anlatacağım. Kayda geçirilen çok şey var, hakkımızda atılan tweetleri okumaya çalışsak 3-4 gün bunların okuması sürer. Kobanî Kumpas Davası’na kadar götüren anlayış, zihniyet nerede tetiklendi, adım adım nasıl örüldü? İlk aşamasından başlayacağım. Okuyacağım rapor, AKP’nin düşünce kuruluşu olarak bilinen SETA’nın raporu. Hazırlayan Hüseyin Alptekin, biz tutuklandıktan sonra 3 yıl boyunca bizim neden tutuklanmamız gerektiğini kanal kanal gezerek anlatan psikolojik savaş görevlilerinden biriydi. O zaman SETA için bu raporu Hüseyin Alptekin’e hazırlattılar. Kobanî Kumpas Davası’nın kodları bu raporda yatıyor. Niye hazırlandı bu rapor, amaçları neydi? 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri hemen öncesinde partimiz beni aday gösterdiğinde neden bu rapor yayınlandı? O dönem çok yayılmadı, ama iktidar ve devlet için hazırlanan rapordu. Raporun başlığı şuydu: 'Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, adaylar ve Selahattin Demirtaş’ın Siyasal Anlamı.' Bu raporda benim adaylığımı nasıl değerlendirmişler, bu rapordan hemen sonra IŞİD’in Kobanî işgali ardından Kobanî eylemi konusunda da aynı bağımlı medyanın nasıl senkronize bir şekilde harekete geçtiğini anlatacağım. Önemli gördüğüm kısımları kayda geçmek istiyorum.

Raporun içindekiler bölümünü okuyan Demirtaş, “Benim üzerimden tümüyle HDP’nin çizgisi, Kürt siyasi hareketinin amacı anlatılmaya çalışılmış” dedi. Rapordan ‘Bu kısımda Demirtaş’ın Türkiye’de ve uluslararası siyasette yüklendiği misyon ve taşıdığı anlam tartışılacaktır. Türkiye bağlamında sınıf temelli bir söylem benimseyerek bundan böyle sadece Kürtlerin değil, ezilmiş ve dışlanmış tüm kesimlerin savunucusu olacağını ilan eden Demirtaş bir bakıma ölçek büyütmüştür. Uluslararası bağlamda ise Irak’taki ve Suriye’deki gelişmeler sonucu bu ülkelerde yaşayan Kürtlerin geleceğine etki eden bir aktör olmak için çaba sarf eden Demirtaş, bugün itibariyle bu konuda Abdullah Öcalan ve Mesut Barzani gibi figürlerin etkisine erişebilmiş değildir' şeklinde pasajlar okuyan ve alıntılar yapan Demirtaş şöyle devam etti:

“Yergi ya da övgü bir yana kendilerince böyle bir bilimsel çalışma yürüttüler. Bu şekilde siyasal yaşamımdaki dönüm noktaları diye başlık başlık anlatıyor. Bu gördüğünüz rapor AKP’nin araştırma kuruluşu SETA tarafından Cumhurbaşkanlığında özel olarak hazırlanmış bir rapor. Partimizi, beni, politikalarımızı övmek için hazırlanmamış. Nitekim Hüseyin Alptekin tutuklanmamız, katil olarak adlandırılmamız için neredeyse her gece televizyonlara çıkmış özel savaş elemanıdır. Bu raporla devlete ve iktidara ‘Demirtaş ve HDP geliyor tehlikenin farkında mısınız’ denilmiş. Bu davaya, mahkemelere, yargıya ve AKP medyasına zemin hazırlanmış. İddianame bu rapordur. 10 yıl önce hazırlanmış bu rapor partimize yönelik kumpasların ve çöktürme planlarının alt yapısıdır. AKP bizi tehdit olarak görüyor. Bu rapor odur. Bu raporla yetindiler mi bunun gereğini mi yaptılar? Hali hazırda sanık sıfatıyla karşınızda bulunmamızı sağlayan zihniyet, bu zihniyet olduğu için bakalım nasıl devam etmişler? O rapordan kısa süre sonra birkaç ay sonra da IŞİD’in Kobanî’yi işgali ardından gelen Kobanî katliamları, yaralanmalar, iddianameye konu suçlar işlendiğinde muhtemelen devletin karanlık dehlizlerinden bu rapor tekrar çıkarıldı ve büyük bir fırsatın ele geçirildiği düşünüldü. Nasıl düşünüldü? Önce size yaygın medyada nasıl algılanıyordu onu anlatayım.

O dönemin amiral gemisi olarak adlandırılan Hürriyet’in yazarından Ahmet Hakan’dan okuyacağım. 6 Ekim’de HDP tweet atmış, 7 Ekim’de Ahmet Hakan’ın yazısından okuyacağım. Daha sonra diğer basının ve yazarların nasıl yaklaştığını anlatacağım. Ahmet Hakan diyor ki “araç yakmayı, öldürmeyi, şehirleri yakmayı meşru görmeyiz” diyor. “Ama eğer IŞİD’i bir öfke hareketi olarak düşünüyorsak bugün ortaya çıkan bu öfkeyi anlamak zorundayız. Olan barışa olacak, Kobanî ile bugün ortaya çıkan öfkeyi anlamadılar ya. Hükümete sesleniyorum bir şefkat çağrısı yapmak çok mu zor? Ne yapıyorlar? Korkutuyorlar, güç gösteriyorlar, anlayışsızlık yapıyorlar. Bir tane bile şefkat gösterisi yok, bir tane bile empati yok. Madem Tansu Çiller'e dönüşecektiniz, ne diye “Biz farklıyız” diye ortaya çıktınız” diyor. Devamla Ahmet Hakan, “bir hakkı teslim edelim. Bir kurşun atılmadan 3 katı olan Musul teslim oldu ama Musul’un 3’te biri olan Kobanî 22 gündür destansı bir direniş sergiliyor.” Bunu Salih Müslim söylerse “terörist” dersiniz ama bunu Ahmet Hakan diyor, Hürriyet yazısında. 10 Ekim 2014 bu yazının tarihi. O dönem böyle bir hava var. Devam ediyor Ahmet Hakan “kimse polis kurşunuyla öldürülmemiş diyor vali…” Bunun üzerinden Ahmet Hakan hakkında soruşturma açılmamış tabi ki açılmamalı. Ahmet Hakan 10 Ekim’de sormuş “yaşasın IŞİD diye slogan atan polis kim” ama bu soruyu tek bir savcı sormamış. O gün değildi ama bugün yandaştır Ahmet Hakan. O günlerde ciğer yemiş ve gerçekleri yazıyordu. Kobanî’nin Kürtlerle alakasını yazıyordu uzun uzun. Ahmet Hakan bilirkişi değil ama o dönemki algıyı anlatmak için bunları okuyorum. O dönem algı buydu ve siz (mahkeme) 10 yıl sonra tersi bir algı yaratmaya çalışıyorsunuz. O gün Kürtleri ve HDP’yi anlamaya yönelik bir hava vardı.

21 Ekim tarihli yazısı. ‘Kürtler Bijî Obama demesin de ne desin? Kobanî üzerine bombalar yağarken Türkiye ne yaptı? İzlemekle yetindi, düştü düşecek diye fal tuttu. İki terör örgütü bize ne dedi? Peki ABD ne yaptı? Bir Kobanî’nin düşmesini engellemek için havadan bomba yağdırdı. PYD ile işbirliği yaptı, PYD’ye silah desteği verdi. Kürtler Bijî Obama demesin de ne desin? Bijî Türkiye denilmesi için Türkiye’nin ne yapması gerekiyor’ diyor Ahmet Hakan ve ‘PYD terör örgütü değil’ diyor. YPG’nin terör örgütü olmadığı yıllarca yazıldı, çizildi bunları anlatacağım. Anlaşmalar yapıldı.

8 Ekim 2014’te Abdulkadir Selvi, “Çözüm Kandil’in insafına terk edilmeyecek kadar önemlidir” yazısı yazmıştı. Medya taraması yaptık 6-7-8 Ekim medya taraması yaptık hiç HDP ve Demirtaş eleştirisi yok. Sağduyu çağrıları var, birlikte çalışma yürüttüğümüze dair haberler var. Öcalan’dan gelen çağrıyı okuduğuma dair haberler var. 6 Ekim’de tweetler atıldıktan sonra da bu eleştiriler yok. Ama bu konuda ilk tetikçilik yapan Abdulkadir Selvi’dir. Abdulkadir Selvi 9 yıl önce benimle ilgili ilk fitili ateşledi ve arkasından bunlar geldi. Muhtemelen ‘bir fırsat yakalamışız hazır elimizde Demirtaş ve HDP’nin ne kadar büyük tehlike olduğuna ilişkin rapor da var.’ dediler ve 9 Ekim 2014’te Selvi yazısıyla ilk fitili ateşledi. Yazısında Demirtaş’ın gençleri sokağa ve savaşa davet ettiğini ileri sürdü. O yazıya kadar tek bir iddia yok. Bu cümle ilk kez düşkün tetikçi Abdulkadir Selvi tarafından kullanıldı ve arkasından bizi sorumlu tutan yazılar yazılmaya başlandı. Bunları dosyaya sunacağız. 10 Ekim’de 11 Ekim’de bu yazılarını sürdürdü Abdulkadir Selvi. Ahmet Davutoğlu ile görüşmüş ve bunu yazıyor. Abdulkadir Selvi benim insanları şiddete çağırdığımı savunuyor ve bu Demirtaş mı diye yazıyor. Abdulkadir Selvi özel savaşın tetikçiliğini yaptı. 14-15 Ekim’de yazdı Ekim ayı boyunca neredeyse her gün yazdı. İlginçtir, 28 Ekim’de Abdulkadir Selvi bizi hedef göstermekten vazgeçti ve “AKP ile HDP’nin işbirliğine ihtiyacı var” diye yazılar yazmaya başladı. Bu ne zamandır? Hükümetle yaptığımız anlaşmadan ve olayın sorumlularının açığa çıkarılması için anlaştığımız zaman. Muhtemelen Abdulkadir Selvi’nin kulağını çektiler. Kim yazdı? Cem Küçük yazdı, bugün TRT’nin yönetiminde olan Hilal Kaplan yazdı. İtirafçılar.

Abdulkadir Selvi, Hilal Kaplan ve Mehmet Metiner'den öğrendikleri cümlelerle bizleri suçladılar. 26 Ekim’e kadar Hilal Kaplan yazmış ve sonrasında o da renk değiştirmiş. Muhtemelen onun da kulağı çekilmiş ve hatta beni öven yazılar yazmış. İbrahim Karagül ayın sonuna kadar kesintisiz yazmış. Erdoğan 9 yıl önce ‘Kobanî Davası’nın arkasında Pensilvanya var’ demiş ardından muhtemelen bundan vazgeçtiler, ‘bunların (HDP) üzerine yıkalım’ dediler. Ardından 9 yıl boyunca bize saldırdılar. Bununla Kürtleri durdurmaya çalıştılar. Bahçeli ve Erdoğan bunun bir beka sorunu olduğuna karar verip 2015’ten sonra aralarını düzelttiler ve ardından stratejik işbirliği yaptılar. Temel amaç Kürt düşmanlığıydı. Bütün bu yaşananların altında yaşanan zihniyet buydu.

Kobanî’ye pêşmerge gitti, biz durumu normalleştirmeye çalıştık, hızlıca türbülansa giren Türkiye sosyolojisini toparlamaya başladık. O dönem savcılar bir soruşturma açtı mı, olaylar HDP twiti üzerine mi başladı buna ilişkin bir soruşturma başlatıldı. Açılan soruşturmalar da uzun yıllar sürüncemede bırakıldı. Soruşturmayı, çözüm süreci sürerken ellerinde tuttular. Devlet, iktidar ve Erdoğan bu sürecin sonunu görmek istediler. O dönem savcıların ellerinde delil belge yok, hiç bir şey olmadığı için MYK üyelerimiz ifade vermeye gittiğinde savcı ‘bugün git yarın gel’ diyordu. 7 yıldır tutuklu bulunduğumuz müebbet hapis cezasıyla yargılandığımız bu davada savcı o dönem ifade bile almıyordu. Ne zaman ki 7 Haziran seçimlerinde AKP iktidardan düştü HDP 80 milletvekili ile Türkiye siyasetini etkileyecek güce ulaşınca o zaman düğmeye bastılar. 2015 Haziran seçimlerinden hemen sonra daha önce durdurdukları soruşturmaları yeniden devreye sordular. Öyle büyük bir algı yarattılar aklınız hayaliniz durur. Bir ara eşim Başak bile 'gerçekten senin bir çağrın yok mu' diye sordu. Onu bile yanıltacak bir algı operasyonuna başladılar. Nasıl başladı bu algı operasyonu?

2014 Ekim’den sonra yandaş medya nasıl çalıştı? Buna rağmen bize soruşturma açılmadı. Sorumlu Demirtaş ve HDP’dir algısı yerleştirilmeye çalışırken 9 Ekim’den itibaren neler yapıldı. Sizin 1,5 milyon algı iddianamenize karşı bizim de bu yaşananları anlatmamız lazım. Bizi yargıyla değil algıyla yargılıyorsunuz. Daha sonra tekrar algı haberlerini, atılan manşetleri ve o dönem yazılan yazıları okuyan Demirtaş, “O dönemde devletin yaşanan ölümlerden haberi yoktu. Biz iki partilimizin öldürüldüğünden haberdardık. Bir canlı yayında bana mikrofon uzatıldı ben de şiddete karşı olduğumu, sizi şiddete iten kimse bunlar provokatördür dedim. Daha sonra Öcalan’dan gelen eylemler son bulsun mesajı okuduk. Hepimizin şiddetin durması için çağrılarımız oldu. Bu çağrılarımızdan sonra Yeni Şafak ‘sorumlusunuz’ diye manşet attı, bizim fotoğrafları kullandılar” şeklinde konuştu.

Erdoğan’ın 13 Ekim’de kendilerini sorumlu tuttuğuna işaret eden Demirtaş, “Yıllar sonra savcı Ahmet Altun’un aklına gelen fikri 9 yıl önce Mehmet Metiner söylemiş. Metiner o röportajında 'bu çağrı Demirtaş iradesiyle değil Kandil’in talimatıyla gerçekleşmiştir.' dedi. Mehmet Metiner bir iddiadan bahsetmiyor, tahminen söylemiyor. 'Demirtaş’a bu talimat iletildi' diyor. Metiner'in tanık olarak dinlenmesi gerek. Bu Ahmet Altun’a fikir veriyor. 'Biz bu davayı nasıl örgüt üyeliği kapsamına alırız' diye düşünüyor. Aklına gelmiyor. Çünkü Mehmet Metiner kadar kumpas konusunda zeki değilsiniz” diye konuştu. İtirafçıların bile “Kandil’den talimat geldiğine” ilişkin kesin bir dil kullanmadığını ama bunun Metiner tarafından kullanıldığını dile getirdi. “Hiçbir itirafçı ve tanık 'gözlerimle gördüm talimatın Kandil'den geldiğini' diye söyleyemiyor ama Metiner söylüyor. 'Talimat geldi' diyor. Bu dosyanın en önemli tanığı Mehmet Metiner’dir. Buraya gelmeli ve kendisini bu konuda sorgulamalıyız. Çünkü talimatın Kandil’den geldiğini ilk söyleyen Mehmet Metiner’dir. Mehmet Metiner bu iftirayı atabildi, 'yahu Demirtaş’ın böyle bir çağrısı yoktur' diyemedi.

(Metiner’in ilgili röportajından alıntılara devam ediyor.)

Demirtaş 'Türk ve Kürt gençlerini Kobanî’de savaşmaya çağırdı' diyor. Evet bunu yaptım, bu çağrıyı yaptım. Ama Metiner de 'pasaporta gerek yok, Kobanî oradadır gidip savaşsınlar' diyerek bu çağrıya destek veriyor. 9 Ekim’de Öcalan’dan gelen 'eylemleri durdurun' çağrısını yaptıktan sonra bunlar harekete geçiyor ve aile aile gezip insanlardan demeç alıyorlar, 'oğlumuzun katili Demirtaş'tır' diye. O güne kadar bize yönelik böyle bir itham ve suçlama yok.

Demirtaş, Türk islamcılarının ve milliyetçilerinin çakma olduklarının altını tekrar çizerek, “Küçük bir ihale için her türlü hileyi yolsuzluğu yaparlar. Türkiye’deki milliyetçilerin veya siyasi islamcıların yaptıkları sonucu Türkiye’nin içine girdiği durum budur. Türkiye’nin bugün bu durumda olmasının sebebi cumhuriyetin kuruluşunda yapılan hatalardır ve ikincisi de bu çakma islamcı ve milliyetçilerin yaptıklarıdır. Biz bugün niye burdayız? Bu siyasal İslamcıların attığı iftiralardan dolayı. Biz Netanyahu'nun iftiraları sonucu burada değiliz. Dönüp Netenyahu’ya, “yalan atıyorsun, katliam yapıyorsun” diyorlar ama aynısını bize karşı uyguluyorlar” dedi.

Ardından Yeni Şafak ve yandaş medyadan alıntılara devam eden Demirtaş devamla şunları söyledi: “Adnan Menderes ve arkadaşları iftiraya uğramış, başlarına gelmeyen kalmamış. Siyasal İslamcılar bunca yıl sonra iktidara geldikten sonra birden bire bir tehdit ortaya çıkmış. Kürtler. Kürtlerin, iktidarlarını alaşağı indirme ihtimali var. Onun da temsilcisi Demirtaş. Bunlar dün yiyecek bulamazken şimdi hepsi lüks içindeler. Bunu kaybetmemeleri gerekiyor. O yüzden bize saldırıyorlar. ‘Katil Demirtaş’ diye manşet atıyorlar, delil var mı? Hayır, aksine şiddeti durdurmaya çalıştık. Davutoğlu bunların sorumlusudur. “Vurun kırın diyen Demirtaş değil mi?” diyor. Gazeteci de demiyor, “Hayır efendim böyle bir çağrısı yok Demirtaş’ın.” Bunlar müslüman ve iftira atıyorlar. İktidarları uğruna her türlü günahı işlemekten geri durmuyorlar. Bülent Arınç bu açıklamaları yaptı. Cuma İçten. Şimdi sorsanız o dönem bizi hedef gösterdiği açıklamalarını “bunlar benim cahiliye dönemi açıklamalarımdır diyecek” şeklinde konuştu.

İnsanların nasıl öldürüldüğünün hiçbir şekilde araştırılmadığını çünkü yaşananların HDP ve kendilerinin üzerine yıkılmaya çalışıldığını söyleyen Demirtaş, “Biz neyin tehdidiyi? Onların hırsızlığının, yolsuzluğunun rant düzenlerinin tehdidiyiz. Elde ettiklerini kaybetmek istemiyorlar o yüzden bize saldırıyorlar” dedi. Kobanî olaylarının yaşandığı Ekim ayında AKP yandaşı medyada bir haftada kendisini ve HDP’yi hedef alan onlarca manşet onlarca köşe yazı yazıldığının altını çizen Demirtaş, “O bir hafta önemliydi. Bu yaşananların sorumluluğunu kime yıkacaklardı. İktidarda biz olsaydık sorumlusu biz olurduk. Neden can kayıpları yaşandı neden olaylar yaşandı? Bunların sorumluluğunu üstlenebilirdik. Ama iktidarın sorumluluğunu örtmek için olayları bizim üzerimize yıkmaya çalıştılar. Allah billah aşkına CNN Türk’ü açın bakın tartışanlar, telefonlara gelen mesajlarla anında konu değiştiriyorlar, başka tartışmalar yürütüyorlar. Hiç utanmıyorlar. Bunlar, araştırmaya dayanarak haber ve yazı yazmış gazeteciler değil ki! Bunlar, gazeteci kılıklı tetikçilerdir. Burada rehin tutulmamızda hepsinin sorumluluğu var” dedi.

Demirtaş, “O süre zarfında bunlar bize bu iftiraları atarlarken biz bunları sadece okumuyorduk, aynı zamanda bunların çoğunu tekzip ediyorduk. Birçoğu tekzibimizi yayınlamamıştı ama Hilal Kaplan tekzibimizi yayınlamıştı” diyerek ilgili tekzibi okudu. Demirtaş şöyle devam etti:

“Sadece bir haftalık algı oyunları nedeniyle bugün, vurun kırın yakın yıkın çağrısı yapan Demirtaş, bir haftada kamuoyunun hafızasında yer edinmiş oldu. Sonra durdu, ondan sonra bunları bulamazsınız. Ondan sonra doğru dürüst ve sistematik bir algı operasyonu bulamazsınız. Ne zamana kadar? Biz 7 Haziran’da seçimlere parti olarak girme kararı alıncaya kadar. Durdular o zaman, Kobanî olayları yaşanmamış, Demirtaş katil değil! Niye parti olarak seçimlere girmemizi istemiyorlardı? Erdoğan doğrudan bunu söylüyordu, ‘yahu ne gerek var parti olarak giriyorsunuz’ diyordu ve bunu aracılarla bize iletti. Ondan sonra tekrar benim katil olduğumu HDP’den çağrı yapıldığını hatırlattılar. O zaman böyle dandik dunduk köşe yazarları eliyle değil, doğrudan bu kampanyayı Erdoğan yürüttü. Koca koca manşetlerle benim ve eylemcilerin fotoğraflarını montajladılar. Cuma İçten silah tüccarıdır, şimdi DEVA’da mı nerede siyaset yapıyor. ‘Demirtaş sokağa çocuğuyla çıksın’ başlığı atıyordu. Cuma İçten’e buradan söylüyorum, çok merak ediyorsa 6 Ekim günü kızlarım sokaktaydı. Hiçbir yeri yakıp yıkmadılar, ama IŞİD vahşetini protesto ettiler. Aleyhime açıklama yapanlar HÜDA-PAR Başkanı Zekeriya Yapıcı ve Mehmet Emin Ekmen. Mehmet Emin Ekmen o dönem AKP milletvekiliydi.”

Kendisini hedef alan pek çok manşeti tek tek gösteren ve “sizin iddianameniz boş, asıl iddianame o zaman gazetelerde, manşetlerde yazıldı” diyen Demirtaş şöyle devam etti: “Bunları bilmiyorsunuz bu algıya yabancısınız demiyorum. Aksine siz bu algının ortağısınız bu algıyı beslediniz. ‘Yemedi Demirtaş’ diye manşet atmışlar, yaptığımız şiddet karşıtı çağrıları böyle görmüşler. Bu ölümlere sebep olan polisler ve panzerleri kullananlar kimdi? Neden bunlar yargılanmıyorlar? Çünkü bunların hırsızlık çarkına taş koyan HDP’dir, biziz. O yüzden bizimle uğraşıyorsunuz. Bülent Arınç, ‘kimin sözcülüğünü yapıyorsunuz da Öcalan’ı itibarsızlaştırıyorsunuz’ diyor. O zaman Arınç, Apocuydu ona göre biz Öcalan’ı itibarsızlaştırıyorduk.

Bir süre sonra basın üzerinden yürütülen bu algı operasyonları durdu. Sonra arkasından tekrar başladı. 7 yıldır buradayız, yaratılan bu algıyı yıkmak öyle kolay mı? Bir yandan devletin imkanlarını kullanıyorlar 600’den fazla yerel ve ulusal televizyon kanalları var iktidarın. Devlet kanalları hariç TRT’nin 40’tan fazla kanalı var. Trollerden bahsetmiyorum bile.

Biraz önce öğrendim. Devlet Bahçeli, Anayasa Mahkemesi'ni fırçalamış, “Bay Zühtü senin kumandan kimin elinde?” diye. Ben de soruyorum hakikaten senin kumandan kimin elinde? 5 yıldır benim davama ilişkin karar vermiyorsunuz. 4,5 yıldır haksız tutukluluk başvurusunu bekletiyorsunuz. 3 ayda karara bağlanır, değil mi? Can Atalay’da gördük. Bahçeli’nin derdi bu mu, asıl mesele bu mu? AYM karar verebilirdi ama ertediler. Asıl mesele AİHM kararının uygulanmamasını AYM nasıl karara bağlamaz. Çünkü sizin kararınızı bekliyorlar. AYM’ye karar verme baskısı yapıyorlar size de davada bir an önce karar verin diye baskı yapıyorlar.

AİHM’e giden Türk yargıç ki AKP’li vekilin kız kardeşidir, orada da bazı şeyleri engellemeye çalışıyorlar. Biliyoruz ki AİHM’de de AYM’de de frene basılmış. Nerede gaza basılmış? Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi'nde gaza basılmış. Biz savunma yapmadan karar verebilirsiniz çok umrumuzda da değil.

Yaklaşık 8 yıldır bizi hedef alan kampanyanın sözcülüğünü doğrudan Erdoğan yapıyor. 22 Mart 2015’tir bu konuda yaptığı ilk açıklamanın tarihi. Bizden umudunu kesmiş, biz parti olarak seçime girme kararı vermişiz. Ukrayna dönüşü uçakta konuşmuş. 'Halkı sokağa dökenler bunlar değil midir' diyerek bu konuda ilk sözü söylüyor.”

Demirtaş daha sonra Erdoğan’ın kendilerini hedef alan pek çok konuşmasını kayda geçmek üzere okudu. Demirtaş, Erdoğan’ın hayatını kaybedenlerin sayısını 40-50 kişi şeklinde açıkladığını hatırlatarak, “Hayatını kaybedenler ve sayısı umurlarında değil, emin de değil o yüzden 40-50 kişinin katili diyor” şeklinde konuştu. Erdoğan’ın o dönem yaptığı konuşmalarda “siz dağa gidip gelirsiniz, dağla iyi anlaşırsınız” sözlerini hatırlatarak, “O dönem de parti olarak dağ ile AKP arasında mesaj götürüyorduk” diyen Demirtaş “İlk açıklamaları daha makul daha mahçup. Doğrudan bizi hedef almıyor. Ama Yasin Börü’nün annesinden alınan demeç Erdoğan’ın isteği ile alındı onun üzerine miting meydanında kullanıldı. Erdoğan’ın sözlerine dikkat sayın heyet, demiyor ki 'bunlar tahrik ettiler, halkı galayana getirdiler.' Ne diyor? 'Yasin Börü’yü 5’inci kattan attılar.' Delil yok, suçlanan yok ama bunları söylüyor. Erdoğan bir algı ustasıdır, Goebbels’e şapka çıkartacak bir algı ustasıdır. Saatlerce sürebilir ama davanın iddianamesi de suçlamalar da budur. Bu iddianameyi Erdoğan yazmıştır” dedi.

“Seçimlere bir hafta var anketlerde HDP yüzde 13-14’lerde. AKP tek başına iktidarı kaybediyor ve Erdoğan bizi tehdit ediyor. Bizi destekleyen aydınları tehdit ediyor. Ona göre elime saz tutuşturulmuş ve parlatılıyorum. Seçime iki gün kala bana cici çocuk diyor onun cici çocuk dediği bu (bu arada SETA’nın kendisiyle ilgili hazırladığı raporu ve kapağındaki fotoğrafları göstererek)” diyen Demirtaş Erdoğan’ın konuşmalarında yaşamını yitirenlerin sayısına ilişkin çelişkilerine dikkat çekerek, “Bu adam müslüman, namaz kılıyor ama yalan söylüyor. Günde kırk tane yalan söylüyor. Ona göre Yani Börü 3’üncü kattan 4’üncü kattan, 5inci kattan atılmış. Olaylarda 30 kişi 40 kişi 50 kişi hayatını kaybetmiş. Bu insanlar umrunda değil kimse de sorgulamıyor. 5 Haziran’da IŞİD katilleri tarafından mitingimiz de bomba patlattılar, o arada Erdoğan telefonla aradı, telefonuna çıkmadım. En çok ona koyan da budur. Söylemiş duydum ‘o kendini kim sanıyor da telefonlarıma cevap vermiyor’ demiş. 22 defa Davutoğlu aradı. Cevap vermek istemedim çünkü gözümün önünde insanlar hayatını kaybetti. 'Beni aramasınlar çıkıp halktan özür dilesinler' dedim.

Diyarbakır tarihinin en kalabalık mitingini yaptık, o mitinge bombayla saldırdılar. Erdoğan ne diyor buna ilişkin, ‘dün Diyarbakır'da asla tasvip etmediğim bir olay oldu iki vatandaşımız hayatını kaybetti.' 5 kişi hayatını kaybetmiş 2 kişi diyor. Bir önceki gün Kobanî olaylarında benim 50 kişiyi öldürdüğümü söyleyen de budur. Bu adam ikiyüzlüdür. Bunlar siyasi islamcıdır. Alnı secdeye değiyor ama bütün bunları da yapıyor. Alnı secdeye değen, inanan bir insan neden bu yalanları atar, Allah'ı aldatmaya kalkar? Bir tek nedeni var; iktidara bulaşmak. Dün Hasan El Bena’yı okudum ya 'iktidara bulaştın mı inancını yitirirsin' diyordu. Şeyh uçmaz müritleri uçurur. Bunlar da böyle, etrafındaki şakşakçılar söylenen her yalanı alkışlıyor.

Erdoğan 'elin Avrupalısı bütün dünya terörist diyor siz niye demiyorsunuz' diyor. Madem ölçü bu ise bütün dünya Hamas’a terörist diyor siz niye demiyorsunuz? Bunu ayrıca konuşuruz. Erdoğan, ‘kardeşi dağda yetişmiş’ diyor. Benim ağabeyim siyaset yapmak istedi, bunda ısrar etti ama buna izin vermediler. Hakkında o kadar çok dava açtılar ki 'seni burada yaşatmayacağız' dediler. Kürdistan Bölgesi'ne gitti Mahmur Kampı'nda insanlara okuma yazma eğitimleri vermeye başladı. Sonra IŞİD saldırıları olunca PKK’ye katıldı. Erdoğan diyor ki 'kardeşi dağda yetişmiş, kendisi fırsatı bulduğunda oraya kaçar.' Ne zaman fırsatı buldum? Çözüm sürecinde. Oraya gittiğimizde ağabeyimi gördüm 3 defa. Her döndüğümde birinde Beşir Atalay, birinde Sadullah Ergun 'abin nasıldı selam söyleyin' dediler. Ağabeyim Nurettin Demirtaş’a büyük saygı duyduklarını biliyorum. Haklılar da.”

Erdoğan’ın kendilerini hedef alan açıklamalarını tek tek hatırlatan Demirtaş, Erdoğan’ın o dönem yaptığı “dokunulmazlıklar kaldırılmalı” sözlerini hatırlatarak, “Kendisi yürütmenin başında nasıl oluyor da yasamaya müdahale ediyor” diye tepki gösterdi. Demirtaş, Erdoğan’ın açıklamalarından sonra kendisiyle ilgili fezlekelerde büyük artış yaşandığını gösteren görselleri mahkeme heyetine gösterdi. Demirtaş, “Verdiği talimat savcılara da verdiği talimat olduğunda savcılar da bu konuda hevesli oldukları için yaptığımız açıklamaları anında fezlekeye dönüştürdüler. Bu talimattan sonra bazı konuşmalarıma 5 yıl sonra soruşturmalar açıldı. Bu konuda Erdoğan’ın verdiği en güçlü mesaj 2 Ocak 2016 tarihli açıklamasıdır. Orada da 'aman aman parti kapatma olmasın diyor' hatırlatmasında bulundu.

Erdoğan’ın 28 Mayıs 2016 tarihinde Diyarbakır’da yaptığı konuşmada Yasin Börü üzerinden kendilerini hedef aldığını vurgulayan Demirtaş, 'İntikamı alınacaktır' diyor. Bunu söyleyen bu ülkenin Cumhurbaşkanıdır. Tekrar hatırlatıyorum. Bunlar siyasal islamcıdır alnı secdeye değiyor. Bu ülkedeki siyasal islamcılar yalancıdır, kumpasçıdır, iftiracıdır. 15 Temmuz sonrasında Bahçeli ile güç birliği yaparak bu kumpas için adım atmaya başladılar” diye konuştu. Erdoğan’ın “7 Haziran’da 80 milletvekili aldılar, hadi otur işine bak dedik, 80 milletvekili aldıklarının ertesi günü halkı sokağa döktüler. Bunlar böyledir” şeklindeki sözlerini hatırlatan Demirtaş, “Bunu söyleyen alnı secdeye değen adamdır. 6 Ekim ne zaman 2014, 80 milletvekili çıkardığımız zaman ne zaman 7 Haziran 2015. Böyle çarpıtıyorlar. Bana bu cümlede tek bir doğru kelime gösterin. Dün boşuna konuşmadım, siyasal islamcılar yalancıdır, iftiracıdır, talancıdır. Bugün arkadaşlarım söyledi sosyal medyada Ermeniler gibi Kürtlerin de tehcir zamanının geldiğini yazıyormuş. Bunlar da siyasal İslamcı. Bu adama kim kafa tutabilir bizim dışımızda? Bir biz kafa tutuyoruz o yüzden HDP üzerinde bu baskı var. Yalanlarını soygunlarını talanlarını teşhir ettiğimiz için, bu ülkenin çocuklarını ölümü sürükleyip kanı üzerinde kurdukları iktidarı teşhir ettiğimiz için buradayız. Erdoğan kafası karışık, bu gerçekleri bilmeyen biri değil. Ama bilerek bu kronolojik hataları yapıyor, bütün söylemini 7 Haziran üzerine kuruyor. '7 Haziran’da başarı sağladılar sonra halkı sokağa çağırdılar' diyor. Buna göre 8 Haziran’da insanların sokağa çıkmış olması gerekiyor. Oysa 6 Ekim 7 Haziran’dan çok önce. Niye bu yalanı atıyor çünkü Allah’ı aldattığını sanıyor. O yüzden halkın çoğu bu yalanlara inanıyor. 'Bu adam namaz kılıyor yalan söyler mi, söylüyorsa doğrudur' diye düşünüyor. Ama kimsenin aklına bunların yalancı ve fırıldak olduğu gelmiyor” şeklinde konuştu.

Demirtaş, “2014 yılından itibaren başladım anlatmaya bu algı operasyonu nasıl başladığını, 2018 yılında nereye geldi. Erdoğan 'parlamento idam kararını bana gönderirse onaylarım' diyor. Ben tutukluyum, Cumhurbaşkanı adayıyım daha yargılamam başlamamış doğru düzgün ama bunu yapıyor. Bunu kim yapıyor? Kendisini müslüman olarak pazarlayan zat yapıyor bunu. Neden? İktidarlarını kaybetmemek için. Bu kadar öfkeliler. Bugün utanmıyor olabilirler ama bunlar yarın öbür gün kitaplaşacak. Hitler'i nasıl okuyoruz kitaplardan bugün yaşananları da yarın herkes okuyacak. Biz hiç kimseyi meydanlarda böyle tahrik etmedik. Bizim bütün konuşmalarımız barışa dairdir, çözüme dairdir. Bu adam provokatörlüğün daniskasıydı. Bunu bir ateist yapmaz, bir başkası yapmaz ama Allah'ı kandırdığını sanan bir siyasal İslamcı çok kolay yapar. Bana daha sonra 'terörist başı' diyor. Hakkımda yargı kararı yok. Bu koşullarda yargı kararının bir karşılığı yok çünkü yargının içinde 5 bin terörist çıkmış. Ölürüz kalırız söylemiş olayım. Ben hakkımı ona helal etmiyorum. Bundan korkması lazım inanıyorsa. Recep Tayyip Erdoğan sen bizi suçsuz sebepsiz yere rehin aldın, gerçek katillerin peşine düşmedin. Bu dünyada da öbür dünyada da iki elimiz yakandadır senin. Yalancısın, iftiracısın, kumpascısın. Cumhurbaşkanı değil dünyanın başkanı da olsan bu gerçeği değiştiremeyeceksin. Öfken dinmiyor, için soğumuyor çünkü senin karşında boyun eğmedik ah vah etmedik. Karşısında ağlasaydık, biat etseydik bizi 3 ayda serbest bırakırdı. Ama ruhumuz özgür, sığmıyor 4 duvar arasına o yüzden Erdoğan’ın içi soğumuyor” şeklinde konuştu.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde kendisini hedef alan sözlerini ve “YSK ile konuştum bunların mağduriyet devşirmelerine izin vermeyin gidip kaydını çekip yayınlayım dedim” sözlerini hatırlatan Demirtaş, “Hadi geçtim müslümanlığını bu sözlerde kaç tane yalan var, kaç tane görev suçu var? 7 Haziran’dan sonra insanları sokağa dökmüşüz, yalan! 53 kürt kardeşini öldürmüşüz, yalan! Yasin Börü'yü öldürmüşüz, yalan! Üstünden araba ile geçmişiz, yalan! YSK’ya talimat vermek görev suçu değil mi? Bu sırada ben 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanıyordum. Murat Bey vardı konuşa konuşa akraba olduk topu size attı ve kurtulduğu gün kurban kesecekti. İnsanın düşmanı rakibi mert olsun. Bunlardan tek bir mertlik görmedik. 7 yıldır içerideyiz hala bizden korkuyorlar.

İddia ediyorum, Hüseyin Alptekin’e bu raporu tekrar hazırlatsınlar objektif bir şekilde yazarsa diyecek ki 'Demirtaş 1’di şimdi 3. O gün HDP 1’di şimdi 7' diyecek. O yüzden bu davayı bitiremiyorsunuz. Şimdi niye 'Yasin Börü, HDP ve Demirtaş katil' söylemleri yok? İstanbul seçimlerinde HDP’den beklentisi var. Ola ki aday çıkarmaya karar verdi arkadaşlarımız ve bu da onun işine yaradı göreceksiniz hiç söz etmeyecek bizden. Çünkü Türkiye’deki siyasal İslamcılar çıkarları için her türlü hileyi hurdayı yaparlar. Müslümanlar demiyorum siyasal İslamcılar. Bunların en ağababaları cemaatçilerin neler yaptıklarını gördük, halkın başına neler getirdiklerini gördük. Bazen diyorum ki çıkıp karşısına utanmıyor musun yalan söylemeye, ben ne zaman adam öldürdüm diyeceğim”

Kaynak: "Demirtaş: Biz şiddet dursun diye uğraşırken yandaş medya bizi sorumlu gösteriyordu". HDP. 26 Aralık 2023. Erişim tarihi: 2 Ocak 2024. 
Telif durumu:

27 Aralık[değiştir]

Beyanlarına 3’üncü günde devam eden Demirtaş, davanın algı yaratmaya yönelik iktidar yetkililerinin açıklamalarını ve yandaş basının haberlerini hatırlattı. Erdoğan’ın konuya ilişkin en ilginç açıklaması olduğunu belirterek, “Sayın Demirtaş siyasetin acemisidir, nereden nereye geldiğini merak ediyorsa anket yaptırsın. İşi elinde silah olanlara bırakmasın” sözlerini hatırlatan Demirtaş, “Beni terörist ilan eden Erdoğan bu kez anket yapmamızı istiyor” dedi. Erdoğan’ın “AİHM’in kararları bizi bağlamaz, biz karşı hamlemizi yaparız işi bitiririz” sözlerini de hatırlatan Demirtaş, “Bu açıklamalar yapılırken duruşmam devam ediyordu. Halen bu açıklamaların etkilerini yaşıyoruz. AİHM kararı bizi bağlamaz diyor. Biz dediği kimdir? Devlettir, devleti bağlamaz diyor. Mesela “Erdoğan olarak beni bağlamaz” dese anlarız. Erdoğan’ı bağlayan bir karar değil. Erdoğan burada kendisini yargı yerine koyarak AİHM’in kararı bizi bağlamaz dedi. O günden beri AİHM kararları yargıyı bağlamaz hale geldi, bugün AYM kararlarının gereği yapılmıyor aksine AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulduğu bir döneme geldik. Nereden başladı bu cesaret? Tam da bu açıklama ile başladı. Siz hukuk fakültesi mezunusunuz AİHM kararlarının özellikle yargıyı bağladığını tartışmamıza gerek yok. Erdoğan tek başına bir anayasa hükmünün bağlayıcı olup olmadığına karar verdi ve gereği yerine getirildi” dedi.

Hükümetleri yasadışı örgütlerden suç örgütlerinden ayıran şey yasayla bağlı olmasıdır” diyen Demirtaş, “İster suç olsun ister savaş olsun bütün bu mücadelesinde anayasa ve yasa hükmüyle bağlıdır. Eğer yargı erki anayasayı tanımadan ben bu mücadeleyi yürütürüm diyorsa orada devlet yoktur, suç örgütleriyle ve yasadışı örgütlerle aynı duruma gelmiş demektir. Anayasa yasa tanımıyor. ‘Biz terörle mücadele ediyoruz anayasa ve yasa askıya alınabilir bizler bunu yargı mensupları olarak yaparız bunlar devletin bekası için yapılması gereken vatanseverlik görevidir! Burada anayasanın çiğnenmiş olması önemli değil asıl olan vatandır gerisi teferruattır.’ Anlayış budur. İki gündür anlattığım anlayış böyle düşündüğü için 100 yıldır hiç bir sorun çözülmemiştir. Zulüm yapılarak katliam yapılarak suçların üstü örtülerek suçsuzlar cezalandırılarak Türkiye Cumhuriyeti devleti Kurtuluş Savaşından daha ağır bedeller ödeyen bir noktaya gelmiştir. Bu anlayış Türkiye’yi kuruluşundan daha beter duruma getirmiştir. Bugün ekonomisi tarımı daha kötü durumdadır. Akademik açıdan insan hakları açısından daha kötü durumdadır. Savaş politikalarındaki yıkım açısından daha kötü durumdadır. Kurtuluş savaşında bile bu kadar can kaybı ağır kayıp yoktur” dedi. İlker Başbuğ’un “6 kez PKK’yi yendik ama askeri olarak sorunu çözemedik” sözlerini hatırlatan Demirtaş şöyle devam etti:

Peki sorun çözüldü mü, bize ağır cezalar veriyorsun mesele bitiyor mu? Hayır. Ben genç bir milletvekili iken Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Selim Sadak, DEP Milletvekillerinin AİHM’in kararı nedeniyle yeniden yargılamaları başlamıştı. Onlar tutuklandığında öğrenciydim yeniden yargılandıklarında cübbe giydim avukat olarak davalarına girdim. Delilsiz yargılandılar hukuksuz cezalandırıldılar. O gün o davada avukatlık yapan Demirtaş yıllar sonra o partinin geleneğinin devamı olan partide eş başkan oldu milletvekili oldu ve 7 yıldır tutuklu. Bizler başka bir perspektifle Türkiye’nin sorunlarının çözümü için omuzlarımıza yük aldık aynı akıbetini bizler yaşadık. DEP’lileri yargılayanlar, mahkeme başkanı, Nuh Mete Yüksel çok kararlıydılar ‘bu işi bitireceğiz’ diyorlardı. Aradan onca yıl geçmiş aynı şeyi yaşıyoruz. Bizler dilimizden kültürümüzden vazgeçemeyiz vazgeçmesi gereken bu hataları yapanlardır. Düşünün bütün bu yarattıkları bu ülkeye zarar vermiyor mu? Silah var diyorlar biz de onu bıraktırmaya çalışıyoruz. Yıllarca İmralı’ya gittik, Kandil’e gittik. Erdoğan’ın Öcalan’ın çağrısı önemlidir sözleri manşet oldu. Tarih 11 Mart 2015. Çünkü görüşmelerimiz devam etti mesele silahlı çatışmaların dışına çıksın diye uğraştığımız bir dönem. Ne yaptılar, HDP Haziran’daki seçimlerde AKP’yi tek başına iktidar olmaktan çıkarınca işin rengi değişti. Çözüm süreci Kürtlere yarıyor diye yeniden silaha sarıldılar. O yüzden AİHM kararının sizler tarafından Erdoğan talimatı sonrasında uygulanmaması devlet sistemini tümden çökertmiştir.

Erdoğan’ın kendilerini hedef alan açıklamalarını tekraren hatırlatan Demirtaş, “Her konuşmasından sonra oy çağrısı yapıyor. Oy uğruna bizleri içeride tutuyor. Açık söylüyorum; yalancı, iftiracı! Bizim bunları söylemediğimizi bilmiyor mu? Biliyor. Çözüm süreci başlamıştı. Öcalan’ın iki mektubu Erdoğan’ın elindeydi. Bunu Sadullah Ergin bize söyledi. “Bu defa iş ciddi Cumhurbaşkanı bu işi ciddiye alıyor, Öcalan kararlı gözüküyor iki ayrı mektup yazmış. Fakat o dönem bir sorun vardı, açlık grevleri başlamış 65’inci günlerine gelmiş. Biri yaşamını yitirirse süreç sıkıntıya girer o yüzden bu açlık grevlerinin bitmesi için sizden beklentimiz var. Lütfen bitirsinler açlık grevlerini ki süreç devam etsin.” Bu iktidarın bizden ricasıydı. O dönem yöneticilerimiz de açlık grevindeydi. Adalet Bakanı’nın kendisi Sincan Cezaevindeki arkadaşları ziyaret etti. Biz de Diyarbakır’da arkadaşlarımızı ziyaret ettik durumu anlattık. Onların da cevabı şu oldu. “Biz süreçten memnuniyet duyarız, barış olursa zaten biz bırakırız. Eğer Öcalan ile görüşme varsa adalet bakanının somut bir şey söylemesi lazım. Bunlar olursa açlık grevini bırakırız süreci tıkamak için değil çözümün önünü açmak için açlık grevi yapıyoruz.” Bunu Sincan’daki kadınlar da bizzat Sadullah Ergin’e söyledi. Ondan sonra bir kaç yerde büyük miting yapma kararı aldık. O mitinglerde de açlık grevinin bitirilmesinin çağrısını yapacağız sürecin sorumluluğunu biz alıyoruz diyeceğiz. Bunun sosyopsikolojik zeminini oluşturmaya çalışıyoruz. Bu çerçevede çok görkemli mitingler yaptık. Bunlardan birini de Kızıltepe’de yaptık. O zaman yöneticilerimiz geldi dediler ki Öcalan’ın posteri var diye gençlere işkence yapıldı gözaltına alındı. Sebebi de Öcalan’ın posteri. O sırada Hükümet Öcalan ile görüşme hazırlığı yapıyor biz açlık grevini bitirmek için yollara düşmüşüz. Biz de süreç aksamasın, kesintiye uğramasın diye uğraşıyoruz. Polis ise Öcalan posteri var diye on binlerce Kızıltepelinin buluştuğu mitingde gençlere işkence yapıyor. Neden? O dönem Fethullahçıların da bundan haberi var. Bu işkence haberleri basına düştü. Bu şu demekti “ey Kürtler devletin Öcalan’a yaklaşımı budur.” Yaklaşım bu. Ben de orada daha “Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz” dedim. Bunu Fethullahçı polislere dönerek söyledim. Kasıt barışı sağlayanın heykelini dikmektir. Bu açıklamanın tarihi 2012. Aradan 7 yıl geçiyor, Erdoğan seçim kazanmak bizi tutuklatmak için bunu kullanıyor. Öcalan’ın iki mektubu senin elinde değil miydi? Bunlara nasıl güvenilir. Figen Hanım’ın “sırtımızı YPG’ye dayadık” sözünü de kullandılar. Figen Hanım “sırtımızı IŞİD’e dayadık” sözlerine karşı söylüyor. IŞİD barbarlığını açıkça savunan köşe yazıları oldu. Mehmet Barlas’ın oğlu Cemil Barlas mıydı, Kobanî’de “IŞİDçiyim” diye twit atıyordu. Biz Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz derken ne oldu? Savcılar dava mı açtı, yandaş medya beni linç mi etti? Hayır! Aksine normal karşılandı aksine kendileri zaten Başkan Apo’nun heykelini diktiler. “Öcalan şanstır” diye manşet atıyorlardı. Ama buna rağmen hala bize karşı kullanıyorlar bunu. O zaman kendileri Öcalan’dan bize not getiriyorlardı. Bizi acilen cezaevlerine götürdüler gece yarısı hücrelere girdik arkadaşlar şaşırdı. Karşımızda kim vardı Tayip Temel, açlık grevinin 68’inci günündeydi. Dedik ki Öcalan’dan not var. Tayip Temel o zaman açlık grevlerinin anlamını anlattı. Öylesine etkileyici bir konuşma yaptı ki dinleyenlerin gözleri yaşardı. Cezaevi Müdürü neredeyse ağlayacaktı. “Barış olsun diye biz canlarımızı ortaya koyduk” dediler. Ondan sonra açlık grevleri bitti ve çözüm süreci başladı. Bunları bilmiyor mu Tayyip Erdoğan, Sadullah Ergin şimdi vekil değil ama bilmiyor mu, Hakan Fidan şimdi Dışişleri Bakanı bilmiyor mu bunları? Barış için uğraşıyorduk. Niye yaptılar bunu? İktidarlarının sürmesi için kan lazımdı bunu yaptılar.”

Demirtaş Erdoğan’ın meydanlarda kullandığı İmralı ve Kandil fotoğraflarını anlattı: Cezaevine biz mi fotoğraf makinası koyduk?

Erdoğan’ın “Bunlar Kürdistan diyor benim ülkemde Kürdistan diye bir yer yok bunlar bölücü” sözlerini de hatırlatan Demirtaş, “Yeri geldiğinde arşivlere bakın orada Kürdistan Lazistan göreceksiniz. Böyle ilkesizdir” dedi. Erdoğan’ın “Delil olmazsa ben bunlara terörist der miyim” sözlerini de alıntılayan Demirtaş, “Siz niye yargılama yapıyorsunuz size ne gerek var. Adam hükmü vermiş. Benim fotoğraflarımı kullanıyor. İmralı ve Kandil’deki fotoğraflar nasıl çekildi? Cezaevine gizli makina mı soktuk, kim çekti fotoğrafları? Cezaevi müdürü fotoğraf makinasını kendisi getirmedi mi sizin talimatınızla? Fotoğrafçı da değil bizzat cezaevi müdürünün kendisi fotoğrafları çekmedi mi, tek tek bunlar olmuş mu diye bize göstermedi mi? Sonra o fotoğrafları size getiren müdür değil miydi, onları bize teslim eden Sadullah Ergin değil miydi? Kandil fotoları nasıl çekildi? Sorun çözülüyor, bunun alt yapısını oluşturmak için olur bunu sizinle tartışmadık mı? KCK yöneticilerinin silahsızlanmaya hazırız mektubunu getirdiğimizde bunlar önemli değil miydi? Çık bunları inkar et. Biz dönüşte çok yorgunduk, bir gece orada dinlensen diye düşündük. İmralı Ankara Kandil yüzbinlerce KM yol yaptık. Bunun için danışmandan da faydalanamıyoruz. Fakat Sadullah Ergin aradı o mektup çok önemli bir an önce getirmeniz gerekir. Beyefendi de dahil herkes çok heyecanlı. Sınırda kimliklerimize bile bakmadılar “silah bırakılacak mı” diye sordular biz evet dediğimizde neredeyse sınırdaki polisler halay çekecekti. Yıllar sonra Kandil’deki fotoğraflar vs diye bunu kullanıyor. Yıllardır yargılanıyoruz ‘yahu bari bundan yargılamayın bilgim var haberim var’ demiyor. Aksine sizi yönlendirmek için bu yalan ve iftiraları atıyor.

Bütün bunların üzerinden ikiyüzlülüğün kitabı yazılır. 3 gün önce terör örgütü lideri dediğinden Tunceli'deki akademisyen aracılığıyla mektup getirtiyor. O mektubu avukatlara iletmeden istedikleri gibi yorumluyor. O mektup seçimlerle ve sandıkla ilgili bir mektup değil. Çağrı yapmıyor. Kendisini tanıyorum, Öcalan barış için iğne ile kuyu kazan biridir. Öcalan’ın mektubunu kim tercüme ediyor? Erdoğan tercüme ediyor. Tarafsız kalın diye mektup geldiğini söylüyor. O günden beri Öcalan-Demirtaş çatışması diye yandaş basında çarşaf çarşaf yazıyorlar. Maden bunları söylüyorsunuz neden Öcalan tecritte? Öcalan sıradan biri değil o yüzden ada cezaevine kapatmışsınız, İnfaz hukuku, görüş hukuku bunların hiçbiri Öcalan’a karşı uygulanmıyor. Madem bu kadar kıymetli sizin için niye gereğini yapmıyorsunuz? Abdullah Öcalan sıradan biri değildir, bunu Türkiye Cumhuriyeti Devleti de biliyor. O zaman sıradan yaklaşılmasın, halkımıza da partimize de sıradan yaklaşılmasın. Öcalan siyasi bir aktördür, CMK’ya vs göre hakları savunulmaz siyasi bir kişiliktir ve hakları da siyaseten savunulmalıdır. Bakın 12 gencin cenazesi geldi eminim ki ‘bunu engellemek için niye önümü açmıyorlar’ diye saçını başını yoluyordur. Niye izin vermiyorlar buna, çünkü ölümlerin bitmesini istemiyorlar. Ben de dahil hepimiz görüşmeye (Öcalan’la) talibiz. Buradan SEGBİS’le görüşmek dahil görüşmek istiyoruz. Milletvekillerimizin tamamı görüşme için başvurdu izin verin. Barış fekadarlık ister, yürek ister. Bu ülkenin İçişleri Bakanı twitterdan “kardeşini sarı torbaya koyup getireceğim Demirtaş” dedi. Buna rağmen barış diyorum silahla olmaz diyorum. Normalde çıldırmamız lazım ama sağduyumuzu koruyorsak aldığımız siyasi terbiyeden dolayıdır.

Demirtaş, hakkında çıkan tahliye kararına karşı “Erdoğan size diyor 'ben inanıyorum ki bizim yargımız Selahattin Demirtaş’a böyle bir hakkı varsa sözde bir hakkı, onu da bizim yargımız koruyacak değil' diyor. Bununla talimat veriyor. Bunların mülkiyet hakkı yok ki demiş. Yanlış mı alınmış bilmiyorum. Bizim mülkiyet hakkımız da mı yokmuş? Adil yargılanma hakkımız yok, siyaset yapma hakkımız yok, konuşma hakkımız yok, mülkiyet hakkımız da yokmuş!” dedi. Demirtaş, “Hakkımızda sizin kafanızda en az örgüt üyeliği var. Bu kararı ne zaman verdiniz? Biz daha savunmamızı yapmadık, ben yeni yapıyorum, Gülten Başkan yapmadı bazı arkadaşlar yapmadı, sorgumuzu yapmadınız. Söz hakkımızı engellediniz. Peki ne zaman bu kararı verdiniz? İşte bu anlattığım Erdoğan’ın talimatlarıyla bu kararı verdiniz” dedi. Erdoğan’ın 6 yıl boyunca Kobanî olaylarına ilişkin ilk kez 23 Aralık 2020 tarihinde “Terör örgütünün emriyle onlarca kişinin ölümüne neden olan kişi” diyerek kendisini hedef aldığını belirterek, “6 yıl boyunca 'Demirtaş talimatıyla' diyor. İlk kez 'Kandil’in talimatıyla' diyor. Biz henüz bilmiyoruz, dosya gizli ama beyefendi biliyor. Çalışılmış dosyada ona brifing verilmiş ve diyor ki “örgütün emriyle onlarca kişinin öldüğü”. Kimin kumpas kurduğunu şimdi anlıyor muyuz? Kimin bilgisi dahilinde itirafçıların konuşturulduğunu anlıyor muyuz?” diye tepki gösterdi.

Demirtaş, Erdoğan’ın bir konuşmasında “Seçimlerde seni başkan yaptırmayacağız diye ortalığı inletenlerin Yasin Börü’nün hesabını verdiğini gördünüz mü…” sözlerini de alıntılayarak, “Freudcu bakış açısıyla söyleyelim burada zihninin altındaki öfkeyi dışa vuruyor. Ortalığı inlettiğimizi kabul ediyor. Doğru ortalığı inlettiğimizi hatırlıyorum doğru. Seni başkan yaptırmadığımızı da biliyorum. Hani bir mesel vardır ya, babası oğluna der ki sen adam olamazsın oğlum der. Oğlu çalışır, okur atıyorum kaymakam olur sonra babasını ayağına çağırır baba bak ben kaymakam oldum der. Babası da oğluna der ki oğlum ben kaymakam olamazsın demedim adam olamazsın dedim. Ben de söyleyeyim, biz de sana başkan olamazsın dedik. Onun dışında maşallah her şey oldun, tek adam oldun, devleti ele geçirdim ama hâlâ başkan olabilmiş değilsin.

Erdoğan’ın bir grup toplantısında “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine hesap verecek, onların da kendi içlerinde bir hesaplaşmaları var bu hesaplaşmayı kendi içlerinde yapacaklar” sözlerini de hatırlatan Demirtaş, “Defalarca çağrı yaptım. İmralı’da Öcalan ile görüştürün beni. Bildiğim ne varsa anlatayım. Hatta sen de gel ülkenin cumhurbaşkanı olarak sen de gel. Buyurun Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Öcalan ben. 3’ümüz bir araya gelelim, kim kime hesap veriyor konuşalım. Çağrı yaptım, iki yıl geçti bu çağrımın üzerinden. Halen bekliyorum. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı bunu yaptı. Seçim kazanabilmek için cumhurbaşkanı bu cümleyi de kurdu. Ben hala bekliyorum. Çözüm sürecinde kim neyi bitirdi, akan kandan kim sorumlu hep birlikte tartışalım. Buyurun ben hazırım. Öcalan ile görüşmeyi başlatın, hesap soracaksa da benden de halktan da siyasetçiden de senden de, kim kimden hesap soracak tartışalım. Gerçekleri İmralı’da tartışalım istersen. Ben hazırım bakalım kim suçlu kim güçlü. Yalanlarınızı iftiralarınızı hep birlikte İmralı’da tartışalım” diye konuştu.

Erdoğan’ın yargıya talimatlarına da “Bir ülkenin cumhurbaşkanı 7 yıl boyunca neden hergün bunları konuşur. Size güvenmiyor mu siz güven vermiyor musunuz” sözleriyle tepki gösteren Demirtaş “Lütfen susturun kendisini deyin ki "biz gereğini yapacağız, talimatı aldık başgöz üstüne zaten gereğini yapıyoruz, 7 yıldır suçsuz yere tutuyoruz" deyin” dedi.

Erdoğan’ın 2022 açıklamasında “bunlar 50 küsur yurttaşımızı katletmedi mi” sözlerine de tepki gösteren Demirtaş, “Bunlar sözde Yaradan'ı yaradılandan ötürü seviyor. Hangileri, küsurları da mı? 50 küsur… İnsan canından bahsediyor. Onları biz öldürmüşüz o da buna üzülüyor!" ifadeleriyle tepki gösterdi. Erdoğan’ın kendisini hedef alarak “Bunlar Kürt değil, bunların Kürtlükle derdi yok şimdi Eş Genel Başkanı var bunun Kürtlükle alakası var mı” sözlerine de Demirtaş, “Bunu yorumlamaya gerek bile yok, ırkçı kafatasçı!” dedi.

Kaynak: "Demirtaş: Öcalan ile SEGBİS'le görüşmek istiyoruz, Öcalan'a sıradan yaklaşmayın". HDP. 27 Aralık 2023. Erişim tarihi: 4 Ocak 2024. 
Telif durumu:

Erdoğan’ın konuşmalarında Kobanî eylemlerinde hayatını kaybedenlerin sayısını 30, 40, 50, 51 ve 53 kişi olarak verdiğini ancak sadece Yasin Börü ismini kullandığını belirten Demirtaş, “Derdi Yasin Börü mü, hayır sadece oy istiyor. Başka isim bilmiyor. Onun için önemli değil. Zaten verdiği bilgiler yalan yanlış. U da umurunda değil” dedi.

Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun “Ben gelince Demirtaş’ı bırakacağım” şeklindeki sözlerinin hukuk devletine uygun olmadığını söylemesine tepki gösteren Demirtaş, “Serbest bırakacağım sözü hukuk devletine uygun değilmiş ama kendisinin ‘Selo’yu asla bırakmayacağım’ demesi hukuka uygunmuş!” dedi. Erdoğan’ın, “Selo Kürt değil Zaza, Zaza!” sözlerini de anımsatan Demirtaş, “Kurmanc olsaydım herhalde beni bırakacaktı. Ama burada Kurmanc arkadaşlarımı da tutuyorlar. Bari Kurmancları bırakın, biz Zazalar kalırız. Suçum Zaza olmakmış! Tarihler ve rakamlar değişiyor ama yalanlar değişmiyor. Bir başka iftar programında orucunu açmış, namazını kılmış, iftar sonrasında konuşuyor. ‘Gezi’de bunlar katliam yaptı. Selo’yu çıkaracağız diyorlar. Bu teröristi nasıl çıkarırsınız?’ diyor. Bakın hemen bağladığı yer seçim kampanyası” dedi.

Yine Erdoğan’ın “AKP ve Erdoğan yönettiği müddetçe siz Selo’yu meloyu çıkaramazsınız” sözlerinin altını çizen Demirtaş, mahkeme heyetine dönerek, “Bu talimat size verilmiş. Selo’yu çıkaramazsınız. Bu konuşmaların tamamında Erdoğan elini kolunu bağladığı birine meydanlarda hakaret ediyor. Sadece yalan söylemiyor aynı zamanda hakaret ediyor. Kem sözlerinin tamamını sahibine iade ediyorum” diye konuştu.

Erdoğan’ın sadece benim adımı anarak yaptığı konuşmalarının sadece bir kısmı. Sadece seçim meydanlarında, televizyonda yaptığı konuşmalar bunlar. Bu bir kısmı okumam bile bir günden uzun sürdü. Bunları kamuoyunun beynine çivi gibi çaktılar. Bir algı mekanizması var. Adalet Bakanlığı, İletişim Başkanlığı, medya ayağı bunların hepsi bu algı operasyonunu büyüterek, yargının her aşamasını etki altına alarak, doğrudan yargıçları talimatlandırarak ve diğerlerini de etkileyerek 8 yıldır böyle çalışıyorlar. Bütün bunlar bu yargılamanın siyasi bir yargılama olduğunu gösteriyor. Bunu sadece biz iddia etmiyoruz, bunu AİHM Büyük Daire kararı da söylüyor. Bütün bu konuşmalara dayanarak söylüyor bunu. Sanırım Büyük Dairenin kararı açıklanacak. AİHM’deki görüşmeler bitti. AYM’deki yargılama da bitti, kararın yazıldığını biliyoruz. Bahçeli’nin AYM’yi baskı altına almasının nedeni budur. Can Atalay elbette serbest bırakılmalıdır. Ancak AYM üzerindeki baskı Can Atalay kararı nedeniyle değildir, Demirtaş hakkında vereceği olası kararla ilgilidir. AYM üyeleri benim akrabam değil ama önlerine bir dosya gelmiş. İyi ya da kötü verdiği kararı değiştirmeye ya da ertelemeye çalışıyorlar. Siz de bu yüzden kararı bir an önce vermeye çalışıyorsunuz. Çok da önemli değil. Esas olan benim vicdanımdır. Ben vicdanlarda çoktan aklandım. Bunu toplum da biliyor. Bunu AKP seçmenleri bile biliyor. Yüzlerce binlerce AKP’li ‘suçsuzluğunuzu biliyoruz’ diye mesaj gönderiyor. Benimle ilgili bu suçlamaları Süleyman Soylu, İletişim Bakanı Fahrettin, bakanlar, sosyal medyadaki troller televizyonlarda binlerce defa tekrarladılar. Bu algıyı diri tutmaları lazımdı. Öyle ki ota böceğe ilişkin tweet atan kimi AKP’li vekiller, söze ‘terörist Demirtaş’ demeden başlamıyor. Bunları burada tekrarlamaya kalksak aylarca sürer. Bunlar yeniden benim ağzımdan kayıtlara geçsin. Yarın öbür gün bu dosya açıldığında kumpas nasıl kurulmuş bunu herkes görsün.

Dokunulmazlıkların kaldırılması sürecine ilişkin AİHM tarafından alınan ihlal kararının da ilgili mahkeme tarafından tanınmadığını dile getiren Demirtaş, “Bu kararları görmezden geldiniz, çünkü Erdoğan tarafından talimatlandırıldınız” dedi. Demirtaş, dokunulmazlıkların yasal olarak nasıl kaldırılacağına ilişkin teknik bilgileri de paylaşarak, “30 ayrı fezlekem varsa bunların her biri için ayrı ayrı savunma yapma hakkım var. Zaman sınırı olmadan. Bizim dokunulmazlıklarımız kaldırıldığında benim 142 konuşmamdan dolayı fezlekem vardı. Arkadaşlarımın da fezlekeleri vardı. O zaman tartıştılar, her bir fezleke için bu usul üzerine tartışmalar yürüttüler. Çağın büyük hukukçusu mucit Prof. Dr. Mustafa Şentop bunu ortaya attı, onlar da ikna oldular. ‘Anayasa’ya aykırı ama deneyelim’ dediler. Formül neydi? ‘Bir defaya mahsus anayasaya geçici bir madde koyarız ve bütün vekillerin dokunulmazlıklarını geçici olarak kaldırırız’ dediler. Bir defaya mahsus. AİHM’in de tespit ettiği gibi bir tek kişiye ve bir tek olaya ilişkin anayasayı değiştiremezsiniz. Ancak bir kanun değişikliği ile anayasa değişikliği yapıldı. Anayasa’ya ek 20'nci maddesi böyle değiştirildi.

Dokunulmazlıkların da Erdoğan’ın talimatıyla kaldırıldığını belirten ve Erdoğan’ın bu konudaki pek çok açıklamasını hatırlatan Demirtaş, “Yine bir algı operasyonu ile mikrofon bulduğu her yerde açıklamalar yapmış. Fezlekeler tozlu raflarda kalmamalı demiş. Sonra ne oldu? CHP’nin ‘Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz’ demesiyle birlikte Meclis bunları hızla işleme almaya başladı. Bizim her bir fezlekeyle ilgili kendimizi savunma hakkımız varken, bunların hiçbiri tanınmadan dokunulmazlıklarımız düşürüldü” diye konuştu. “Bu karardan sonra algı operasyonları hemen başladı, ‘zırh düştü’ manşetleri atıldı” diyen Demirtaş, Anayasaya aykırı yapılan bu işleme rağmen o dönem dokunulmazlıklarının sürdüğünü söyledi.

Yapılan değişiklikle o tarihe kadarki fezlekelerle ilgili dokunulmazlıkların kaldırıldığını ve yasada başka bir cümle olmadığı için o tarihten sonra dokunulmazlıkların devam ettiğini belirten Demirtaş, devamla şunları söyledi:

Anayasa değişikliği hatalıydı. Dokunulmazlıklar geriye doğru kaldırıldı. O tarihten sonra bütün vekillerin dokunulmazlığı devam etti. O yüzden ifade vermeye gitmeyiz dedim. Dokunulmazlığımız devam etmesine rağmen bakın ne oldu? Türkiye’de bir koordinatör savcılık, bölge savcılığı yoktur. Fakat 4 Kasım 2016 gece 01:00’de Türkiye’nin 4 ilinde 10 milletvekili evlerinin kapıları çalınarak gözaltına alındı. Soruşturmayı yürüten Diyarbakır Savcısı. Niye Diyarbakır Savcılığı bu soruşturmayı yürütüyor bilen yok. Diyarbakır Savcısı hangi yetkiyle İstanbul’dan, Ankara’dan milletvekili gözaltına aldırıp Diyarbakır’a getiriyor? Usulde zerre kadar yeri olmayan bir şey yaptılar. Bütün savcılar tutuklanmamıza bir iki gün kala yetkisizlik kararı verip dosyayı Diyarbakır’a göndermişler. Örneğin Bingöl’deki soruşturmamda tutuklanmaya 4 gün kala yetkisizlik kararı verilip Diyarbakır’a gönderilmiş. Gerekçe yok. Konuşma senin ilinde yapılmış, niye yetkisizsin? Batman’daki bir dosyada mitingde yaptığım bir konuşma var. Bakın Batman ne yapmış? Sadece bu bile kumpasın boyutunu gösterecek dehşet bir şeydir. Batman Savcılığı soruşturmayı bitirmiş, dava açmışlar. Ama Demirtaş’ın bütün dosyaları Diyarbakır’a gönderilecek talimatı gelince Ağır Ceza Mahkemesi kendisine gelen iddianameyi gerekçesiz iade etmiş. Savcı iade gelen dosyayı ne yapar, ya tamamlar ya da soruşturmayı düşürür. Ama Batman Savcısı bu dosyayı Diyarbakır’a göndermiş. Batman Savcısı ‘Sanığın Diyarbakır Milletvekili olması nedeniyle’ diyerek dosyayı Diyarbakır’a göndermiş. Ama ben İstanbul Milletvekiliyim, Batman Savcısı bunu bilmiyor. Kim yaptı bu organizasyonu? Savcılar birbirini arayıp ‘kardeş bu dosyaları Diyarbakır’a gönderelim’ demediğine göre, bir koordinatör savcı ya da Türkiye savcısı olmadığına göre kim yaptı bu organizasyonu? Biraz önce Erdoğan’ın açıklamalarını okuduk. Niye bu dosyaları Diyarbakır’a gönderiyorlar? Tek bir fezleke ile tutuklama yapamazlar, o yüzden bütün dosyaları bir araya getirmişler.

Gece 01:00’de kapımızı çaldılar, bekliyorduk zaten. Kızlarımız uyanmasın diye rica ettim, kapıyı kıracaklarını söylediler. Küçük kızım büyüdü, şimdi hukuk fakültesinde okuyor. Bütün siteyi kar maskeli polisler sarmış, gözaltına almaya gelmişler. Kar maskeli polisleri binadan boşalttırdım. İnsanları korkutmaya hakkınız yok dedim. Valizim hazırdı, okuyacağım kitaplar hazırdı. Bir an önce geri dönmek üzere söz verdim. Döneceğim kızım, sözümden dönmüş değilim. Emniyet’te işlemlerim sürerken televizyonda izledim. Yayınlar başlamıştı, programcılar hazırdı. Manşetler de hazırdı. AKP’li vekiller söylüyordu şu şu isimler alınacak diye. 6 Ekim’de yapacaklardı operasyonu, biraz sarkıtmak zorunda kaldılar. Diyarbakır Savcılığında 3 genç savcı vardı karşımda. Arkalarında Osmanlı Ocakları armalı takvim vardı. O sırada şiddetli bir bomba patladı. Diyarbakır Emniyeti önünde araç patlatmışlar. Savcılara döndüm dedim ki ‘İnşallah kimseye bir şey olmamıştır ama bu isterseniz Demirtaş’ı tutuklamayın bombasıdır. Gözdağıdır’. Benim oradan geçeceğimi mi düşünüyorlardı bilmiyorum ama bu patlamanın failleri hâlâ ortada yok. Önce PKK dediler, sonra IŞİD dediler, sonra bilmem kim dediler ama failler yok. Bir katliamı o gece yaptılar. Kurtça Eker’e hazırlattılar iddianameyi. Tanımam etmem Kurtça Eker’i ama Şamil Tayyar yazdı Demirtaş’ın iddianamesini bir Fethullahçıya hazırlattılar diye. O gece savcılara, ‘Kimsiniz, beni nasıl aldırırsınız, milletvekilinin evini bastırıp tutuklanmak sizin haddinize mi?’ dedim. 3 tane tıfıl savcı önüme koymuşlar. Onlara ifade vermeyeceğimi söyledim. Ondan dolayı da hakkımda soruşturmalar açıldı.

Beni alıp havaalanına götürdüler, bir küçük özel jet bir tane de THY'ye ait uçak apronda bekliyordu. Figen Başkan ‘Üzerinde para var mı?’ dedi, hayır deyince, ‘Sana lazım olur’ dedi ve cebinden çıkardı 200 TL’yi, 100 TL’sini bana verdi. O zaman 100 TL iyi paraydı. Şimdiki gibi 5 kuruş değildi. Sonra anladım Figen Başkanın bana nasıl bir iyilik yaptığını. Benle Figen Başkanı özel jetle, diğer arkadaşlarımızı da THY uçağıyla götürdüler. Her şey hazırlanmıştı. Bizi Kandıra’ya götüreceklerdi. Sonra sivil giyimli biri geldi ve dosyamın üzerine Edirne yazdılar. Buradaki (Edirne) cezaevindekiler şaşırdılar. Yalnız kalmayayım diye Abdullah Zeydan’ı da buraya getirmişler. Her şey o kadar hukuksuz, ahlaksız ve namertçe yürüdü ki. Edirne Cezaevi evime, aileme 1700 km uzakta. Her hafta gelmeyin dememe rağmen ailem her hafta geliyor 3400 km. Avukat arkadaşlar -minnet duyuyorum- her gün geliyorlar. Bu sıkıntıları yaşatabilmek için Yunanistan sınırındaki cezaevine koydular beni.

16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandumun ardından Türkiye’de bir yıkım sürecinin başladığını söyleyen Demirtaş, “Bunu kimseye anlatamadık. Kritik seçmen bizdik. Biz içeride olmasaydık bu yıkımın önünü alabilirdik. Ekonomi çöktü. ‘Yanlış yapıyorsunuz, bir sistem getiriyorsunuz ama bu Türkiye gerçeğine uygun değil’ demiştik. ‘Devlet yapısı tek kişi tarafından yönetilecek bir devlet değil. Yapısı buna uygun değil’ demiştik. Devletini tanımıyor bu Türkler. Depremde enkaza gidemediler. Sosyolojik olarak mümkün değil. İstediğiniz kadar inkar edin. Türkiye çok kültürlü bir ülke. Böyle bir ülkeyi tek kişi temsil edemez. Bunları uyardık ama bizi yargının önüne atıp 2017 referandumunu hileyle hurdayla geçirdiler. O zaman partimizin eş genel başkanıydık, uyardık. O dönem partimizin yapması gereken tek şey kampanya yapılamaz kampanyası yürütmekti. Arkadaşlarımız hayır kampanyası yürüttüler. Yanlış yaptılar. Bu da her şeyi, tutuklanmamızı normalleştirdi.

Kobanî soruşturmasında ilk olarak “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” ve “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet” suçlamalarıyla karşı karşıya kaldıklarını ancak Erdoğan’ın “cinayet” suçlamasını öne sürdüğünü belirten Demirtaş, “Asliye Cezalık suçlar. O dönem ‘Cinayetten yargılanmıyoruz. Bunu ispatla, senin lehine adaylıktan çekilirim’ dedim. Bu tweeti attığım gün Savcı Ahmet Altun tarafından hakkımızda ikinci Kobanî Davası başlatıldı. Erdoğan’ın talimatıyla açıldı. Ben mertçe çağrı yapıyorum, o arkamdan dümen çeviriyor. Ahmet Altun kim? O dönem yargılandığımız davanın duruşma savcısı. Duruşmada beni dinliyor, sonra arkadan gidip gizli soruşturma yürütüyor. AİHM o esnada kararını açıklayacak. Uygulanmamış bir tahliye kararı var, avukat arkadaşlarımız Brüksel’e gitmişler. Avukatlar olmadığı için duruşmaya mazeret sundum. 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi avukatlarım olmamasına rağmen ısrarla beni duruşmaya çağırıyor. Gide gide akraba olmuştuk. Allah korusun heyetin başına bir şey mi geldi gidip bakayım dedim. Gittim, Murat Bey ‘Hakkında tahliye kararı verdik’ dedi. ‘Bu karar AİHM Büyük Daire kararı öncesinde oradaki avukatlara bir koz olsun diye verdiğiniz bir karardır’ dedim. Çünkü bu karara rağmen bırakılmazdım. Akın Gürlek Davasında hüküm giymiştim. Günlerce bu hukuksuzlukları anlatabilirim anlatacağım da çünkü dava budur, zaten başka bir şey yok ki.

Akın Gürlek Davasında hakkında verilen 4 yıl 8 ay hapis cezasını ve bunun hızlandırılmasına dair yapılan hesaplamaları da anlatan Demirtaş, “Bu konuşma Kazlıçeşme’de yaptığım bir barış konuşmasıydı. Yandaş medya bile ‘Demirtaş’tan barış çağrısı’ diye verirken, bu konuşma hakkında propaganda soruşturması açıldı. Diğer propaganda dosyaları ile birleştirilmedi. Bu dosyadan Türkiye tarihinde propagandadan verilen en yüksek ceza verildi. Peki, niye 5 yıl vermediler, 4 yıl 6 ay vermediler de 4 yıl 8 ay ceza verdiler? 5 yıl ceza verseler o dönemki düzenlemelere göre Yargıtay’a gidecek. 4 yıl 8 ay ceza ile beni 2023 seçimlerine kadar siyasi yasaklı hale getirdiler. Bu kararı siparişle verdiler” şeklinde konuştu.

Kardeşim Avukat Aygül ile görüşüyorduk cezaevinde. Görevliler geldi ve dediler ki ‘Ankara’da savcı seni SEGBİS’e istiyor’. Hakkımda bir dava yok, bir dosya yok. Sonra bağlandık SEGBİS’e. Savcı Ahmet Altun bugün suçlandığımız suçlamaları sıralayarak şüpheli sıfatıyla ifade almak istediğini söyledi. Ben de ‘Tamam ifademizi verelim ama avukatlarımla görüşelim. Gerekli dosyaları alsınlar biz de bir hazırlık yapalım, ifade verelim’ dedik. Savcı, ‘Tamam avukatlarınız bizimle iletişime geçsin, sonra ifadenizi alalım’ dedi. Ama SEGBİS’i kapatır kapatmaz savcı beni tutuklamaya sevk etmiş. Kumpasa bakar mısınız?”

AYM’nin, kendisi hakkında “uzun tutukluluk ve seçme ve seçilme hakkının ihlali”ne ilişkin yapılan başvuruda ihlal kararı verdiğini hatırlatan Demirtaş, “AYM kararı pratikte bir işe yaramadı ama şunu teyit etti. Benim cumhurbaşkanı adayı olarak içeride olmamın hak ihlali olduğuna hükmetti. Dolayısıyla 2018 Cumhurbaşkanlığı Seçimi gayrimeşrudur” dedi. AYM’nin ikinci tutukluluk başvurusuna ilişkin 4,5 yıldır karar vermediğini ifade eden Demirtaş, “AYM de kumpasın bir parçasıdır. 4,5 yıldır başvuruma ilişkin karar vermedi. İki kez gündeme aldılar ama karar vermediler ya da kararı açıklamadılar. Ne zaman karar verecek onu da bilmiyoruz” dedi.

Kaynak: "Demirtaş: Erdoğan'ın derdi Yasin Börü değil sadece oy istiyor". HDP. 27 Aralık 2023. Erişim tarihi: 4 Ocak 2024. 
Telif durumu:

28 Aralık[değiştir]

2015 Haziran seçimlerinin Türkiye’nin en kritik seçimlerinden biri olduğunu ifade eden Demirtaş, “Cumhuriyet tarihi boyunca yok sayılan Kürtler başta olmak üzere tüm kimlik ve inançların devlet ideolojisi dışında hep birlikte örgütlendikleri HDP yüzde 13,2 oyla parlamentoya girerek herhangi bir partinin tek başına çoğunluğu elde etmesini önlemişti. O dönemde Türkiye siyasetini etkileyen yeni bir uzlaşı imkanı gerçekleşti. Toplumsal uzlaşı ve barış için gerekli olan bütün demokratikleşme adımlarının savunulduğu bir hat karşısında milliyetçi dinci AKP-MHP bloğunun neden kurulduğunu anlatmaya devam edeceğim çünkü hala iktidar davaya müdahale oluyor, algı yaratıyor.” dedi.

2012 yılındaki açlık grevlerinin PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın mektubuyla sonlandığının ve sonrasında başlatılan Çözüm Süreci ile Türkiye’nin yeni bir döneme girdiğinin altını çizen Demirtaş, “Biz de HDP olarak bütün bu süreci destekleyen, görüşmeleri destekleyen bir partiydik” dedi. Çözüm Süreci devam ederken Erdoğan’ın yaptığı kimi açıklamaları hatırlatan Demirtaş, çözüm sürecini destekleyen Erdoğan’ın, “Çatışma uzlaşmadan ve öldürme yaşatmaktan daha kolaydır, biz zora talibiz’, ‘barış istemeyenlerin oyununu milletimizle bozacağız’, ‘her yıl belli sayıda şehit vermeyi büyük bedeller ödemeyi sineye çeken, kabullenen bir anlayış ne insanidir, ne de vicdanidir’, ‘Kirli bir savaşın kazananı şerefli bir barışın kaybedeni olmaz” şeklindeki sözlerini hatırlattı. Demirtaş, şöyle devam etti:

Bu mesajları paylaşan Erdoğan aynı zamanda İmralı’daki görüşmeleri sıklaştırdı. 2014 yılındaki Kobanî olaylarının yaşanmasından sonra görüşmeler sıklaşmış ve benim de içimde olduğum heyetler görüşmelere devam ediyordu. Biz elimizden gelen gayreti sürdürüyorduk. Bir protokol üzerinde ısrar ediyorduk. İstanbul Dolmabahçe Sarayı"nda hükümet yetkilileriyle bizim de katılacağımız bir protokoldü. Bu protokol Türkiye’nin bir daha silahla, çatışmayla anılmayacağına dair bir protokoldü. O protokole bir kısım tepkiler gelirken, Türkiye genelinde olumlu karşılandı. 1984’ten beri Türkiye’de acılara neden olan süreç kapanırken, siyaset öne çıkacak diye herkes seviniyordu. Bu süreçte HDP’nin çağrısı olmuş, hedef gösterilmiş ama buna rağmen bir komplo kimsenin aklına gelmemişti. Meclise ait bir sarayda açıklama yapıldı, bu öyle sıradan bir şey değil. Bugün terörist olarak suçladıkları bir parti ile hükümet ortak bir deklarasyon yayınladı. Biz tarafı değildik ama bütün o süreçte yer aldığımız için deklarasyonu Sırrı Süreyya Önder okudu. O toplantının ardından iktidar medyasında büyük bir coşku vardı, barışın kutlamaları yapılıyordu.

Aynı gün yaptığım açıklamada, ‘Bundan sonra atılması gereken adım, bir akil insanlar heyetinin İmralı’ya gidip nihai olarak kendisinden (Öcalan) bir mektup almasıdır. Akil insanlar önünde Öcalan, PKK’ye silahları bırakmaları ve bu çatışmaların bitmesi yönünde bir çağrı yapacak. HDP heyeti de olacak. Bütün o toplantı sonucunda çıkan tutanak da akil insanlar, devlet ve bizim tarafımızdan imzalanacak. Atılması gereken adım buydu. Ben de o gün bu açıklamayı yaptım. Hazırlıklarını tamamlayan herkese çağrı yapıyoruz’ dedim. Çünkü provokasyonlar var, süreç bozulabilir tedirginliği vardı. Bu işi hızlandırmak istedik. Ancak mutabakatın açıklanmasından bir kaç gün sonra 22 Mart 2015’te Erdoğan şöyle bir açıklama yaptı: Ben oradaki toplantıyı doğru bulmuyorum. Yaklaşık 22 gün sonra bu açıklamayı yaptı. Oysa 28 Şubat’ta Erdoğan, ‘Bu hasretle beklediğimiz bir çağrıdır’ açıklaması yapmıştı. Tabi ki bu çelişki kamuoyunun, hükümetin dikkatini çekti. Ne oldu da Erdoğan 22 günde fikrini değiştirdi? 7 Mart’ta Erdoğan'ın bir açıklaması daha var: '400 vekil verin bu iş huzurla çözülsün.' 11 Mart’ta Erdoğan bir demecinde, ‘Öcalan’ın çağrısı önemlidir’ diyor. Hala mutabakatı reddetmiş değil. Bu arada 17 Mart’ta benim de ‘Seni başkan yaptırmayacağız' açıklamam olmuştu. Erdoğan’a da bizden önce Bülent Arınç cevap verdi ve ‘Erdoğan’ın haberi olmaması imkansız, kendisinin bilgisi dahilinde bu mutabakat yapıldı’ demişti. Erdoğan bu isimlerin üzerinde çalışmış, kimilerini reddetmiş, karşılıklı çalışmalar yürütülmüş ve en nihayetinde Erdoğan 'uygundur' demiş. Fakat Erdoğan’ın sadece bir hamle kalmış olan süreci neden bitirdiğini biz hala bilmiyoruz. Deniyor ya ‘Demirtaş’ın ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ açıklamasıyla süreç bitti’. Bunda haklılık payı yok. Çözüm süreci Erdoğan’ı başkan yaptırmak üzerine başlatılan bir süreç değil ki! Erdoğan ‘Biz zora talibiz’ demişti.

Çözüm Süreci’nde Erdoğan’a başkanlık sözünün verilmediğini, kendisinin de HDP’den bu yönde bir talebi olmadığını dile getiren Demirtaş, “AKP’nin önerdiği teklife karşı çıktık ve Meclis’te tıkandı ama bu daha önceki bir çalışmaydı. Çözüm sürecinde böyle bir çalışma olmadı” dedi. HDP’nin parti olarak seçimlere girme kararının ardından Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatı’nı ve Akil İnsanlar Heyeti'ni tanımadığını ifade eden Demirtaş, “O tarihten sonra Türkiye bir daha huzura kavuşmadı. Keşke cesur bir gazeteci çıksa da kendisine, ‘Bu kadar insanı içeri attırdınız, her gün cenazeler geliyor. Acaba Akil İnsanlar Heyeti'ni İmralı’ya gönderseydiniz Türkiye bambaşka bir yer olmayacak mıydı?’ diye sorsaydı. Haziran seçimleri daha biz kazanmadan Erdoğan’ın fikrinin değiştiği bir döneme tekabül ediyor. '7 Haziran seçimlerinde HDP rahat rahat çalışma yürüttü’ diyor bazıları. Hatta bazıları, ‘Bu devletin size verdiği imkanı doğru kullanamadınız’ diyor. Sanki devlet bize KPSS ile 80 vekil verdi, biz de doğru kullanamadık.” sözlerine yer verdi.

Sonrasında yaşanan provokasyonları anlatan Demirtaş, devamla şunları söyledi: “15 Mayıs 2015’te Tekirdağ’daki seçim irtibat büromuz 80 kişilik ırkçının saldırısına uğradı, polisler hiçbir şey yapmadı. 18 Mayıs’ta Adana’da il binamıza bombalı saldırı düzenlendi. 4 partilimiz yaralandı. Aynı günde Mersin’de il binamıza bombalı saldırı düzenlendi. Şans eseri ölen ve yararlı olmadı. Benim miting yapacağım kentti o günlerde Mersin. Toplantı yapacaktık, iptal oldu. Benim de toplantıda olacağım yerde bir gün önceden konulmuş bomba patlatıldı. Buna karşın hiç bir şekilde sağduyuyu elden bırakmadan insanlar galeyana gelmesin diye mitingte barış, kardeşlik çağrısı yaptık. Kitle çok öfkeliydi çünkü benim de dahil olacağım toplantıya suikast denemesi yapılmıştı. Ancak ben ‘geçtiğiniz her yerde herkese selam verin, uygunsa gidin çayını için ama en küçük bir tatsızlığa, provokasyona izin vermeyin. Bu bombayı patlatanlar bunu istiyor’ dedim. 3 Haziran günü Karlıova’dan gelirken uzun namlulu silahlarla saldırıya uğrayan seçim arabamızın şoförü saldırıya uğradı, failleri hala bulunamadı. 4 Haziran’da Erzurum mitingi öncesinde mitinge gelenlerin araçları ateşe verildi, seçim minibüsünün içerisindeki arkadaşımız diri diri yakılmaktan kurtuldu. 38 kişi yaralandı. Buna rağmen yine sağduyulu davrandık. Biz Erzurum’dan çıkana kadar tüm araçlarımız taşlandı. Tarih 4 Haziran, seçimlere 3 gün var. Neden oluyor bunlar? Erdoğan’ın ‘terörist, Yasin Börü'nün katili’ açıklamaları nedeniyle oluyor.

Biz de barış çağrıları yapıyoruz. 5 Haziran’da Diyarbakır mitingimiz vardı. DAİŞ’in bombalı saldırısı oldu, ne çabuk unutuluyor? O gün ben sahnenin arkasında bekliyordum, konuşmak için çıkmak üzereyim. O sırada İdris Baluken sahnede konuşuyor. İçinde bulunduğum zırhlı aracı yerinden zıplatacak kadar büyük bir patlama sesi duyduk. İlk olarak kitleyi izdihama sürüklemeden ‘trafo patlamış’ denildi. Bir an önce beni oradan çıkarmaya çalıştılar, kabul etmedim. ‘Yüz binlerce insan oradayken nasıl gideceğim?’ dedim. Araçtan indim, bir yandan da polis gaz atıyor. Nefes alamıyoruz, gazın etkisiyle yaralılar nefes alamıyor. Tam bir vahşet ortamı. Benim bütün ailem miting alanında. Biz o ortamda en küçük bir taşkınlık olmasın diye sağduyu çağrısı yaptık. Kitleyi parti binasının önüne çağrıdık ve orada açıklama yaptım. ‘Asla provokasyonlara gelmeyeceğiz’ dedim. Bombayı patlatan DAİŞ’ten araması olan ve bir gece öncesinde asker kaçağı olduğu belirlenen kişi. Bir gece öncesinde Diyarbakır'da bir otelde gözaltına alındığı ve serbest bırakıldığı öğrenildi. Bombayı patlatan kişi daha sonra Gar Katliamı’nı gerçekleştiren arkadaşlarıyla buluştu. ‘Mitinglerimizi iptal etmiyoruz, kitlemizi sandığa götüreceğiz’ dedik. Bir gün sonra İstanbul ve Van mitinglerimizi yaptık. O bombalı saldırılarla bir 2 puan oy kaybettik. Seçime 2-3 gün kala patlayan bombalarla bizi yanyana göstermeye çalıştılar. ‘Oylarını artırmak için mitinglerinde bomba patlattılar’ dedi iktidar medyası. Esra Elönü, ‘Demirtaş’ın sazı mı patladı’ diye tweet attı. Neler neler yapmadılar! Bizi bugün provokatör olarak yargılıyorsunuz da kimler neler yapmış bir bakın.”

(Demirtaş, 7 Haziran 2015 tarihli seçimlerin ardından HDP’ye dönük gerçekleşen diğer provokatif eylemleri de hatırlattı.)

Provokasyonların Erdoğan’ın kışkırtmaları sonucu gerçekleştiğini ifade eden Demirtaş, “Böyle bir ortamdan sonra dokunulmazlıklarımız kaldırıldı, böyle bir ortamda seçimlere girdik. Devletin bizzat organize ettiği bir süreçti. Aynı Çorum, Gezi, Maraş ve Kobanî gibi. Hepsi devlet ve devlet içerisindeki provokatörler tarafından planlandı. Faillerin hiçbiri yargılanmadı. Bize uygulanan hukuk buydu. Orman kanunlarıyla seçime girdik biz. 'HDP tahrik etti' demesin kimse, tahrik edenler bugün ülkeyi yönetiyor. Hesap vermesi gereken iktidar, bizden hesap soruyor. Bütün bunlara rağmen hukuktan vazgeçmedik, hukuku savunduk” diye konuştu.

Demirtaş, hakkında çeşitli tarihlerdeki farklı konuşmalarıyla ilgili hazırlanan ve 31’i dava dosyasında toplanan 122 adet fezleke hakkında değerlendirmelerde bulundu. Parti yöneticilerinin birbiriyle yaptıkları telefon görüşmelerinin illegalize edildiğine dikkat çeken Demirtaş, “Hasta bir yurttaş için bir belediyemizin ambulansını Hakkari’ye göndermemize dair yaptığımız görüşme örgütsel iletişim sayılmış. Yine Kamuran Yüksek ve Nadir Yıldırım kendi aralarında konuşmuşlar. Erzurum Cezaevi’nde açlık grevleri varmış. ‘Milletvekilleri orayı ziyaret etse iyi olur' gibi şeyler söylemiş yanlış hatırlamıyorsam. Ben de Grup Başkanvekili olduğum için kendi aralarında konuşurken ‘onu arayıp söyleyelim’ demişler. Kamuran Yüksek Genel Başkan Yardımcımız. Nadir Yıldırım da Parti Meclis Üyemiz.

Osman Baydemir beni aramış. Murat Karayılan çözüm sürecine dair bir açıklama yapmış Osman Bey de bunu önemsediğini belirtmiş ve beni arayarak ‘sen okuyabildin mi önemli bir açıklama’ diye bana söylemiş. Osman Baydemir Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı. Onu da KCK üst düzey yöneticisi olarak yaptığım görüşmeler arasında saymışlar.” diye konuştu.

Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) kuruluş ve örgütlenme sürecine dair 2 No'lu fezlekedeki iddialara cevap veren Demirtaş, “DTK’nin önünden geçmiş olmak örgüt üyeliği olarak kabul ediliyor” dedi.

Osmanlı yönetiminin merkezi olarak Kürdistan eyaletinin özerk statüsüne müdahale etmeye başladığından beri bu coğrafyada Kürt sorununun devam ettiğini ifade eden Demirtaş, “Bana sorsanız Kürt sorunu 1071’den sonra başladı. Bin yıldır sadece kazık yiyoruz. Kürtlere, kendi anavatanında bir türlü kendini yönetme hakkı tanınmadı. Herkes Zagros halkını sınır bölgesinin jandarması olarak düşünmüş. Zaman zaman o taraftan, zaman zaman bu taraftan vurmuş bu halkı” dedi. Demirtaş, şöyle devam etti:

2010’lu yıllardan itibaren ise Kürtler, bir arada yaşamanın bir tecellisi olarak sivil örgütlenmeye gittiler. Benim partimin çizgisi Türkiye’de birlikte yaşamanın ve Kürtlerin bu coğrafyasında kendisini ifade etmesinin mücadelesini yürüttü. Bütün Türkiye genelinde yönetim modelinin değişmesi gerektiğini savunduk. Kürtlere has toprağa veya bölgeye bağlı bir eyalet sistemindense bütün Türkiye’de yerelden yönetimin güçlendirilmesini savunduk. Türkiye’nin genelinde yerelden yönetim güçlendirilirse Kürtler de kendi kaderini tayin hakkını bölünmeden kazanmış olur. Neden her yerde yerel yönetim diyoruz? Türkiye’nin her yerinde farklı kimlikte insanlar yaşıyor. Bir bölgeye has federatif yapı, Türkiye’nin geri kalanıyla bu bölge arasındaki farklılıklar gerilimlere yol açabilir. Bir ülkede bütünlüklü demokrasi oluşmuyorsa bir bölgenin federatif yapısı o halkın sorunsuz yaşamasına yol açmıyor. Bizim savunduğumuz demokratikleşme programındaki idari model işin resmi tarafındadır. Yerel yönetimlere verilen yetki arttıkça devlet demokratikleşir. Türkiye yerinden yönetimi uygulamayan istisnai bir ülkedir. Uzaktan yönetmek artık çok zor.

DTK bunun neresinde yer alıyor peki? Resmi olarak idarenin demokratikleşmesi dışında toplumun demokrasiyle buluşması ayağı var. Devlet demokratikleşince otomatik olarak toplumdaki demokrasi anlayışı benimsenmiyor. 1071’den itibaren Kürt sorununu yaşayan Kürtler bin yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti ile parlamentosunda, Oslo’da, İmralı’da bunu açıktan konuştu. ‘Bin yıldır hem kardeşiz hem sorun yaşıyoruz’ denildi. Bölünme olmayacak, şiddet olmayacak, devlet operasyonu olmayacak. Tamam nasıl çözeceğiz o zaman? Türkiye Cumhuriyeti’nin de 600 yıllık Osmanlı geleneği var. Elmalı şeker verip kandıramazsınız. Bu görüşmelerden biri de İmralı’da oldu. Aynı zamanda Oslo’da devam ediyor. Bu bahsettiğim konular görüşülüyor işte. Ortaklaştıkları nokta ne? Şiddet, terör olmayacak. Bölünme olmayacak. Kürtler inkar edilmeyecek. Kürtlerin yönetime katılma hakkı tanınacak. Devlet gitmiş konuşmuş bizzat. Savcı diyor ki 'DTK Öcalan’ın emir ve talimatlarıyla kurulmuş', hayır! Halkın talepleriyle kuruldu. Orada yürüyen tartışmalarla sivil hayattaki tartışmalar birbirini beslemezse barışın hayata geçme şansı yok. DTK işte toplumun demokratikleşeceği sivil bir yapı olarak hayata geçti. DTK’nin içerisinde bazı AKP ve CHP temsilcileri de vardı. Bütün inanç temsilcileri de vardı. Hayatı boyunca birbirine selam vermemiş insanlar DTK’de kaynaştı. Hayvan hakları savunucuları da orda, kasaplar da orada. Herkes kendi sorunlarını, beklentilerini açıkça konuşurken herkes duysun amacıyla toplandı. Bu kültürün gelişmesi lazım. İnsanlar kararların inşa süreçlerinin içerisinde oldukça demokrasiyi anlarlar. DTK toplumun demokrasi kültürüne kavuşması, toplumun sorunlarını resmi kurumlara taşıması için kurulmuştur.

DTK hakkındaki tüm iddiaların tamamı konferanslar, toplantılar. Nerede bombalı saldırı düzenledi DTK? Şimdi TC’nin bir karar vermesi gerekiyor artık. Kürtler kararını verdi. ‘Çözüm yöntemimiz budur’ dedi. Bütün Türkiye için lazım. TC de buna karşı beklentilerinde haklıdır. 'Şiddet olmayacak, savaş olmayacak' diyor. Olmaması lazım tabii. Bunun yolu müzakere. Film nerede koptuysa oradan tekrar başlamak gerek. Türkiye’nin 81 kentinde de demokrasinin konuşulduğu bir yöntemin konuşulması gerek. Ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Kürtlere 1915’te Ermenilere yapılanı yapmayı düşünüyorsanız aklınızdan bile geçirmeyin. Yapılacak tek şey barıştır. Türkiye Suriye Kürdistan’ını bombalasın, içeride soykırımı dayatan anlayışlara yol versin, siyasetçilerini tutuklasın! Kürtler ne yapacak? Suriye’deki, Irak’taki Kürtler ne yapacak? Buldukları ilk fırsatta devletlerini kuracak. Kim onlara hain diyebilir? Yazık değil mi, sırf Kürt anasını görmesin diye Türkiye felakete sürükleniyor. DTK’yi terör örgütü olarak görüyorsun ama aynı zamanda Filistin’de 'HAMAS ile görüşülsün' diyorsun, güzel. Yahudi halkının da Filistin halkının da devlet hakkı var. Doğru. Peki kendi ülkene dönüp bakınca neden bunları söyleyemiyorsun. Biz düşman ya da vatan haini değiliz ya. Biz kendi vatanımızdayız. Kürdün vatanına ihanet ediliyor. Bizim dilimize hakaret ediyor. Küçük bir sivil toplum platformu denemesi bile yıllar sonra Kürtlerin yıllarca cezaevine girmesine yol açıyor.

DTK’nin sadece sivil toplum örgütleri tarafından değil, Meclis tarafından da muhatap olarak kabul edildiğini aktaran Demirtaş, Meclis Anayasa Uzlaşı Komisyonu’nun DTK’nin gerçekleşen kongresi öncesi yazdığı resmi yazıyı okudu. Demirtaş, “Eğer Cemil Çiçek’i DTK’den tutuklayıp yanımıza getirirseniz, o zaman kabul ederim. Meclis Başkanı kendisi muhatap almış. Çağırmış, dinlemiş. DTK de gitmiş Meclis’te komisyona sunum yapmış. Ki devlet muhatap almasa da DTK meşrudur” dedi.

Türkiye ve Kürdistan halklarının geleceği için diyalog kanallarının açılması gerektiğini dile getiren Demirtaş, “Bizimle, İmralı’daki Abdullah Öcalan ile, partilerle görüşülmesi gerekiyor. Bunlar sağlanırsa gelen fırtınadan Türkiye kendini korumayı başarır. Her açıdan bu coğrafya dünyanın merkezidir. Dünyanın merkezini yöneten insanların aklının başında olması lazım. Her gün yalanlarla, kumpaslarla, küfürlerle yönetilecek bir ülke değil burası. Çok kıymetli bir coğrafya burası ama bu kadar rezil hale getiren yönetim daha ne kadar ülkeyi yönetecek bilmiyoruz. Biz elimizden geleni yapıyoruz. 2007’den beri DTK konusunda aynı şeyleri söylüyoruz ama iktidarda istikrarsızlık var. Bir gün Öcalan ile görüşülebilir, diğer gün yasak. Bir gün öyleler, bir gün böyleler. Kumpası yapanlar da algıları yaratanlar da bunlardır” dedi.

İddianamede yer alan suçlamaların tamamını reddettiğini dile getiren Demirtaş, “Biz de bilirdik Erdoğan’a bir özür mektubuyla serbest kalmayı. Yapanlar olmadı mı? İşte Nazlı Ilıcak’ları görüyoruz. Bu duruşma salonunda dahi oldu. Ama bunun barışa bir faydası olmaz. Biz barış için bu bedelleri ödüyoruz. İki halka da çok yazık. Biz savunduğumuz barışçıl, insani, ahlaki, hukuki fikirlerimizden vazgeçmeyeceğiz. Bu düşüncemiz hangi dinden olursanız olun ona uygundur. Hiç kimseyi dışlamadan, birleştiren bir anlayışı savunuyoruz. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneteceğiz. Bitti o iş. Türkiye’yi bu zihniyet yönetmelidir. Bizim zihniyetimizde kimse zulüm görmez. Herkesin dili, inancı özgürdür. Doğaya, cinsiyetlere saygılıdır. Biz bundan geri adım atarsak insanlığımızdan, onurumuzdan taviz vermiş oluruz. Biz cesaretimizi haklılığımızdan alıyoruz. Başka bir gücümüz yok.

Kaynak: "Demirtaş: Kürtler çözümden yana kararını verdi, devletin de karar vermesi lazım". HDP. 28 Aralık 2023. Erişim tarihi: 4 Ocak 2024. 
Telif durumu:

29 Aralık[değiştir]

“13 Kasım 2012’de Mardin’de yaptığım bir konuşma mütalaada suç olan lanse edilmiş. Konuşmam Kürtçe ve açlık grevleriyle ilgili. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü, açlık grevinde bulunan tutsakların talebi ve ben de buna vurgu yaptım. Bu konuşmam suçlama konusu olmuş ve 6 yıl sonra fezleke hazırlanmış. Fezlekede Ahmet Türk’ün konuşması ile benim konuşmamı karıştırmışlar.”

Sayın demek suçsa Türkiye’nin yarısı suçludur

Çözüm sürecinin ilk adımlarının nasıl atıldığını anımsatan Demirtaş, “Konuşma içeriğinden anlaşıldığı gibi “suçlu suçluyu övme” yok. AİHM, AYM kararlarını hatırlatmak istemiyorum ama suç ve suçluyu övmek bu değildir. Bir kişi yaptığı suçtan dolayı övülürse suç olur. Örneğin Ankaragücü’nün yumruk atan başkanını alkışlayanlar suçu ve suçluyu övmüştür. Sayın Öcalan’a sayın demek suç ve suçlu övmek ise Türkiye’nin yarısı suçludur. Sayın demek suç ise Bahçeli'nin Alaattin Çakıcı için sayın demesi de suçtur. Peki burada bir terör örgütü propagandası var mıdır? Mesela hangi örgütün propagandası var? Ne fezlekede ne iddianamede böyle bir şey yok. Ya da Demirtaş Kürt olduğu için akla PKK mi geliyor deyip yazmaya gerek duymamışlar mı? Yazma gereği duyulmamış bir suçlamanın savunmasını nasıl yapabilirim? Şimdi hangi örgüt olduğunu bilmediğim için savunma yapmasam yerindedir. Fezleke iş olsun dostlar alışverişte görsün diye hazırlanmış bir fezlekedir.

Hukuki olmayan bir fezleke ile karşı karşıyayız

Elle tutulur bir yanı olmayan ve hukuki olmayan bir fezleke ile karşı karşıyayız. O dönem devam eden açlık grevlerine ilişkin taleplerinin yerine getirilmesi için yapılan bir konuşma var. O dönem hükümetine yönelik eleştiriler var. Bir konuşmanın propaganda sayılabilmesi için açık ve yakın bir tehlike oluşturması gerekir. Bir şiddet çağrısı bir övgü varsa bu tek başına propaganda sayılmaz, açık ve yakın bir tehlike olması lazım. Ayrıca yerel makamların yapması gereken de şudur; o gün o konuşma nedeniyle bir şiddet dalgası var mı ona da bakması lazım. Yargıtay kararları var. Örneğin ‘Yaşasın PKK’ ‘Yaşasın Apo’ ve ‘Yaşasın Gerilla’ propaganda olarak değerlendirilmemiş. Bizzat bir şiddeti teşvik etmesi lazım. Konuşmada da böyle bir şey yok. Yeni bir sürecin sosyopsikolojik alt yapısını hazırlamak üzerine yaptığımız bir mitingden bir konuşmadır. Aralık sonu itibari ile bir heyet PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşmüştür ve sonrasında süreç resmi olarak başlamıştır.”

Demirtaş, Meclis Grup toplantılarında, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümü için muhatap alınması gerektiğine ve sorunun böyle çözülebileceğine işaret ettiğini hatırlattı.

Demirtaş’ın konuşmasını kesen mahkeme başkanı, bu bilgileri yazılı olarak mahkemeye sunmasını istedi. Demirtaş şöyle devam etti:

Konuşmalarımın ne amaçla yapıldığı bellidir

“Yeni bir sürece doğru adım atıldı ve bu süreçte konuşmalar yaptım. Bir bütün olarak yaptığımız her şey ve konuşma siyasi faaliyettir. Hangi amaç ile yaptığım bellidir. Dönem itibari ile de bellidir. Ortada bir şiddet yoktur. Şunun altını da çizeyim; biz bunları söylerken diğer arkadaşlarımız da bunları yürütmek ile görevlidirler. Aynı suçlamalar onlara yönelik de var. Onlar da bizim gibi siyasi faaliyette bulunmuşlardır. Amed’te 27 Kasım 2012’de yapılan bir mitingde yaptığım konuşma fezlekeye dönüştü. Bu fezlekede de PKK lideri Abdullah Öcalan’a ilişkin ifadeler, poster ve sloganlar suçlama konusu olarak fezlekede yer almış. Konuşmamda PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Kürt halkının özgürlüğü için yaptığı fedakarlığa ve çözüm rolüne işaret etmişim. Fezlekenin de bilirkişi raporunun da sağlıklı hazırlanmadığı görülüyor. Burada her ne kadar anlaşılmasa da buradaki konuşma bana aittir. Açlık grevinin bitmesi için hükümete, halka yaptığım duyarlılık çağrısıdır. Adalet Bakanı Sadullah Ergin Sincan’da bulunan arkadaşlarımızı ziyaret etmişti. Bu adımın devam edilmesi gerektiğini işaret etmiştim.

Bu konuşmalar ve atılan adımların ardından PKK lideri Abdullah Öcalan açlık grevlerinin son bulması için not gönderdi ve bunun üzerine açlık grevleri bitti. Yeni sürecin adımları atıldı. Toplumsal bir sorunun siyasi çözümü için elinde mekanizmalar var. Parlamenterler ise İç Tüzüğün kendisine tanıdığı hakları kullanır. Soru önergesi, araştırma önergesi verebilir, gündem dışı konuşabilir. Bu konuşmalar tabanımızın bize oy verme gerekçesi olarak siyasi faaliyettir.

Fezlekeyi hazırlayanlar bile içinin boş olduğunu biliyordu

Arkadaşlarımız o dönem yargılanırken KCK Ana Davası olarak bilinen ve Diyarbakır’da görülen davada mahkeme başkanı cemaatten alındı. Sizler de o dönemde büyük ihtimalle yargıçtınız. Bu salon gibi büyük bir salon yapıldı. Tutukluların hepsi bizim parti üyemizdi. Biz de duruşmaları izlemeye gidiyorduk. Üç buçuk yıl sadece bu yaşandı. Çeşitli cezaevlerinden getiriliyor, yoklama yapılırken arkadaşlarımız Kürtçe buradayım diyordu. Mahkeme başkanı “kapat mikrofonu” deyip konuşmayı kesiyordu. O kadar büyük bir krize dönüştü ki avukatlar çevirme yapmak istiyorlardı “yeminli olarak biz çevirmen getirelim” dediler hiçbir şey kabul edilmedi. Beş yıl boyunca tutuklu kaldılar. Cemaatin yargıçlarından ancak uzun tutukluluk süresinin dolması ile kurtuldular. O sırada partimin eş başkanıyım. Arkadaşlarımızın bir kısmı açlık grevi yapıyordu. Bir kısım milletvekili seçildi. Kendileri için de bir şey istemiyorlar. Onların sesini duyurabilmek ve kamuoyu ile paylaşmak en azından arkadaşlarımızın ölümünün önüne geçmek için yaptığımız şeyler.

Biri açlık grevine başlamışsa onu çeviremezsin. Kendi kendine karar verip bunu yapan birini döndürmek. Bu faaliyetlerimiz doğrudan barışla ilgilidir. Şimdi cemaatin yaptıkları unutuluyor. Bu davalara bakan başkan, darbe girişimini gerçekleştiren kişi, cezasını yattı çıktı. Bizden kısa bir süre önce tutuklandı hüküm aldı infazını çekti ve çıktı. Biz hala savunma yapıyoruz. Bu nasıl bir adalet duygusu, bu nasıl bir vicdan anlamış değiliz. Siyasi konuşmalarımız, bölücü terör örgütü, anayasa, cinayet, bayrak yakma, her şeyden yargılanıyoruz. Değişen ne oldu bu süreçte? Cemaat gitti ortaklar değişti. MHP geldi. Ortak düşman Kürtler, kadınlar, Aleviler düşman olarak görülmeye devam ediliyor. Bu fezlekeyi en başta hazırlayanlar da içinin boş olduğunu biliyordu.

Müzakere ederken bile rakibimizi eleştiririz

Cemaatin o dönemdeki kapasitesini düşünerek, açlık grevini bitirme nedenimizi çok iyi biliyorlardı. Çözüm sürecinin başlayacağını biliyorlardı. Bu nedenle siyasi faaliyetlerimizi engellemeye çalışıyorlardı. Suç olarak görüp fezlekeler hazırlıyorlardı. Burada barış için miting, yürüyüş yapıyoruz. Emniyet ve valilik bunları engelliyorsa demek ki barışı engellemek istiyorlardı. Bunu Batman’da yaptığımız mitinglerde de gördük. Bizim bakan ile görüştüğümüzü biliyorlar. Buna rağmen bunu yapıyorlardı. Müzakere ederken bile rakibimizi eleştiririz. Karşımızdakilerin tavrı ise “sizinle müzakere ediyorsak biat edeceksiniz.” Bu gün “hem görüşüyor hem Erdoğan’ı eleştiriyorsunuz hem de yolsuzluk yaptığını söylüyorsunuz” diye biz eleştirenler var. Ama burada engel olmaya çalışıyorlar. O dönemde kimlerin mülki idare amiri olduğunu, tutuklanıp tutuklanmadığını tek tek anlatacağım. Bu bölgede cemaatin bürokrasisi baskındı. Kürdistan’da hiçbir zaman bir cemaat bu kadar baskın değildi. 2004’le başlayan süreçte bölge tamamiyle Fetullah Gülen cemaatine teslim edildi. İstihbaratı, medya temsilcileri, adliye, emniyet, yargı, özel okullar, Nil Kolejleri açıldı. Bölgede taban bulamadı ama bürokraside çok etkindi.

Ben Diyarbakır’da avukat iken bisikletli bir gazete dağıtımcısı Zaman gazetesi dağıtırdı. Her sabah adliyeye gelirdi. Ve her hakimle savcının odasına dağıtırdı. Yaka kartı Gigi. Savcı ve hakimlerin masalarında dururdu. Bunu yapmayan fişlenirdi. Yapmayan üç beş kişi vardı onlar da daha sonra sürüldü. Kürtleri Fetullah Gülen’e teslim etmenin nedeni ideolojikti. Bize düşmanca davrandılar. Said-i Kurdî’yi referans alanlar en çok Kürt düşmanlığı yapanlara dönüştüler. Onlara biat etmediğimiz ve Türkleşmediğimiz, Kürt olduğumuz içi siyasal İslam Kürtler arasında örgütlenememiştir. Hüda-Par, tarikatlar ve cemaatler ile girmek istiyorlar ama giremiyorlar. Siyasal İslamı içine alamayacak kadar İslam dini yaşamın her alanına girmiştir.

Kürtler kendi dilini kültürünü korumuştur

Kemalizmin 70-80 yıllık kuşatması ile Kürtler teslim alınmadı. Bu nedenle cemaat ile teslim alınmak istendi. Amerika’nın operasyonuna teslim olmadıkları için günah keçisi seçildirler. Kürt halkı bu bölgede ilk İslam’a geçen halklardan biridir. Hep özerk yaşamıştır. Kendi dili kültürünü bu nedenle korumuştur. Türkiye cumhuriyeti devleti Türk dili kurumu ile ilan ettiği resmi ideolojisini pratikte uygulayamamıştır. Bunun nedenleri arasında medreselerde kendi dilinde aldıkları eğitim. Burada İslam eğitimi de almışlar. Coğrafi olarak mümkün değildir. Zagroslar, Silopi’den başlayarak dağ silsilesinin ortasında. Coğrafyayı ikiye ayıran yok. İletişim bu teknolojiye rağmen hakim olunması güç bir alandır. Dağlı halk olarak bilinirler. Dağların eteğinde yaşıyorlar. Zagrosların güneyi ve eteğinde yerleşik yaşam kurmuşlardır. Bunları niçin anlatıyoruz. Selçuklu yapamıyor, Bizans yapamıyor. Hiç kimse feth edemiyor. İslamı kültür olarak almışlar. IŞİD’ten, cüppeli hocadan, TRT veya diyanetten öğrenmemişler. İlk dönemlerden ne öğrenmişler ise o saf hali ile korumayı başarmışlar.

Arkasında Erdoğan vardı

İslamı çarpıtan, rant, güç kullanan hiç kimse kendi islam anlayışını bu topraklarda egemen kıllamamıştır. Fethullah Gülen’e de devlet de göz yummuştur. Yeter ki Kürtleri fethetsin. Ne yaptılar ettiler edemediler, bu sefer dini satmaya geldiler. Sonra Fethullahçılar da defolup gittiler. Ayırca başaramazlar. Oraya damgasını vuran bir dayanışma, dürüstlük, doğruluk kültürü vardır. Bu kültüre göre Kürdistan coğrafyasında kadın erkek yan yana olur. Halayda yan yana olur. Orada İslamın formu ile Kürt kültürü ile bir sentez oluşturulmuş. Bir yaşam formu oluşturulmuş. O yüzden Gülen ve ekibi saldırı ve tehditleri yaparken arkasında Erdoğan ve Türkiye Cumhuriyeti devleti vardı. Ergenekon davası gibi pek çok dava bozuldu ancak Kürtlere yönelik açılan davalar devam etti. Bu davaları açanlar darbeci olsa bile devam eder. Şimdi “ne olmuş? Kürtlere dava açmış, o kadar da olsun” diyorlardır.

İşkenceci Esat Oktay Yıldıran’ın ismi bir okula verilmiş. Yıldıran tarafından işkence gören pek çok Kürt siyasetçinin görüntüleri paylaşıldı. Ayrıca partimizin genel merkezinin önüne de sarı torba atıldı. Bizim arkadaşları teröristlikle suçluyorlar. Allah billah aşkına burada hepsini dinlediniz hiçbiri ötekine düşmanlık yaptı mı? Tek bir kelime duydunuz mu? Ama algı yaratılıyor. Bu davayı ilgilendiren en önemli kısım budur. Algı.

Algı, İletişim Başkanlığı binasında yürütülüyor

Algı ise iletişim Başkanlığı binasında 7/24 üç vardiya olarak yürütülüyor. 24 saat binlerce personel, bakanlık bütçesi kadar bütçe ne yapıyorlar? Ben söyleyeyim bu dava başta olmak üzere algı yaratmak için bir operasyon ekibi var. Çıksın inkar etsin Erzurumlu Kürt Fahrettin. Senin istihbaratçılarla, sosyologlarla, beden dili uzmanları dahil olmak üzere pek çok işin erbabı kişi ile emniyetten, istihbarattan gelen verileri derleyip toplayıp algı yarattığını biliyoruz. Hatta hangi spot ile linc edilecek kişi üst katta belirleniyor. Bunları biliyoruz.

CNN Türk, Habertürk ve diğer TV’lileri kontrol eden masanın olduğunu biliyoruz ve en güçlü bilgisayar sisteminleri de burada. Türkiye’nin de içinde olduğu bir proje kapsamında Barcelona’da bilgisayarlar inşa edildi. Bu bilgisayarlar normal bir bilgisayarın 42 yılda yaptığı bir işi bir saniyede yapıyor. Sosyal medyada paylaştığımız sağlığımız, cinsiyetimiz, attığımız tweetler, doğum günümüz, taziyelerimiz, yediğimiz içtiğimiz, alışveriş her şeyi ama her şeyi bu bilgisayara yüklediğiniz zaman örneğin deseniz ki ‘bu akşam mahkeme başkanı ne yiyecek’ yüzde 99,9 ne yiyeceğini bilir. Çünkü elindeki veri ile bunu biliyor. Eşinizin yaptığı alışverişi biliyor. Dün ne yaptığınızı biliyor. Eşiniz bir yemek paylaşımı yapmışsa biliyor. Hatta daha da korkuncu gelecekteki olası davranışlarınızı biliyor. İşin ürkütücü yanı ne yapacağını yönlendirebiliyor. Öyle ki kuru fasulye yapmak istiyorsanız bu bilgisayar bamya yemeğini size yaptırabilir. Gün içerisinde bamya bamya önüne çıkarıp durur. Ya da çocuğunuzun önüne çıkarıp çocuk ‘anne bamya bamya’ der. Eşiniz de bunu yapmak zorunda kalır.

Toplumu algı ile yönetiyorlar

Fahrettin Altun da günün konusuna bakarak, kimin linç edileceğine karar veriyor. Her şeyin ayrı bir birimi var. Bir toplum farkında olmadan algı ile yönetiliyor. Şimdi biz bu davada yargılanıyor ve anlatmaya çalışıyoruz. Herkesin hesabını iyi yapması lazım. Çağ algı çağıdır. Eski tarz ve yöntemler ile faşizme karşı mücadele edilemiyor. Bu fezlekeleri cemaatler yazdı. Cemaatçi polisler tutanak tuttu. İddianameyi hazırlayan savcı cemaatçi çıktı. Şu anda bir mahkemede yargılanıyoruz, hakimler cemaatçi değil herhalde sanırım olsa ortaya çıkardı.

Adalet yok, algı ve siyasi çıkarlar var

İçinde şiddet olmayan bu konuşmalar nedeniyle savcı bizim cezalandırılmamızı istiyor. Belki rahatsız olduğunuz şeyler vardır. Öyle bir algı oluştu ki belki bundan dolayı rahat da değilsiniz. Belki de Fahrettin iyi çalıştı deyip ‘işimiz kolaylaştı’ diyorsunuz. Adalet falan yok algı var. Siyasi çıkarlar var. İktidarın kendi iktidarını sürdürebilme beklentisi var. Bunu da her gün söylüyorlar zaten. Örneğin Bahçeli açık açık söylüyor. AYM’ye ‘Kandil’in arka bahçesi’ diyor. Ben onların yerinde olmak istemezdim. AYM’ye nasıl der bunu Bahçeli? Bunu yaparak tam olarak neye hizmet ediyor? AYM’yi gözden çıkarıyorlar. Şimdi Türklerde devlet töredir. Töre önce gelir. Türkün tanrısı devletir. Türkün Allahları da devlettir. Peki niye devletin Anayasa Mahkemesi’ni bu hale getiriyorlar? AYM’yi gözden çıkardıklarına göre daha büyük bir şey kazanıyor olmalılar.”

Kürtler, Türkiye’yi demokratikleştirme iddiası ile yürümeye başladı

Demirtaş, bu durumun nedenleri arasında Kürtlerin verdiği mücadele olduğuna işaret etti. Demirtaş, “Kürtler binlerce yıl sonra Anadolu coğrafyasında merkeze oynuyorlar. Merkez siyaseti yapıyorlar. Onların belirlediği çeperden çıktılar. Bütün Türkiye’yi demokratikleşme iddiası ile yürümeye başladılar. Onlar (devlet) açısından tehdit büyüktür. Bu nedenle AYM de parlamento da gözden çıkarılır. Yeter ki bu HDP merkezi olmasın. Arkadaşlarımıza uyarımdır; HDP’den sapma bunlara hizmet eder. Beklentileri bu yöndedir. Öyle yaparsak bize karışamazlar. ‘Kendi mahallende oyna arada bir bomba atar, döveriz ama mahallende oyna’ diyorlar. Ama herkesi yönetmeye talibiz dersen Türk devlet aklı devreye girer. Sen devleti soyup soğana çeviriyorsun. Bırakın bir on yıl yönetelim halk görsün. Çünkü biliyorlar ki gelsek bir daha esameleri okunmayacak. Halk demokrasinin tadına varsa bir daha vazgeçmez. Biz devlete karşı hükümete karşı en büyük demokrasi savaşını içimizde yaptık hala yapıyoruz.

Demokrasi için bedel ödüyoruz

Bizim partimizde kimse kimsenin önünde eğilmez. Ben partide eş başkan iken yaptığım her hata arkadaşlarım tarafından eleştirildi. Biz demokrasi için bedel ödüyoruz. Onun bunun kara kaşı, kızıl sakalı için bedel ödemiyoruz. Bir başka konuşmamda sarf ettiğim gerilla kelimesi suçlama konusu yapıldı. Bu bir suç değildir ve gerilla gerilladır. Güney Amerika’da da burada da anlamı aynıdır. Bir kişi yaptığı terör eylemi nedeniyle terörist olarak görülür. Bu bir polis de olabilir bir sivil de olabilir. Aynı zamanda bir devlet de terör eyleminde bulanabilir. Bir de Kürdistan ifadesi var. Açıkçası buna dair suçlamanın olmasından utanıyoruz. ‘Kürdistan yok’ diyenler var. Bu utanç verici bir durum. İnsan vatanını, dilini savunur bu milliyetçilik değildir. Eğer dilini ve milletini birinden daha üstün görürsen bu milliyetçiliktir. Biz sokakta biz Kürdüz deyip bağırmıyoruz. Biri Kürt, Kürdistan olmadığını söylediğinde varız diyoruz. Yüz yıldır bunun için çalışılıyor. Şu anda İletişim Başkanlığı bunu sürdürüyor. Yıllardır burada kendimi paralamamın nedeni budur. Daracık hücreden bunu görüyoruz. Gelinen süreç ortada. Bazı arkadaşlar ‘popülist’ deyip duruyor, ‘Partinin önüne geçti’ diyor ama gelinen süreç ortada.”

Kaynak: "Demirtaş: Biz Türkiye'yi yönetmeye başlarsak demokrasi gelişir, zulüm iktidarı biter". HDP. 29 Aralık 2023. Erişim tarihi: 4 Ocak 2024. 
Telif durumu:

2 Ocak[değiştir]

(Duruşma başlamadan önce avukatlar ve katılımcılar SEGBİS'le Demirtaş’a başsağlığı dileğinde bulundu. Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş Diyarbakır’dan SEGBİS ile bağlanarak Demirtaş’a başsağlığında bulundu ve “Binlerce insanla babayı son yolculuğuna uğurladık. Binlerce kişi katıldı, herkesin sana selamı var, taziyelerini bildirdiler” dedi. Demirtaş da herkese teşekkür ederek taziyeleri kabul etti. Mahkeme başkanı da başsağlığı dileğinde bulundu.)

(Paul Auster’in, “Yalanı geri alamazsın, gerçek bile yetmez bile buna” sözlerine atıfta bulundu.)

Bu kumpas davasında saf katışıksız bir yalan var. Biz yıllardır gerçekleri anlatarak yalanı anlatmaya çalışıyoruz. Yalanın geri alınamayacağını biliyoruz. Bu yalanın sahiplerinin mazoşistçe bir haz aldıklarını biliyoruz. Biz de boyun eğmeden, acılarımızı bal eyleyerek duruşumuzu koruyacağız. Tarihi yalanları bir kez daha ifşa edeceğiz.

Savunmamı, okuma yazması olmadan alın teriyle 7 çocuk yetiştiren babama, Tahir ustaya ve bütün anne babalara ithaf ediyorum.

Türkiye’de ve dünyada siyasetin etkisi azaldığı. Bizler siyasetçiyiz, siyasetin değiştirici gücünü öne çıkarmaya çalışıyoruz. Polonyalı düşünür Bolman şöyle der: ‘İnsan ilişkilerinin kırılgan olduğu günümüz dünyasındaki ilişkileri tanımlayacak gerçek kavram likit modernliktir.’ Siyasetin eli kolu bağlı, insanlar siyasete güvenmiyor, çünkü siyaset insanlara beklediğini veremiyor. Türkiye’de siyaset neden çöktü, güç kimin elinde, bizi hapiste tutan kimdir, hangi güçtür?

Biz tarihi gerçekleri ne unutacağız ne de unutturacağız. Bu dava vesilesiyle gerek insanlık tarihinin gerek halklarımızın tarihinin bir kez daha gün yüzüne çıkması için elimizden geleni yapacağız. Binlerce insan elmanın düştüğünü gördü ama sadece Newton nedenini sordu. Newton'un yerçekimi kuramına ulaşana kadar sorduğu soru “Neden?”dir. Biz de soruyoruz; neden bize bu kötülükler yapılıyor, neden bu kadar saf ari kötülük yapılıyor? Yıllardır bunları anlatıyoruz. ‘Pantolonu kazak gibi başınızdan çıkaramazsınız’. Bu da Murat Menteş romanından bir alıntı. Bu kumpas da pantolonu başından çıkarmaya çalışanlar gibi ayaklarına dolaştı. Karmaşayı yaratan biz değiliz, ters yüz olan her şeyi yerli yerine oturtmaya çalışıyoruz. Öyle ki bu mücadele bizi demokrasi ve insan hakları uzmanı haline getirdi. Tabiri caizse bu yargılama süreci bilgeleştirdi bizi. Biz işe yarasın diye uğraşıyoruz. İnsanlar da toplumlarda devletler de olgunlaşma çağını yaşarlar, esas bilgiliğe o zaman ulaşırlar ama çoğu zaman işe yaramaz. Ama çoğu zaman toplumlar da bireyler de ergenlikten çıkmadan, haddini bilmeden ölürler. Hiç değilse biz bu dava nedeniyle insan hakları ve barış konusunda ulaştığımız bilgeliğimiz bir işe yarasın istiyoruz. O yüzden susmuyoruz, o yüzden inatla konuşmaya devam ediyoruz.

(İnsanlık tarihine ilişkin tespitlerde bulunan Demirtaş, tarihteki belirsizliklerin yine tarih aracılığıyla netleştirilebileceğine dikkati çekerek, “Yaşadığımız anın bir gün tarihe dönüşeceğini bilerek yaşayabiliriz” dedi. Tarih boyunca en büyük düşünürlerin, “kendini bil ya da haddini bil” düsturunu benimsediklerini belirten Demirtaş, “Biz de kendimizi, haddimizi bilerek başlayalım. Bugün yaptığım konuşmaları bir ağır ceza mahkemesinde yapmak trajik olsa da bu benim tarihe ve topluma borcumdur. Bugün kötülüğün kaynaklarını anlatmaya çalışırken, saf kötülüğün kaynaklarına dikkat çekeceğim” dedi. Dünya genelinde 4200 farklı dini grubu olduğunun ve bunların başka inanç ve mezhebin kötülüğünü vaaz etmediğinin altını çizen Demirtaş, bütün düşünce akımlarının, sanatın, kültürün de iyilik iddiasında olduğunu belirterek, “Peki, bütün bunlara rağmen neden bu kadar kötülük var? Ya biri bize yalan söylüyor ya da başka bir durum var” dedi.)

(Demirtaş kimi tarihi kaynaklardan alıntılar yaptı.)

Gezegenin asıl tarihi insanın ortaya çıkışıyla başlar. İlk insanlar hayvanlar gibi açıkta çiftleşiyor ama yavaş yavaş insanın zekası gelişiyor. Avcıyı çoban, yaban sürülerini kabile, kabileleri millet haline getiriyor. Ama insan savaşmak, daima savaşmak, sonsuza kadar savaşmak zorundadır. İlk savaşı doğaya, vahşi hayvanlara karşıdır. İnsan hep bir savaşçı olacak ve kahraman olacaktır. Nihayet kralları ve tanrıları ile savaşacaktır. Ölülerin ve tanrıların resimlerini taşlara oyacaktır ama insan ve insanlar arasındaki savaş hiçbir zaman son bulmayacaktır. Krallıklar kendileri arasında savaşacaktır, güçlenecek, zayıflayacak ve son bulacaktır. Doğu batıya, Afrika Avrupa’ya, kıtalar kıtalara karşı savaşacaktır. Çöken, yıkılan şehirlerin yerlerine yenileri kurulacak. Gömülmüş şaheserler ışığa kavuşacak. Şairler gariplerin, mağlupların destanlarını yazacak. Filozoflar Pîrsus kıyılarında, Atina temelleri altında dünyanın özünü arayacaklar. Akdeniz'in güzel köklerine bakan açık hava tiyatrolarında bakireler ve ihtiyarlar korosu amansız kaderden şikayet edecekler. Katedraller, amfiler, adalet sarayları yükselecek ve bütün bu dağınık mucizeler üzerinde zaman zaman saz şairlerinin şarkıları duyulacak.

İnsanlığın gelişim süreci dünyanın farklı coğrafyalarında benzer ilerler. Birçok yerde benzer süreçlerden geçerken birbirimizden haberimiz bile olmaz. Farklı diller, farklı kültürler ve farklı diller geliştirirken de birbirimizden haberdar değildik. Ne zamanki nüfus doyamayacağımız kadar kalabalıklaştı ve yakınlıkla karşılaştık işte o zaman başka topluluklarla ticarete ve savaşa başladık. Ancak hep bir aynı motivasyonla, aynı amaç doğrultusunda savaştık. Başka toplumların mallarına ve topraklarına el koymak için. Bizi birleştirecek daha güçlü moral değerlere ihtiyaç duyduk. İşte o zaman etnik kimlikleri, halkları ve ulusları icat ettik. Sonra bu kimlikleri dinle, bayrakla, şanlı tarihlerle, devletle, zaferlerle yücelttik. Öyle abarttık ki bir noktadan sonra kendi icadımız olan kimliklerimizin tutsağı haline geldik. Tıpkı parayı icadımızda olduğu gibi. Biz onu kullanmak için icat ettik ama bir süre sonra o bizi kullanır hale geldi. Bütün bu hengame, savaş, kan, gözyaşı, kıyım ve korkunç acıların; kimliklerimiz, inançlarımız, onurumuz için yaşamamız için gerektiğine sadece 5 bin yıl içinde iman edercesine kesin ve geri dönülmesi imkânsız şekilde inandık. Oysa biyolojik 15-20 bin yılda ancak bir milim evrimleştik. Biyolojimiz son 5 milyon yıldır olduğu gibi son 5 bin yılda da aynı kaldı: Karnını doyur, üre, yaşa ve bunun için savaş.

İnsanlık doğadaki her şeyin hâkimi olduğuna inandı ve inandırıldı. Biz kendi etik değerlerimizi yitirdik. Kendi icat ettiğimiz kötülüğü büyüttük. Gramsci’nin dediği gibi: Ey ahkâm bir tek sen kötüsün. Barbarlık, vahşilik diyoruz ya yanlış, biz barbarken, vahşiyken bunları yaşamıyorduk. Medeni olduğumuz için bunları yaşıyoruz. Bugün Kürdistan’da, Rojava’da yaşanan kıyım vahşilik barbarlık değil. Medenileştiğimiz için bunlar yaşanıyor. Kötülüğü yaratıp başka bir şeyi keşfettik. Erdemi, etik değerleri keşfettik. Çünkü hiçbir güç içimizdeki özgür ruhu engelleyemez. Modernitenin bize dayattığı şey toplumsallıksa, bunun da yolu etik değerlerdir. Bizi bir arada tutan şey anayasa değil yasalar değil. Bugün Van Bahçesaray’da yolların 6 ay kapalı olduğu bir köyde insanlar birbirini boğazlamıyorsa, malını mülkünü gasp etmiyorsa, bunun nedeni TCK değil evrensel erdemliliktir. Medeniyetin var olduğu günden beri bir yandan da erdemlilik akar ve gelişir. Bu davada medeniyetin iki ayrı nehri birbiriyle çatışıyor: Kötülük ve erdemlilik. Bütün bu kötülüklerle baş etmenin yolu olarak bizi özgürlüğe zorlayan, doğal halimize zorlayan, öte yandan kültür olarak bizi sınırlayan dine ve ideolojiye karşı beynimiz sürekli isyan eder. Bütün yarattığımız çatışmanın altında yatan neden budur. Bedenimiz ve kültürümüz çatışır. Bütün bunlar edebiyata, sanata dönüştü. Başka türlü ruhlarımızı iyileştiremiyoruz. Geri dönüp edebiyata, sanata ve müziğe sığınıyoruz. Çünkü ruhumuzun yarattığı gerilim başka türlü dinecek gibi değil. Biz barbar vahşi halimizden çıkmadan, şu anda uzaya gidebilecek teknolojiyi yarattık. Biyolojimiz milyonlarca yıl önceki biyolojidir. Bir lokantanın önünden geçerken biyolojimiz, ‘o kebabı al ye’ der ama medeniyet ‘paranız yoksa yiyemezsiniz’ der.

Halkımız anavatanımızda karnını doyurmak ve yaşamak istiyor. Türkler de bin yıl önce geldi. Onlar da karnını doyurmak ve yaşamlarını sürdürmek istiyor. Tıpkı Fransızlar, Almanlar, Yahudiler, Aborijinler ve Afrikalılar gibi. Hepimiz karnımızı doyurmak ve neslimizi sürdürmek isteriz. Herkes haklıdır ama güçlü değildir. Doğada sadece güçlüler ayakta kalıyor. Hani kültür icat etmiştik, ona ne oldu? Ahlak ve erdeme ne oldu? Kültüre göre haklı olan biziz. Sizin ve benim mensup olduğumuz devlet, bizim anavatanımızı zorla işgal etmiş. Erdemlilik anlaşmasını bozan devlettir. Burada bir suçlu aranacaksa o biz değiliz, biz bunun mağduruyuz. Bizim de hatalarımız oldu. O da doğrudan ve hakikatin peşinden gitmeme gibi hatalarımızdır; erdemlilik sözleşmesini ihlal ederek binlerce yıllık bir arada yaşama akdini bozanlara karşı direnmemizdir. Bugün yargılanmamızın nedeni budur” şeklinde konuştu. Erdemlilik sözleşmesinin bozulmasıyla insanların binlerce kez isyan ettiğini hatırlatan Demirtaş, “Dünyanın her yeri sömürgeleştirildi. Amerika Birleşik Devletleri’nin, Avrupa’nın zenginliğinin, Kanada’nın zenginliğinin temelinde Asya ve Ortadoğu’nun sömürülmesi yatar. Bu sözleşmeyi bozanlar suçludur. Afrikalılar, Asyalılar, Mezopotamyalılar suçlu değil” diye konuştu.

Daha genç bir avukatken Lizbon'da bir sempozyuma konuşmacı olarak katıldım ve oradaki parlamentoyu gezdim. Görkemli bir parlamentoları var. Beni gezdirdiklerinde bir yandan da anlatıyorlardı. Şu mermerler, sütunlar Afrika’dan, şuradan, buradan vs. diyorlardı. Bunu anlatan sosyalist bir milletvekiliydi. ‘Size ait bir şey var mı?’ diye sordum. ‘Hepsi bizim’ diye baktı. 'Çalmadığınız, size ait olan bir şey var mı' diye sordum tekrar. Adamın kafasına dank etti. Dünyanın her yerinden çalıp getirmişler, bizim diye övüne övüne anlatıyorlar. Çünkü etik sözleşmesini bozdu İspanyollar ve diğer ülkeler.

Bugün göç dediğiniz, zorunlu göç dediğiniz şeyde de çaldıklarınızın peşinden geliyor insanlar. Çünkü zenginlik dediğiniz şeyler zaten o insanlara ait. Biz buna emperyalist sömürü diyoruz. Konuşmalarımızda bunlar var. İspanya Batı Sahra’dan çekilirken arkasından bir avukat, bir doktor bıraktı. Avrupa oradan sömürdüğü altın, petrol ve madenle zenginleşirken dünyanın doğusu geri bırakıldı.

Güç sizin elinizde değil, iktidarın da elinde değil, güç uluslararası güçlerin elinde. Bu dosyada da bizim tutuklu kalmamız lazım ki Cumhur İttifakı iktidarını sürdürsün. Cumhur İttifakı iktidarını sürdürsün ki bu uluslararası güçlerle işbirliğini sürdürsün. Avrupa Konseyi, Avrupa burada olup bitenlerin farkında.

(Demirtaş Batılıların sömürge tarihine ilişkin anlatımlarını sürdürdü ve dünyadaki inançların ve dinlerin iyilik vaaz etmesine rağmen kötülüğün devam etmesine bir kez daha işaret etti.)

O zaman neden bu kadar kötülük var? Siyasal İslam’ın bu konudaki rolünü anlatmıştım. Bunları anlatmaya devam edeceğim. Birbirini boğazlayan İrlandalı Katolik ve Protestanların çoğu İncilin 10 emrini bilmiyor. Yalanın üzerine kurulu bir düzen var. Din uğruna, inanç uğruna birbirini kesmeyen kalmadı. IŞİD’lilere sorun bakalım İslam adına tam olarak neyi biliyorlar. Ya da sokağa dökülen linç güruhlarına, Genel Merkezimizin önüne gidip sarı torba bırakan gruplara bir sorun bakalım uğruna uğraştıkları dinin ve kimliğin ne kadar farkındalar. Farkında değiller. Bunlar sadece karnını doyuran, neslini sürdürmeye çalışan gruplardır. Homo Sapiens bunlar. Kültürle alakaları yoktur. Erdemlilik sözleşmesi bozulmuşsa bir arada yaşamanın imkânı yoktur ki onu bozan da biz değiliz.

(Psikolojik olarak insanların şartlanmışlığına da işaret eden Demirtaş, “Binlerce kez insanların beynine tehdit uyarısı gönderildiyse onu tehdit olarak algılar” dedi.)

Binlerce kez Kürtler tehdit olarak gösterildiyse, o artık tehdittir. Komünistler tehdit olarak gösterildiyse, onlar tehdittir artık. Erdoğan, AKP’li yetkililer, İletişim Başkanlığı seçim sürecinde binlerce kez bunu yaptılar. ‘Demirtaş, Kürtler tehdittir’ mesajı verildi. Yaptığım alıntıda da olduğu gibi yalanı geri alamazsın, gerçek bile buna yetmez.

İktidarın kötülüğüne işaret eden ve “Bunların medeniyetle ilişkisi var mı? Evet, var. Medeniyet tam da budur” diyen Demirtaş, “Neyi paylaşamıyoruz? Biyolojik olarak ihtiyaçlarımız bellidir; karnımızı doyurmak, neslimizi sürdürmek ve hayatta kalmak” dedi. “Ermişler ve bilgeler neden az konuşur? Çünkü her şey açıktır, susarak bile anlatabilirsiniz” diyen Demirtaş “Haddini bilmek her şeyi bilmektir. Cahiller o nedenle dünyanın en tehlikelileridir. Kimiz, neyiz, nereden geliyoruz bunu bilmek yeterli. İnsanlık bunun üzerine düşünmüyor bile. Bu dava vesilesiyle o yüzden bunu tekrar tekrar hatırlatıyoruz. Neden bu kadar saf, katışıksız kötülük yapılabiliyor? Yeryüzüne hiçbir zaman iyilik hakim olamıyor ama kötülük de hakim olamıyor. Yaşam iyilik ve kötülüğün savaşıdır. Vazgeçtiğimiz an kötülüğün çağı başlar. Vazgeçmemek o nedenle çok önemlidir. Erdemi savunan biri olmalı ki bir sonraki nesle devredebilelim.

Bizi ekmeğe muhtaç edip bize ekmeği çalmayı yasaklayanlar tarlayı, fırını çalmış. Hatta ülkemi, anavatanımı çalmışsın. İşte buna itiraz edemezsin diyor. Kürdistan diyemezsin diyor” diyen Demirtaş, “Çünkü erdemlilik sözleşmesinin kuralları geçerli değil, güç geçerlidir. Biz erdemliliği savunuyoruz ve daha ilk günden erdemliliği savunduğumuz için kazandık zaten. Davanın sonucu belirlemeyecek kazananı. Biz iyiliği ve doğruluğu savunduğumuz için daha ilk günden kazandık. Bunun da bir bedeli var ve bunu ödemeye devam ediyoruz. En büyük hırsızlar bankacılardır ya en büyük hırsızlar o yüzden her zaman devleti yönetenlerdir. Cezaevlerinde büyük hırsız bulamazsınız, onlar küçük hırsızlardır. Karnını doyurmak için, ailesini geçindirmek için çalmıştır. Kendisine ait olanı almak için yanlış bir yol seçmiştir. Hırsızlığı meşrulaştırmayalım ama gerçek budur.

Dünyanın en büyük teröristleri emperyalistlerdir. ‘Ben bu teröristi bırakmam’ diyenler emperyalistlerle sarmaş dolaş değil mi? Amerika’nın, İsrail’in yaptıklarını saymayalım. Sonra bunlar kameraların karşısına geçip masum halkı terörist olarak ilan ederler. G-20 katiller zirvesidir, BM öyledir, Netanyahu katildir, HAMAS katildir ama Filistin halkı, İsrail halkı, Kürt halkı mazlumdur. Halkların diline ve kültürüne el koyanlardır katil olanlar, biz değiliz. Biz sadece halkımızın onurunu ve kimliğini savunduk, halkımızın kendi topraklarında insanca yaşama hakkını savunduk.

Buradaki hangi Türk ve Kürt arkadaş kimin hakkına el koydu? Devleti de yönetmedik. Gültan ablayı yolsuzlukla, Türkçe tabelaları belediyeden sökmekle suçlayabilir misiniz? Burada Türkçe konuşulamaz diye suçlayabilir misiniz? Hayır ama ben size binlerce böyle faşist belediye başkanı sayabilirim. Kesk u sor u zeri söktüler, trafik lambalarını yasakladılar. Kim suçlu? Kimin tavuğuna kış dedik? Vatan bizim, toprak bizim, emek bizim. Ankara’yı mı işgal ettik? Gelip orada halkın dilini, kültürünü, inancı mı yasakladık? Türkler işgale karşı çıktılar mı? Yunanlılar, İngilizler vardı ve Türkler buna karşı direndiler. Kürtler direnince neden terörist oluyor? Üstelik siyasetle, lafla direnmiş. ‘Bu kadarı bile senin için ölüm fermanıdır’ denildiği an erdemlilik sözleşmesi bitmiştir. Yalan, iftira budur. Bize yönelik tarihi ve güncel yalanların kaynağı budur, saf kötülüğün kaynağı budur. Daha büyük kötülük nasıl yapılabilir dediğimiz an devreye giren budur. Arkadaşlarımız suçsuz yere tutuklu, bunu bilmeyen mi var?

Dini sömürenler, Allah’ı kandırdığını düşünenler secdeye giderken Allah’ı düşünmüyorlar. İddia ediyorum; secdeye giderken ihale düşünüyor. İşte bunu sağlayabilmesi için de hepimizin içeride kalması lazım. Gezi Direnişi tutuklularının içeride kalması lazım. Çünkü sözleşmenin ihlal edildiğini, buna karşın kıyamet kopmadığını göstermek istiyorlar. Neden AİHM kararı uygulanmıyor, neden AYM kararları uygulanmıyor? Niye arkadaşımız (Can Atalay) bırakılmaz? Çünkü AYM kararı uygulanmayınca kıyamet kopmaz. ‘Biz daha çok yapacağız bunu, yani erdemlilik sözleşmesini bozuyoruz, size bir şey olmaz yandaşlarımız’ diyorlar. ‘İhale almaya, 5 maaş almaya devam edeceksiniz. Kıyamet kopuyor mu, hayır. Sizinle aramızdaki bağ Anayasa değil, para akışı devam ediyor. Anayasa ihlal edildi diye isyana paniğe gerek yok. Bunları yapmaya devam edeceğiz, haberiniz olsun’ diyorlar. Mesele Can Atalay değil. Daha çok ihlal yapacaklar. Yasalarla, Anayasaya aykırı ihlaller yapmaya hazırlanıyorlar. İşte Gültan Kışanak 7 yıldan fazla tutuklu. CMK’da yazıyor en fazla 7 yıl kalabilir. Kalabilir, isyan mı edilecek, aman. İslam inancına göre ölen kişi, cemaatle cenazeye gider ve cemaat dağıldıktan sonra başı taşa değdiğinde öldüğünü anlar. O günkü toplum da sıra kendisine gelince öldüğünü anlayacak. Ama günü gelince mutlaka iyilik hakim gelecek ve hep denildi ya dünya iyiliğin yüzü suyu hürmetine dönüyor, biz de iyilik kazansın diye burada direniyoruz.

Demirtaş hukukçu tanımı yaparak, “Adaleti çıkarırsanız sizden hukukçu olmaz, kasap olur kasap” diyerek şunları söyledi: “Hepimiz yoksul çocuğu olarak okuduk ve hakim, savcı, avukat olduk. Zenginlerin çocuğu hakim, savcı olmaz. Bakın babam 7 çocuğunu okuma yazma bilmemesine rağmen okuttu. Hepinizin babası, annesi öyle. Annem gece yarısına kadar başkalarının elbiselerini dikti. Bizi okutmak için yaptı bunu” şeklinde konuştu.

Kaynak: "Demirtaş: Boyun eğmeden, acılarımızı bal eyleyerek duruşumuzu koruyacağız". HDP. 2 Ocak 2024. Erişim tarihi: 4 Ocak 2024. 
Telif durumu:

İki ayrı halkın tarihinden, iki ayrı halkın sosyolojisinden bahsediyoruz. Son 100 yılda Kürtler ne yaşıyordu, Türkler ne yaşıyordu, neden tarihlerimiz birbiriyle çatışıyor, bugün nasıl bunları çatıştırmadan düzenleyebiliriz bunları anlatacağım. Kürtlerin tarihi anlatılmıyor. Kürtlerin tarihi, yaşadığı acıları bilinmez. Bir Kürtler bir de onları yakından takip eden dostları bilir. İnkilap tarihi kitaplarında birkaç yerde Kürtlerden bahsedilir, o da zararlı cemiyetler olarak. Kürtlerden hiçbir yerde iyi bir şekilde bahsedilmez” dedi. 1514’teki Çaldıran Savaşı ile birlikte Kürtlerin coğrafyasının ikiye bölündüğünü anımsatan Demirtaş, “Kürt tarihinde de tartışmalı bir kişilik olan İdris-i Bitlisi hem Yavuz Selim’e danışmanlık yapar hem de savaşın akıl hocalığını yapar. Çaldıran Savaşı Osmanlı’nın zaferi ile sonuçlanır ve Kürdistan coğrafyası de facto olarak ikiye bölünür. Daha sonra bunun resmileşmesini 1639’daki Kasrı Şirin Anlaşmasıyla görürüz. Ama aşağı yukarı 1514 yılından beri Kürdistan coğrafyasının 3’te biri İran Safevi Devleti’nin sınırları içerisindedir.

Daha sonra Kürdistan tarihinin yazılmaya başladığını vurgulayan Demirtaş, sonrasında yaşanan Kürt isyanlarına dikkat çekti. Demirtaş, Abdülhamit döneminde Kürdistan madalyası bastırıldığını belirterek Osmanlı döneminden beri Kürtlerin özerklik ve otonom örgütlenmelere sahip olduğunu söyledi. Demirtaş, “Kürtler bütün yaşadıklarını yazılı tarihle değil ama sözlü tarih ve dengbejler yoluyla bugüne taşımıştır. Kürtlerin hafızalarında o dönemler dahil her şey canlıdır. Mir Bedirxan, Osmanlı tarafından baskıya uğrar. Mir Bedirxan ihanete uğrayarak yenilgiye uğrar. Mir Bedirxan dönemi Kürt-Kürdistan tarihi açısından önemlidir ve kimi fezlekelerde geçtiği için değineceğim. Bedirxan Beyliği ortadan kaldırılırken Kürtçe, Kürdistan yasaklanmıyor” diyerek Kürdistan’ın emirliğinin Osmanlı tarafından kabul edildiğini söyledi. Hamidiye Alaylarına da dikkat çeken Demirtaş, “Bununla Kürtler kendi örgütlenmelerini korur ama verdikleri zarar çok daha büyüktür. Bugünkü koruculuk sistemine benzer. Kürt aşiretleri Hamidiye Alayları eliyle birbirine zulüm uygular. Hamidiye Alayları Kürdistan tarihinde olumsuz bir role sahiptir ama bunu olumlu bulan Kürt İslamcılar da vardır. Ben olumlu bulmuyorum.

Kürdistan tarihine ilişkin anlatımlarını sürdüren ve Sykes-Picot Antlaşmasına da değinen Demirtaş, bugün çizilen sınırların büyük oranda Sykes-Picot Antlaşmasıyla belirlenen sınırlar olduğunu vurguladı ve “1514’te fiilen ikiye bölünen Kürdistan coğrafyası 1916’daki Sykes-Picot Anlaşması ile dörde bölünür. Kürdistan’ın bölünmesi emperyalistlerin bize armağanıdır ki daha sonra kendi hatalarımızla bu sorunu büyüttük” diye konuştu. Demirtaş, 1925’teki Şeyh Said İsyanına da dikkat çekerek, “Kürtler Türklerle birlikte hareket etmemiş olsaydı kaderimiz nasıl olurdu bilemiyorum. Birlikte hareket etmeyi seçtiğimiz için bugün bu trajedi yaşanıyor” şeklinde konuştu.

Lozan Antlaşmasına da işaret eden Demirtaş, “Bu anlaşmada Kürtlere yönelik hükümler yer almaz, Kürtlere dair herhangi bir hüküm yoktur. Çünkü İsmet İnönü ‘Ben Kürt ve Türk halkının temsilciyim’ der. Kürt mebuslar bunu teyit ederler. Lozan Anlaşması bir başarı olarak görülür” bilgilerini paylaştı. Şeyh Said’in kafasında büyük bir isyan fikri olmadığını ancak Azadi Örgütünün teşvikiyle ve yanlış anlaşılma sonucu isyanın patlak verdiğini dile getiren Demirtaş, “1925 çok önemlidir, Türk-Kürt ilişkilerinin önemli bir kırılma noktasıdır. Yeni tarih yazımında Kürtler arkadan vurdu yazımına kadar giderler. Burada kandırılan Ankara değil Şeyh Said ve arkadaşlarıdır. Hepsi halifeliğin devamı için savaştılar, hepsine özerklik sözü verildi. Bunlar tarihi gerçekler. İki ayrı anlatı ve iki ayrı duygu kırılması var. Biri için vatana ihanetle suçlanan, öteki için kahramandır. Sabah anlattığım tehlike kodları Kürtler için başka, Türkler için başkadır. Ağrı İsyanı da kanlı bir şekilde bastırıldı. Zilan Deresinde Kürtler katledilir ve orası uzun süre yerleşime kapatılır. 1930’da Ağrı İsyanı başlatılırken Barzani öncülüğünde Irak’a karşı isyan başlar” diye anlatımlarına devam etti. Dersim Katliamının da Kürtler için büyük bir kırılma olduğuna işaret eden Demirtaş, “Şeyh Said İsyanına karşı yapılan katliam Sünni Kürtler için, Dersim Katliamı Alevi Kürtler için kırılma noktasıdır. Dersim bir isyan değildir, orada bir isyan hazırlığı da yoktur. Dersim bir ilin ismi değildir, bir bölge adıdır. Kürt Aleviliğinin yaygın olduğu bir bölgedir. Dersim Kürtler için de Aleviler için de özgündür. Dersim bölgesi özerktir ve oradaki katliamın nedeni bu özerkliği dağıtmaktır. Ocak örgütlenmesiyle toplumsal sorunlar çözülür. Dersim Katliamı ile ocak sistemi dağıtılmaya çalışılır. Katliam emri İsmet İnönü tarafından verilir” diye kaydetti.

(Demirtaş savunmasında 3’üncü Barzani isyanını ve bu isyanın İngilizlerin desteğiyle nasıl yenilgiye uğradığını, 1946’da ilan edilen Mahabat Cumhuriyetini de anlatarak Kürt tarihine ilişkin bilgileri paylaştı.)

Demirtaş 49’lar Davasına da dikkat çekerek şunları söyledi: “Musul’da içinde Kürtlerin de olduğu bir grup tarafından Türklerin katledilmesi duyulunca, Ankara’da siyasetin havası gerilir ve orada öldürülen Türkmen kadar Kürt öldürülmesi CHP’li bir milletvekili tarafından teklif edilir. Orada katledilen Türkmen kadar Türkiye’de Kürt’ün katledilmesi teklif edilir. Bütün o sessizlikten sonra Kürtler o dönemde Türkiye Kürtleri olarak imza toplar. Bu, uzun yıllar yaşanan sessizlikten sonra Kürtler adına atılan ilk imzadır. Çünkü Dersim ve Ağrı katliamlarından sonra Kürtlerin asimile edildiğine inanılır. Ankara’da tartışmalara sebep olan bu dilekçe sonrasında aralarında Ape Musa’nın da olduğu 50 Kürt ileri geleni, öğrenci, aydın tutuklanır. Biri yargılama başlamadan hayatını kaybeder ve olay 49’lar Davası olarak tarihte yer alır. Yargılamalar uzun sürer. En son zamanaşımından dava düşer. Bu dava Kürtlerin hafızasında önemli yer bırakır. Onların tek suçu imzaladıkları dilekçeye ‘Türkiye Kürtleri’ yazmalarıdır. Ankara’nın tüylerini diken diken etmiştir bu tabir.

PKK’nin kuruluşuna, aynı yıl gerçekleştirilen Maraş Katliamına ve daha sonra yaşananlara kronolojik olarak dikkat çeken Demirtaş, “90’da HEP kurulur ve Kürtler haklarını demokratik mücadele yoluyla kazanacaklarına inanır. Bu, Kürtlerde büyük coşku yaratır” dedi. Demirtaş, Vedat Aydın’ın katledilmesine de dikkat çekerek, “18-19 yaşındaydık, Vedat Aydın’ın katledilmesi benim politize olmama neden oldu. Vedat Aydın’ın cenazesinde ben de vardım. Vedat Aydın’ın katledilmesi benim ve Kürtlerin hafızasında önemli bir başka kırılmadır” dedi. Öcalan tarafından ilan edilen tek taraflı ateşkeslere, bunların boşa çıkarılmasına, parti kapatmalara, failli meçhul cinayetlere, özel savaş politikalarına da konuşmasında dikkat çeken Demirtaş, devletin Öcalan ile İmralı’daki görüşmelerinin de 2000 yılında başladığını belirtti.

Daha sonra Türk tarihine değinen ve Jön Türklerin faşizmden sosyalizme, komünizmden siyasal İslam’a kadar her düşünce akımını takip ettiklerini belirten Demirtaş, “Bütün bunlar karışınca ortaya çorba çıktı” dedi. Demirtaş, Kemalizm’in bütün bu akımlar arasında bocaladığını belirterek, “Yaşasaydı bugünkü Kemalizm’i herhalde Mustafa Kemal’in kendisi bile tanımlayamazdı” diye konuştu. Demirtaş Cumhuriyetin kuruluş döneminde faşizmin ve komünizmin revaçta olduğunu ve Türklüğün de o mertebeye çıkarılmak istenildiğinin altını çizerek, “O yüzden hep İtalya ve Sovyet Rusya’ya ziyaretler yapılır. Kadro diye bir doktriner dergi çıkarılır ve o dergide faşizm övülür.

Demirtaş, Türklüğün tanımının koşullara göre değiştiğini belirterek “Bazen herkes Türk’tür, bazen sadece Türkler Türk’tür, bazen Kürtler Türk’tür, bazen Kürtler Kürt’tür, bazen Kürtler yoktur. Bazen bütün dünya Türk’tür, bazen Kıbrıs ve Azerbaycan Türk’tür. Duruma göre, ihtiyaca göre değişen pragmatist bir Türklük tanımdan bahsediyoruz” dedi. Demirtaş, Kemalizm’in hiçbir şekilde toplumda tam olarak yer edinemediğini ve ordunun da bu nedenle on yılda bir darbe yaptığını söyledi.

Solun da vatan haini olarak beyinlere pompalandığını söyleyen Demirtaş, “Ama bu büyük bir yalandır. Solun hataları vardır ama hiçbir zaman vatan haini değildir. Bu halk için her zaman en büyük bedeli ödemiştir. 1980 Darbesinin asıl hedefi soldur. Kemalist devrim yaptığını iddia eden Kenan Evren, Alevi köylerine camiler inşa ederek ve pek çok benzer uygulamalarla solun yerine İslamcı bir anlayışı yerleştirmiştir. Bu darbe Kemalist bir darbe değil yeşil İslamcı bir anlayışın sonucudur. Bu darbe henüz bitmiş değildir. 1980 Darbesi bütün kurum kuruluşları ve zihniyeti ile devam ediyor.

Kürtler sindirilir, Aleviler sindirilir, solcular sindirilir. Cumhuriyetin 3 temel tehdidi sindirilir. Ne zamana kadar, 68’e kadar, öğrenci hareketleri başlayana kadar” şeklinde konuşan Demirtaş, “CHP’nin kafası Cumhuriyetin başından beri karışıktır. Halen de böyledir. Ortanın solundan ortanın sağına kadar savrulur durur” dedi. Demirtaş sol sosyalist mücadele tarihine de değinerek şunları söyledi:

Deniz Gezmiş ve arkadaşları Hüseyin ve Yusuf vardır, Mahir Çayan vardır. Kürt hareketinde Mazlum Doğan 24 yaşındadır. İbrahim Kaypakkaya 24 yaşındadır. Bunların hepsi büyük teoriler yazarlar. O yıllarda Türkiye’nin 20’li yaşlarındaki gençleri dünyayı sarsacak teoriler yazdılar ve bunları hayata geçirmek için pratiğe geçtiler. Sonrasında sol kendi içerisinde fraksiyonlara ayrıldı, paramparça oldu. Ancak o döneme damgasını vuran gençler bugün halen Türkiye sol sosyalist hareketinin öncülüğünü yapıyorlar. TİP’in varlığı Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, bunların Kürt hareketiyle ilişkileri kendi içlerinde kıpır kıpır bir tartışma yürütürler. Belki iktidara gelemiyorlardı ama Türkiye’deki vicdanı bozulan erdem sözleşmesini yeniden kurmaya çalışan en önemli düşünce akımlarıydı bunlar. Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli yeniden sol ve sosyalist tartışmaları topluma taşımaya çalışmanın yanı sıra Cumhuriyetin hatalarıyla yüzleşmeye de çalıştı. Bu Türkler için ilkti. Mahir Çayan, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını en net ifade eden öncülerden biridir. İbrahim Kaypakkaya aynı şekilde. Bunlar Türk halkının değerleridir. Bunları bugün terör örgütleri diye anıyorlar. Asıl bunlara kıymet vermelidirler. Topal Osman’ı anacağınıza bunları anın diyeceğim ama nereden anlayacaklar. Bunlar anti-emperyalistçilerdi, Kürt halkının dostlarıydılar. Kürt halkı olarak geri dönüp baktığımızda o dönemde anlaşılmayan şeyin ne olduğunu çok iyi anlıyoruz. Kaypakkaya 24 yaşında Kürtlerin tarihini Kürtlerden daha cesur sahiplenebiliyordu. Deniz Gezmişler idam sehpasına giderken “Yaşasın Kürt ve Türk halkının kardeşliği” diye slogan atabiliyorlardı. Onların takipçileri bugün bizimle HDP’de siyaset yürütüyorlar. Maalesef sol, 1980 Darbesinden sonra uzun yıllar kendisine gelemedi. Nasıl ki Kürtler demokratik siyaset yapmaya çalıştıysa, sosyalistler de bu yolda çok sayıda parti kurdu. Örneğin ESP İslamcılardan çok daha sert ve net bir şekilde 28 Şubat Darbesine karşı tavır sergiledi demokrasiyi savunmak adına. Bütün bu onurlu insanlar bu mahkemelerde yargılandılar, işkencelerde katledildiler ama geri adım atmadılar. Bugün bizimle birlikte hareket ediyorlar, çünkü ortak ve onurlu yaşamın ancak böyle mümkün olduğuna inanıyorlar. Bu bizim için büyük bir onur ve gururdur. Onlar bizi gururlandırdılar, biz de ortak mücadeleden vazgeçmeyerek onların emeğine ve tarihsel mirasına saygılıyız.

Demirtaş daha sonra hakkında hazırlanan fezlekelere ilişkin beyanlarda bulunarak, bu fezlekelerin tamamının siyaset yapma hakkına yönelik olduğunu söyledi. 10 no’lu fezlekede, “Kandil’de örgüt yöneticileri ile fotoğraf çekme” suçlamasıyla karşı karşıya kaldığını belirten Demirtaş, “Propaganda amaçlı değildi. Barış sürecinin ciddiyetini, olabilirliğini göstermek amacıyla yapılan sosyo-psikolojik bir çalışmaydı. Türkiye’de artık silahların susacağını göstermek için çekilmiş bir fotoğraftı. Bir diğer fezleke demokratik çözüm çadırıdır. Bir halk çözüm istiyorum diyor diye nasıl suçlama konusu olur. Bu sabahtan beri anlattığım trajedinin bir başka örneğidir. Ortada bir suç yok, hakkı ihlal edilenler Kürtler.

Hakkında hazırlanan fezlekelerin tamamının yürüyüş ve konuşmalardan ibaret olduğunu ve tamamının Kürt sorununun çözümünü içeren konuşma ve eylemlerden oluştuğunu dile getiren Demirtaş, “Bu fezlekeler ifade özgürlüğüne, demokratik eylem hakkına müdahaledir. Bir diğer fezleke gerilla cenazesine ilişkin. Katılmadığım bir eylem ama kumpasın bir parçası olarak buraya sıkıştırılmış” dedi. Demirtaş, “Bu fezlekelerde direniş dediğimiz her şeyin altını çizmişler. Direniş eşittir terör. Bizim jargonumuz farklı, tarih bilincimiz farklı, kullandığımız kavramlar farklı. ‘Barış için direniyoruz. Bu savaşı bitireceğiz, bunun için direneceğiz’ demişiz bunun altını çizmişler. Ben Diyarbakır İHD Başkanı iken İl İnsan Hakları Kurulu kurulmuştu. Vali kurulun temsilcisiydi. Orada yaptığım konuşmada İHD örgütleri dedim diye sözümü kesti Vali, ‘Örgüt demeyin, başka bir şey deyin’ dedi. Abdülhamit’ten beri böyle. Burun kelimesini bile yasaklamıştı kendisi. Biz direniyoruz, hapiste direniyoruz, parlamentoda direniyoruz. Zulme karşı direniş haklıdır, meşrudur. Sen gece gündüz Gazze için direniş çağrısı yapıyorsun, hilafet çağrısı yapıyorsun. O niye suç değil? Biz özerklik isteyince niye suç? Onlarınki barışçıl ise bizimki de barışçıl. Türklerin ve Kürtlerin hafızası başka aktı. Yüz yılda iki ayrı korku ve travmaya sahip halk, aynı ülkenin çatısı altında mecburlar, mahkumlar ve aynı zamanlarda cezalılar. Bizim için ceza gibi ama Türkler için de ceza gibi. Başka bir çaremiz de yok. Türk Devletinin Kürtlere bakışı şöyle: Ya benimsin ya kara topraksın. Slogan yasak, pankart yasak, siyaset yasak, sivil toplum örgütü yasak. Dağa gidince terörist. E siz dik alasını yapıyorsunuz. Şeriatı da hilafeti de savunanınız oluyor. Biz de hakkımızı kullanıyoruz. Bize izin verseniz ölümleri engelleyeceğiz.

Parlamento’da Kürtçe konuşmaların engellenmesine de tepki gösteren Demirtaş, “Yahu Süryanice bile konuşturmadılar. 2023 yılından söz ediyoruz, utanç verici bir şey. Özür dilenip el üstünde tutulması gereken inançlar, halklar bunlar ama utanmadan hala onlara hakaret ediyorlar. Yahu bunu alkışlamanız gerekiyor. Bunu yapması gereken adam, ırkçı faşist hezeyanlarla Süryanice konuşanı kovmaya çalışıyor. Anlattığım şey 1800’lerden değil. 1800’lerden anlatmaya başladım. Bitmiyor aynı zihniyet, devam ediyor. Bunu yapan kim, en zengin milletvekili. Kürtçe, Süryanice iki kelime tahammül edememenin adı faşizmdir, ırkçılıktır. Bu fezlekeler işte bu zihniyetle hazırlanmış. Savcının bu fezlekeyi fırlatıp atması lazım. Ama ne yapıyor, kabul ediyor. Ey Savcı, sen kimsin ya! Ben anavatanımda, Kürdistan'ın kalbi Amed’de bunları konuşmuşum, sen fezleke hazırlamışsın!

Hepimiz Erdoğan’ın hayranı mı olacağız? O zaman biz biz olmayız, onurumuzu kaybederiz. Kürt sorununun bir tek çözüm yolu var o da Kürt’ün olduğu gibi kabul edilmesi. Türk neyse o, biz Türk’e şekil vermeye çalışıyor muyuz? Bunu yapma hakkımız da yok, böyle bir zihniyetimiz de yok. Türk, Fatih Sultan’ı anmasın, anarsa savcı soruşturma açar. İstanbul Fethi’ni anmayın. Biz tarihteki büyüklerimizi andık diye yargılanıyoruz. Qazi Muhammed’i andık diye suçlama yapılmış. Kürtler kutuplarda halk elde etse bile ona karşı çıkarlar. Bir iglo yapsa Kürtler ve Kürtlerin evidir dese, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kutuplara nota verir. Bahçeli der ki ‘Derhal tuzla buz edilmeli. Omuz üstünde baş konulmamalı. Türk’ün gücü gösterilmelidir’. Yapılmadı mı?

Daha sonra Kürdistan’da yapılan katliamların, kolluk güçlerinin yaptığı yazılamaların fotoğraflarını gösteren Demirtaş, “Bunları ben yazmadım. Bunu bir Kürt yapsa lanetleriz” dedi. Bir yazılamadaki “Türk’sen övün, değilsen itaat et" yazısını gösteren Demirtaş, "Yüzyılın özeti budur. Siz Türk olarak övünüyor musunuz bilmiyorum ama biz Kürtler olarak itaat etmiyoruz. Birlikte yaşamaya varız ama bu zihniyete karşı sonuna kadar direneceğiz” dedi. Demirtaş son olarak taziyeye katılan herkese teşekkür ederek, “Allah herkesten razı olsun”.

Kaynak: "Demirtaş: Birlikte yaşama varız ama bize itaati dayatan zihniyete sonuna kadar direneceğiz". HDP. 2 Ocak 2024. Erişim tarihi: 4 Ocak 2024. 
Telif durumu:

3 Ocak[değiştir]

Dün savunmamı ‘kendini bil’ desturu üzerine kurmuştum. Bugün yine savunmamı ‘hiçbir şey göründüğü gibi değildir’ temeli üzerine oturtmak istiyorum. Çok kısaca gerçekliğin göründüğü gibi olmadığını size açıklayayım. Öncelikle duyularımız ile elde ettiğimiz veriler beynimize ulaşır ama dış dünyada olan biten her şeyi ne alabilecek duyularımız ne de beynimiz var. Yüzde yüz çalışsa bile bir saniyelik temasta bize dönük akan verilerin bir saniyesinin tamamını alamaz. O nedenle dış dünyaya dair gerçeklik algımız son derece sınırlıdır. Birey olarak iç dünyamıza ve kainata dair bilgimiz sınırlıdır. Biz kendimizi kralı olarak görürüz, insan kendini dünyanın merkezi olarak düşünür ama dış dünya, veriler, bilgiler ve bilimsel işleyiş göz önünde bulundurulduğunda bir noktadan ibaretiz. Çoğu zaman sosyal ve toplumsal olayları incelerken çoğu şeyi algılayamayız. Şöyle tarif edeyim. Herhangi bir nesneye bakıyoruz, ısısını hissediyoruz, nano saniyede bile veri akıyor beynimize. Şu anda heyete bakarken, ekrana bakarken gerçek bilgilerin trilyonda biri bile değildir.”

Ben savunmaya başlarken bile edindiğim bilgi şurada gördüğüm bilgi ile sınırlı kaldı. Çok sınırlı bilgi beynime ulaştı. Bu sınırlı bilginin tamamını da alamadım. Bu ortamın fiziki koşulları, kimliğim, yetiştirilme tarzım hepsi bir elek görevi gördü ve gerçek bilginin çok az bir kısmının beyne ulaşmasını sağladı. Bizim, ‘kainat bilgisine sahibiz’ gibi bir iddiamızın olmaması lazım. Bilgi akışkandır, değişkendir. Biz bu verilere asla tamamıyla hakim olamayız. Gördüğümüz şeye hakikat deriz, bilgi deriz ama mutlak değildir. Doğada renk sadece ışıkta var. Ama biz dünyayı renkli görürüz. Şu anda biz renk görebiliyoruz çünkü ışık var. Her elementin ışığın frekansına göre yansıması farklıdır ve bu şekilde oluşan rengi görürüz. Biz her şeyi renkli görürüz, oysa hiçbir şey renkli değildir. Her şey renksizdir. Sadece ışık renk oluşturur. Bu iki bilgiden yola çıkalım şimdi. Sosyal ve toplumsal olaylara ışıksız bakarsanız gördüğünüz her şey yanlıştır. Bugün savunmada değineceğim meseleler de böyledir, gerçeğin çarpıtılmış halidir. Herkes kendi çapında ulaştığı kanaattir. Hendek meselelerinde de böyledir. Bu davada da böyledir. Heyetinizin, bizi yargılayan devletin, hükümetin ve medyanın gördüğü gerçeklik gerçeklik değildir.

Barikatlar, hendekler kazıldı, çatışmalar yaşandı. Bunları Demirtaş da savundu, öyle mi? Değil. Biz kendi iddiamızı, iddianamemizi ortaya çıkaralım. Biz suçlu değiliz. Başka suçlular var. En başta suçlama konusu yapılan demokratik özerklik nedir onu anlatarak başlayalım. Biz kafadan mı uydurduk bunu? Seçim beyannamelerimizi hatırlatmak istiyorum. Örneğin Demokratik Toplum Partisi (DTP) 2010 yılında bir tutum belgesi yayınladı. Başlıklardan bir tanesi demokratik özerklikti. Uzun uzun okuyayım size ama temelinde halkın karar sürecine katılımını savunur.

Kapatılan veya değişen tüm partilerimizin savunduğu ve programlarında yer alan hususlardandır. Partimiz kapatıldı ama bu hususlar kapatılma gerekçesi olmadı. Barış ve Demokrasi Partisi sonra kuruldu. DTP’nin seçim beyannamesini köy köy, mahalle mahalle dağıttık 2014 seçimlerinde. Kampanyamızın sloganı bile ‘Demokratik Özerklik ile Özgür Kentlere’ idi. Bu sloganımız yasaklanmadı, yasaklanamaz. Ne de illegalize edilmiş. HDP’yi kurduk. Programını açıp size okuyayım. Bu partimizde de demokratik özerklik kısmı var. Kadın çalışmaları da özgün bir başlıkta yer alıyor. 7 Haziran seçim beyannamesinde de aynı şekilde yer alıyor. 7 Haziran’dan sonra yapılan 1 Kasım seçimlerinde de anadil, kadın başlığı ve özerklik başlığı yer alıyor. Ne demek istediğimizi seçmene anlatmışız.”

Demokratik özerkliği bugüne değin hep savunduk. Sistematik bir biçimde hiçbir taviz vermeden bir düşünceyi siyasi program olarak savunmuşuz. Kadın çalışmalarını, anadil çalışmalarını da savunmuşuz. Partimizin bütün programlarını tüm aşamalarda seçmene vaat etmişiz. Merkezi iktidara gelirsek gücümüz ile yapacağız. Çok sayıda çalıştay yapmışız bu konuda. Dolayısıyla özerklik fikri bir anda ortaya çıkmış, barikat-hendek ile ortaya çıkmış bir şey değildir. DEM Parti programında da vardır. Dolayısıyla özerkliğin terör faaliyeti olarak görülmesi doğru değildir. Şimdi bu hendek-barikat dönemine dönelim. Orada bir terör mü var, yoksa terör mü estirilmiş birlikte bakalım. Ayrıca devlete beğendirmek zorunda da değiliz. Biz halka konuşuruz, devlete konuşmayız.

Özerklik bir yönetim biçimidir ve savunulması bölücülük değildir. İnsanlar bağımsız Kürdistanı da savunabilir ki bu da suç olamaz. Nedir demokratik özerklik? Bir yönetim modelidir. Başka bir parti başkanlık sistemini önerir. Bir başkası parlamenter sistemi önerir. Bunlar hepsi fikir düzeyinde tartışılır. Faşizmi oylamaya götüremezsiniz, ayrımcılığı ve kadın düşmanlığını sunamazsınız ama devlet mimarisi için modelleri sunarsınız. Mesela başkanlık sistemini önerenler ve hayata geçirenler serbest, bir başka modeli savunmak ise suç. Neden? Çünkü Abdullah Öcalan da PKK de özerklik demiş.

Eğer beni duyuyorsa Abdullah Öcalan’a da çağrı yapmak istiyorum. Bence iki kere iki de dört eder de demeli, hayata dair her şeyi söylemeli. Çarpım tablosundan da çıkarılacak mı görelim. Bir fikrin hayata geçme biçimi önemlidir. Eğer şiddet ile hayata geçirirseniz suç olur. Bugün kullandığımız bilimin ve teknolojinin çok büyük bir kısmı Yahudiler tarafından kazandırılmıştır. Şu anda Yahudilerin şirketlerini falan protesto ediyorlar ya bence yerçekimini protesto etsinler. Kuantumu tanımayın ya da uzayı tanımayın. Bir bakalım ne olacak. Mesela asansöre binmeyin, gavur icadıdır. Önünüzdeki mikrofonu icat eden kişi Türk’e karşı olan biri olabilir mi bilmiyorum ama örneğin onu da kullanmayın. Telefonu örneğin kullanmayın.

Bir başka şey ile devam edeyim. Hilafeti savunmak, şeriatı savunmak suç değil. Bence de ifade özgürlüğüdür, kesinlikle savunabilirler. Bunu hileyle, suçla isteyenler yapamazlar. Kürtler 100 yıl sonra bir fikir gerçekleştirmişler, anlatmaya çalışıyorlar. Bırakın Meclis’te, basında anlatmamızı, hakimlere karşı savunmak zorunda kalıyoruz. İşte bunun adı Kürt sorunudur. Bugün İstanbul’un ortasında hilafeti savunabilirim, başım okşanır ama Kürtlerin savunduğu bir modeli savunamam.

Peki, nasıl bir arada yaşayacağız? Anayasa herkes Türk’tür diyor. Türkçe dışında anadilde eğitim yapılamaz diyor. Geriye kalan hiçbir dil anadil değildir diyor. Ortak tarihimiz vardır diyor. Orta Asya’dan geldik, kurt Asena'dan bugüne destanlarımız vardır diyor. Bizi millet yapan ortak değerlerimiz vardır diyor. Bunlar dayatılıyor. Örneğin Topal Osman'dan kıvanç duymalıyız. Bunlar olursa tek dil, tek bayrak, tek millet olarak yaşamak mümkün. İyi de biz bu elbiseye sığmıyoruz. Sığmamız için itiyorlar ama sığmıyoruz. Türkiye’nin yarısı sığmıyor. Olmuyor, niye zorluyorsunuz? Bir Çerkes Türk’üm diyebilir bir Ermeni de diyebilir onu suçlayamayız. Problem de yok burada. Ama Türk değilim diyenler konusunda sıkıntı var. Türk’üm diyenlerin başımızın gözümüzün üstünde yeri var. Kimseye bir şey diyemeyiz. Ben ne olacağım, ben Kürt’üm dediğimde ne olacak? Sorum budur. Devlet şu anda bizi bölücü, terör, işkence, sürgün parantezine oturtuyor. Ben Kürt’üm, sosyalistim, Boşnak’ım, Çerkes’im diyenler ne olacak? İşte demokratik özerklik bunun için bir çözüm önerisidir. Anadolu, Mezopotamya, Trakya’sı ile çok kimliklidir. Sosyolojik birliğini hiçbir zaman sağlamamıştır. Buna yeltenenler katliamlar yapmıştır. Ancak hiçbir zaman tek dil, tek millet olamamıştır.

Yaşama en elverişli yer burası. Zaten insanlık buradan yayılmış. Kuzeye göç edenlerin teni açık kalmış. Güneye indikçe yoğun güneş nedeniyle oradaki canlıların yaşayabilmesi için tenleri giderek koyulaşmıştır. Ama ilk medeniyet burada kurulmuştur. Kurulduğu yer Mezopotamya Havzasıdır. 20 bin yıl önce dünyanın merkezi burasıydı. Ama asla, hiçbir zaman tek dil, tek kimlik olmadı. Anadolu coğrafyasını tek dil ile yönetemezsiniz.

Tek adam ile yönetemezsiniz, tek millet ile yönetemezsiniz arıza çıkar. Kimseye kabul ettiremezsiniz. Duruşma salonunda bulunanlara kabul ettirirsiniz belki. Milyonlarca kişiye, halka kabul ettiremezsiniz. İsyan ederler. Ne lazım bize o zaman, yeni bir model lazım. Kürt halkı, siyaseti ve hareketi yıllarca bunu tartıştı. 100 yıldır bunu tartışıyor. PKK bunun son halkasıdır. Biz bir çözüm üretmek istiyoruz, mağdurlar olarak çözümü biz üretiyoruz. Birlikte yaşamak istiyoruz mağdurlar olarak ama muhatabımız yargıçlar, hakimler oluyor. Bu bir sorun işte. Adı da Kürt sorunudur.

Neden Türkiye için en uygun model demokratik özerkliktir? Yerelin ihtiyacı her zaman farklıdır, acildir, hızlıdır. Bu talepler de sürekli değişir. O yüzden dünyada bütün ülkeler yerel yönetim modellerini uygulamak zorundadır. Oysa en çok ihtiyaç duyan coğrafya burasıdır. Herkesi demokratik ilkeler çerçevesinde yönetime dahil etmektir. Herkes bu devlet, bayrak benim diyebilsin diye. Küçük bir elit grup ya da tek adam yönetirse kutuplaşma oluşur. Dikkat edin Kürtler ve Türkler şeklinde de kamplaşma oluşmuyor. İktidar ve muhalefet olarak kamplaşma oluşuyor. İkiye bölünür. Bir belediyemiz vardı bu modeli uygulayacak ama kayyım atandı. Muhtarlara bile kayyım atandı.

Herhangi bir yerel yönetim mekanizması diğerine baskınlık, büyüklük taslamaz. Görevleri eşit olmalı ve Anayasada bu eşitlik sağlanmalı. Kimliğe dayalı olmamalı. Bunu biz öneriyoruz. Örneğin federal bir bölge de önerilebilirdi ya da bağımsızlık. Ancak Türkiye’de de demokrasinin gelişmesini istiyoruz. Bu siyaseten de doğrudur ama en çok ahlaki olarak doğrudur. Onun için de demokrasi istemek zorundasınız. Yozgat'ta demokrasi olmaz ise biz rahat edemeyiz. O yüzden geniş bir uzlaşma ile Türkiye’de bunu sağlamalıyız. Bunu savunuyoruz.

Genel adalet, güvenlik, sınır güvenliği ve diğer politikalar merkezi parlamentoda olmalı. Yerel meclislerin aldığı her karar Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi olmalı. Tabii özgürlükçü bir anayasadan bahsediyorum. Bunlar seçimle gelmeli ve seçimle gitmeli. Belediye meclisi ile halk meclislerinin ayrı olması gerekiyor. Vali seçimle iş başına gelmeli. Bütün özerk bölgelerin resmi dili Türkçe olmalı ama her bölge hangi kimlikten olursa talep olması halinde ikinci ve üçüncü resmi dili kullanabilmeli. Türkçenin yanında Trakya, Boşnakça resmi dil olarak kabul etmek istiyorsa bunun kime ne zararı olabilir? Örneğin Kürdistan'da Kürtçenin ikinci üçüncü resmi dil olmasının kime ne zararı olur? Hindistan’da onlarca resmi dil var. Avrupa'nın pek çok ülkesinde aynı şekilde resmi dil var.

Türk’ü yeniden tanımlayalım ya da Türkiyeli diyelim. Ya da istiyorsanız 100 yıl boyunca Kürt diyelim. Türk’ün ne olduğunu Anayasa’da tanımlayalım. Diyelim ki bu anayasa bütün etnik kimliklerin, dillerin ortak anayasasıdır. Bütün yerel ve merkezi yönetimlerin ortak anayasasıdır. O zaman bu sorun olmaz. Bu mümkün mü? Türklüğü bir etnik kimlik olarak çıkarıp bu hale getirebiliriz. Türk milleti diye bir millet var. Tarihi var. Bunlar kalsın. Tekçi ulus değil çok kültürlü ve dilli bir ulus olabilir. Biz buna demokratik ulus, özerklik diyoruz. Sivil demokrasinin gelişmesi için bölge meclisleri, köy meclisleri kurulabilir. İnsanlar mescide gidiyor, cemevine gidiyor. Aynı şekilde bu meclislere de gider, kendi arasında seçim yapar, kararlarını bir üst meclise götürür ve taleplerinin karşılığını alır. İnsanlar birbirleri ile temas ettiği için, yüz yüze olduğu için doğrudan demokrasi gelişir. Halk kendisini yönetmeye başlar. Artık bir mahalleye kanalizasyon ya da park yapılıp yapılmayacağını ancak oradaki halk bilir. Meclis veya hükümet bunun kararını veriyorsa bu yanlıştır. Demokratik özerklik yüz yıllık Kürt sorununun bitirilmesinin bir vaadidir.

Hiçbir zaman bunu zorbalıkla dayatmadık. Eğer hükûmet olsaydık referanduma götürürdük. Kürtler olarak teklif olarak sunuyoruz, 100 yıllık Kürt sorununu gelin bitirelim. Abdullah Öcalan devrede olmalı. Kiminle savaşıyorsan onunla barışırsın. İki kere iki dört. PKK’ye savaşı yürütüyorsun gidip ETA ile müzakere yürüteceksin. Böyle olur mu? Demokratik özerklik uzlaşma ile olur. Rıza üzerine inşa edilir. Silah ile olmaz, hendek ve barikat ile olmaz. Ben bunu ilk günden beri böyle savundum. Demokratik özerklik silah zoruyla olmaz. Sadece ikna ile olur. Bir arada yaşamak zorla olabilecek bir şey değildir. Abdullah Öcalan’ın yapmaya çalıştığı buydu. Siyaset ve müzakere ile. Silahın özerklik ile alakası yoktur. Kim ne yapmışsa, niye yapmışsa kendisini de izah edebilir. O dönemde yaptığım konuşmalara da bakalım. Bahçeli ve Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar ve devletin müdahalesi ile ortaya çıkan sonuçlara dair konuşmalar yapmışız. Bizden istenen şuydu; hükümetin yaptığı şeylere sesini çıkarma. Bir tarafta devlet bir tarafta örgüt ise hukukun uygulanmasını devletten istersin. İnsan haklarını bir parlamenter olarak kimden beklersin? Devlet olmanın gereği budur. Devlet o dönem ne yaptı? İddianamede yok. Ondan önce biz ne yaptık onu da anlatacağım.

Yine gerçeklik burada göründüğü gibi değildir. Bir algı operasyonudur. Birkaç ilçede özerklik ilan edildi. Gençler polisin ilçelere girmesini istemiyordu. Ellerinde de silah yoktu. İlk başlarda böyleydi. ‘Gidip copluyorsunuz, baskı uyguluyorsunuz, cezaevine atıyorsunuz. Hendek kazmasın da ne yapsın?’ demişiz. O sırada henüz çatışmalar başlamamıştı. Biz o dönem heyet göndermişiz. Bugün hakkımızda atıp tutan Altan Tan ile Sırrı Süreyya, Pervin Buldan ve Hatip Dicle’yi bölgeye göndermişiz. Bölgede giriş çıkış uygulanmış. Görüşmeler yapıyoruz. Kime ulaşabildiysek bu durumun bitirilmesini istedik. Örneğin Silvan'da başladığında Nimetullah Erdoğmuş ve Altan Tan başta olmak üzere Diyarbakır Valiliğine gitti. Diyarbakır Valisi de gençlerin oradan çıkmayı kabul etmesi halinde elinden gelen ne ise yapacağını söyledi. O da dedi ki ‘Komutanları ikna etmek istiyorum’. Çatışmaları bitirmek için. Böyle bir uzlaşma sağlamak için elimizden geleni yapıyorduk. Biz kendi görüşmelerimizi, onlar kendi görüşmelerini yaptı. Bir uzlaşma sağlandı ve bir akşam sokağa çıkma yasağı kaldırıldı ve Silvan'daki grup orayı terk etti. Dönemin içişleri bakanlığı ve valisi bunu biliyor. Aynı şeyi Yüksekova için uygulamaya çalıştık. Çünkü halk istiyordu. Ama başaramadık.

Şırnak için bir korucu geldi. Kandil’de üst düzey kişiler ile görüştüğünü söylüyordu. Ankara’ya gelmişti. Sırrı Süreyya Önder bize söyledi. O dönem güvenlik müsteşarı Muhammet Dervişoğlu yanına gitti, ‘Bu korucubaşı bunu söylüyor’ dedi. Şırnak'ta operasyonların durabileceğini söyledi. Onlar da konuyu ciddiye aldılar ve bir gün uğraştılar. Ordunun bir kademesinde tıkandı. PKK’nin içinde de tıkandı. Biz çıkmalarını istiyorduk. Ordunun izin vermesini istiyorduk ama bunu sağlayamadık. En çok Sur için uğraştık. O dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala çıksın konuşsun. Ne kadar uğraştık? Ben Kandil’e gittim. Ulaşamadım ama aracılar aracılığıyla söz almak istedim. Oradan çıksınlar diye.

Partimiz bu doğrultuda çalışıyordu. Bir gel git yaşandı ve en son ikna oldular. Çünkü biz kabul etmiyorduk. Onların da çağrı yapacağını hükümete ilettik. Hükümetten de aynı şekilde söz aldık. Dengeli bir konuşmayla ne devlet ne da başka bir tarafı kimseyi kırmadan bir konuşma yapmaya çalıştım. Siyasetle bunu halletmeye çalıştım. Devlet benim ne konuşma yaptığımı, niçin yaptığımı biliyordu. Ancak medya öyle bir şekilde verdi ki siyasetçilerden zehir zemberek konuşmalar geldi. Efkan Âlâ, Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan hepsi öyle sert açıklamalar yaptı ki bir iki gün geçti ve Kandil’den daha sert bir açıklama geldi. Onlar da herhalde Demirtaş bizi kandırdı diye düşündü. Daha sonra hükümetin, devletin kontrolünden çıkan bir şeye dönüştü.

Özyönetimlere yönelik Sur’da, Şırnak’ta, Nusaybin’de, Hakkari’de operasyon düzenleyen komutanlar, valiler, hatta operasyonun bir numaralısı darbeden tutuklandı. Biz çözmeye çalıştıkça neden tırmandığını anlamaya çalışıyorduk. Darbeden sonra öğrendik. Çünkü darbenin önü açılmaya çalışılıyordu. Devlet, ülke bölündü bölünecek görüntüsünü yaratıp darbe yapmak istiyorlardı. Günah keçisi kim oldu? Kürtler. Gençlerde sadece silah vardı. Sen ise karşısına tank ve helikopterle çıkıyorsun. Biz o dönemde de ‘Sen nasıl böyle bir şey koyarsın?’ dedik. ‘Şehri niye yıkıyorsunuz?’ diye soruyorum, bana teröristlere arka çıkıyorsun diyorlar. Helikopterle müdahale eder mi ya küçük bir mahalleye sıkıştırdıkları bir gruba karşı. Bir devlet bunu neden yapar? Nedenleri daha sonra ortaya çıktı. Devlet Bahçeli ve Erdoğan bunu biliyordu.

Devlet Bahçeli Nusaybin için ‘Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayın’ diye açıklama yaptı. Bu şiddet çağrısı mı değil mi? Bir de size okuduğum bizim açıklamalar ile karşılaştırın. Bizim açıklamamız mı bu açıklama mı terör? Terör işte budur. Sivil gözetmeksizin orayı yerle bir etmek. Erdoğan da Bahçeli’den iki sonra açıklama yaptı. Ülkenin Cumhurbaşkanı top atışları ile vurulmasını istedi. F-16 neden kullanılmıyor diye tartışıldı. Gazze'ye yapılanın aynısı o dönemde yapıldı. Şimdi biz bundan yargılanıyoruz. Savcı Bahçeli’nin, Erdoğan'ın, Davutoğlu’nun konuşmalarını niye koymuyor? Kürt halkının yaşam hakkını savunduk. İddianamedeki konuşmalarım orada duruyor. İddianamede olmayan konuşmalarımızı okuyayım size. Eylül ayında bütün bu hendek ve sokağa çıkma yasaklarının olduğu yerde miting yapma kararı aldık. Her yere gittik ve silahların susması için çağrı yaptık. Tek birinin burnu kanamasın diye konuşmalar yaptık. Bunlar niçin iddianamede yer almıyor? Eller tetikten çekilmeli şeklinde açıklamalar yaptık. Bunu dediğimiz için neredeyse bize küfür ediyorlardı. Müzakere çağrısı yapıyorduk ama ‘Terörist ile müzakere olmaz’ diyorlardı. Ama üç yıl boyunca yaptı değil mi?

(Sonuna kadar barış dediklerini söyleyen Demirtaş, o dönemde sarf ettiği sözlerini ve Erdoğan, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’na karşı açıklamaları okudu.)

Bakın konuşmalarımda ‘Barış için, özgürlük için direndikçe arkanızda olmaya devam edeceğim’ demişim. Bakın bu konuşmayı iddianamede bulamazsınız. Konuşmalarımızın büyük bir bölümü çarpıtılmış. Bütün çağrılarım müzakere masasına dönülmesine dönüktür. Bu konuşmalarda da tek bir gencin silah tutmasına gerek olmadığını söylüyordum. Ben böyle dediğim sırada ‘taş üstünde taş kalmasın’ diyenler vatansever, biz ise terörist olarak gösteriliyorduk. Devlet barış istese bugün barış olur. Hemen bugün diyalog masası kurulur ve barış sağlanır. Diyalog ile sorunun çözümü mümkün iken bunu yapmıyorlar. Türk halkı bunu sormayacak mı? Ülke işgal altında, bölünme tehlikesi var yalanlarını daha ne kadar sürdüreceksiniz?

Adem Huditi, medyada Sur ve Cizre’yi temizleyen komutan olarak duyurulurdu. Aynı medya darbenin ardından ‘baş hain’ diye manşet attı. Bu adam oradaki operasyonların baş sorumlusu. Gerçekten hukuka uygun hareket ettiklerine inanıyor musunuz? O zaman parlamentonun bombalanması da yalandır. Kökü yalan. O zaman iftira atıyorsunuz bunlara. Kim emir verdi bunlara. Ahmet Davutoğlu. Ev ev, mahalle mahalle temizleyin dedi. Üç beş genci bahane ederek ilçeleri yıktılar. Karşıda bir direniş var mı o da bilinmiyor. Bakın aylarca çatışma yokken bombaladıklarını biliyorum. Bakın bir askerin itirafları var, onları da şimdi paylaşacağım. Bunların kafalarında darbe planları var. Birkaç ay sonra bir darbe planları var. Sizce kafalarında darbe planı olanlar vatanı ve milleti mi koruyorlardı?

Bir devlet bunlar hiç yokmuş gibi nasıl davranır? Alnı secdeye giden duymuyor, sosyalisti duymuyor. Kardeşim siz bunları yaptınız. Bize iftira attınız. Kürt halkına zulüm yaptınız. Siviller, çocuklar ölüyor dedikçe bize terörist dediler. Aha size devletinizin komutanları. Bir kişi çıksın savunsun bakalım. Yüreği yeten çıksın savunsun bakalım. Hepsi darbeci ve tutuklu. Ama bunların işlediği suçlardan dolayı biz tutukluyuz. Şırnak’taki operasyonların komutasını sürdüren Semih Terzi Ankara’da devlet kurumlarını bastı, Kürt’ün evini mi basmayacak! Tank ile şehirlere girmişler. Öyle yıktılar. Hem Kürt’ün evini başına yık hem de darbe yapıp devleti ele geçir. Böyle bir rezillik olabilir mi? Semih Terzi darbenin bir numaraları arasında yer alıyor. Bunların bir kısmı cezalarını yattı bitirdi bu arada ama biz hala içerideyiz. Sizin Kürt’e madalya takmanız gerekiyordu. Siz de darbecilere karşı savaştınız diye ama bunu görmüyorsunuz. Ancak size göstereceğiz.

(Demirtaş, katledilen bebeklerin ve çocukların kanlı fotoğraflarını mahkeme heyetine gösteriyor.)

Bunları kim yaptı? Bakın anneler çocuklarını günlerce soğutucuda tuttu cenazesi bozulmasın diye. Burası Gazze değil Şırnak'ın ilçesi Cizre. Buyurun, bunların ben mi yaptım? On beş kişilik bir militan grup mu yaptı bunları? Burası da Cizre bodrumları, çoğu sivildi. Çıkarmaya çalıştık. Üçlü konferans yaptık. Karşıda Sağlık Bakanı vardı. Kafalarını çıkardıklarında ateş ediyorlardı. Cizre bodrumlarında onlarca genci diri diri yaktılar. Daha sonra ‘Aşk bodrumda yaşanıyor güzelim’ dediler. O bodrumlar işte bu bodrumlar. Kürtler bunları biliyor. Bunlar insan, armut değil.

(Demirtaş, Gazze’de katledilen çocukların ve kentin fotoğrafları ile Cizre’deki katliamların fotoğraflarını gösteriyor.)

Bunu Hamas yaptı diyebilir misiniz? Bakın biz yapmış olabilir miyiz? Ya da az önce size gösterdiğim komutanlar yapmış olabilir mi? Hangimiz daha şüpheliyiz. Biz bu halkın seçilmişleri olarak sessiz mi kalsaydık? Zulüm yok mu deseydik?

(Demirtaş, “Katliam yaptık, emri senden aldık uzun adam” şeklindeki fotoğrafı göstererek, bunun bir itiraf olduğunu ve bunların yargılanıp yargılanamayacağını sordu.)

Duvara ‘Devlet geldi’ diye yazmışlar. Devlet nereye geldi, Silvan’a. Kürt’ün duvarına ‘Piçler nerede?’ diye yazmışlar ve üstüne de Türk bayrağı çizmişler. Ben Türk bayrağını bir siyasetçi olarak Kürt’e nasıl sevdireceğim? Hadi gel de sev sevebiliyorsan. Bakın bir başka duvar yazısında Allah’ı da işin içine karıştırmışlar. Allah’ın zaferi diye yazmışlar. Halkları birbirine düşürmek için neler neler yaptılar.

Hiçbir savcı hâkim de darbeden önce sen Şırnak’ta, Hakkâri’de ne yapıyordun diye sormadı onlara. Biz mi halkları kışkırtıyoruz? Biz zavallı, korkak olduğumuz için mi barış diyoruz? Bunlar yüzünden 7 yıldır bizi hücrede tutuyorsunuz. Bunların işlediği suçtan dolayı Kürt’ü cezalandırıyorsunuz. Bakın burada (fotoğraf gösteriyor) Kuran’ı Kerim yakmışlar. Hakkâri’de yaktılar. Bunlar bulundu mu, ceza verildi mi? Bu döneme ilişkin savunmaları bu detaylarla yapmak da istemiyorum. Neler yapmadılar ki bize? Bütün o acıları durdurmaya çalışırken yetmezmiş gibi terörist katil olarak cezaevine atıldık. Bunu yapanlar ise keyif yapıyor.

Tek tek evlere girerek altınları, paraları çaldılar. Kadınların makyaj malzemeleriyle, çamaşırlarıyla neler yaptılar bunları anlatmak dahi istemiyorum. Af Örgütü, İnsan Hakları Derneği, Diyarbakır Barosu ve pek çok kurumun raporları buradadır. Okumak isterseniz duruyor. Evlere, yaralılara, cenazelere yapılanların tek tek hepsi yer alıyor. Ancak biz bu raporları okuyarak öğrenmedik, biz bunları yaşadık. Vergi ödediğimiz devlet gelip şehirlerimizi yıktı, bizi öldürdü. Devlet kendisine silah çekene gül mü uzatacak? Hayır, yasa var. Ama sen on iki şehri, kasabayı nasıl kökünden silersin!

Silvan’da Figen Yüksekdağ’ı öldüreceklerdi. Olayların büyümesi için bu provokasyonu yapacaklardı. Ancak biz bunu engelledik ve Yüksekdağ’ı oradan çıkardık. Efkan Âlâ, Meclis oturumunda Mithat Sancar’ın sorusu üzerine itirafta bulundu. Diyor ki ‘Evet, bizim de kontrol edemediğimiz güçler var’. Bu Meclis tutanaklarına geçti. Ben ne yapmışım o dönemde? Onlar duvarlara bu yazıları yazarken, ben ne yapmışım? Belki de Kürtlerin bir kısmı bu sözlerimden dolayı bana kızgındır. Hâlâ da diyorlar. Sırf barış dediğim için bana kızgınlar. Çünkü namuslarına el uzatılıyordu. Bu yetmezmiş gibi bu halkın temsilcilerini de cezaevine koymuşsunuz. Bunların Müslümanlığı sahtedir. İnsan olan yapmaz da Allah’a ve Kuran’a inanmış biri bunları nasıl yapabilir? Bunlara insan dahi diyemezsiniz. Bu kadar kul hakkı nasıl yenilir? Kimin katliam yaptığı ortadadır. Yapılan şey Kürt’e zulümdür. Biz bunları yapmadık diye ve insan haklarını savunduk diye kimse bizi suçlayamaz.

(Demirtaş, Ahmet Gün takma adını kullanarak konuşan bir askerin yaptığı itirafları paylaştı. Bu kişinin kendisini ülkücü olarak tanımladığını ve daha sonra ihraç edildiğini söyledi. Bu askerin Kürt halkına yönelik saldırı ve katliamlara dair beyanlarını paylaştı: “Devlet tamamen bir suç makinesine dönüştü. Orada üç bodrum vardı. İçinde kadınlar, çocuklar ve gençler vardı. Onların terörist olmadığını biliyorduk. Medyada hepsine terörist deniliyordu. O bodrumlarda 120 cenaze çıkarıldı. Örgüt militanları en fazla 7 veya 10 kişi bir arada durur. Orada görev yapan tüm güvenlik mensupları bunu bilir. Savaş hukuku bile ortada kalmadı. Ambulanslara ateş açılıyordu. Çok kirli bir işti. Maalesef daha önce bunu görmemiştim. Emir de yoktu. Emir olsaydı sınır olurdu. Ancak sınır yoktu. Asker ve polis kimi zaman kavga ediyordu. Devlet onları oradan çıkarabilirdi. Ancak tanklar ile müdahale edildi. Size düğmeyi gösterseler yaparsınız. Polisi ikinci faktörde tuttular, askeri sürdüler. İş başından kurguydu. Hendekler göz göre göre kazıldı. Esedullah Timleri bir anda türedi. Nereden geldiklerini bilmiyorum.”)

İktidar bizi içerde tutmanın nimetlerini yiyor. İki dönemdir bu nedenlerden ötürü kayyım atıyor. Burada gördüğünüz kişiler Kürt ve Türk halkının onurudur. Yıllarca barış için çabaladık. Hepsi yoksul halk çocuğudur. Türkiye’nin yönetiminin nasıl teslim alındığını görün. Yapamıyorsunuz davadan çekilin ama bu ahlaksızlara alet olmayın. Burada tek yalan konuşmadık. Netenyahu ile aranızda ne fark var? Kanlı cenaze fotoları, parçalanmış cenaze fotoları, sokakta bırakılan cenaze fotoğrafı. Taybet Ana 7 gün sokakta kaldı. Çürümeye terk edildi yaşlı bir kadının cenazesi. Cenazesini almak isteyen bir çocuğu öldürüldü, bir çocuğu ayağından vuruldu. Sokağın başında keskin nişancı vardı. Ateş eden de kendine Müslüman diyordu. Ahmet Davutoğlu da kendine Müslüman diyor. Bunları yapan alçaktır, namussuzdur. Ona emir veren de yapan da namussuzdur. Terör örgütü propagandası bu ise bin defa söylüyorum.

İddianameyi yazan savcı savunuyordu. Siz bu askerleri savunuyor musunuz? Bu hadsizlere hadlerini bildirenlere de terörist diyorsunuz. Meclis’i bombaladılar ya! Siz yargılamadınız mı bunları? Şimdi de bizi aynı salona tıkmışsınız. Allah, halk, kanun katında da masumuz. Zulme uğruyoruz. Ama onurlu ve gururluyuz, teslim de olmayacağız.

(Demirtaş, Ertuğrul Özkök’ün Devlet Bahçeli ile yaptığı bir röportajı paylaştı. Demirtaş, Bahçeli’nin bu röportajda, özyönetim ilanları sonrasındaki operasyonlara ilişkin “Ben ilk gün sıkıyönetim ilan edilmesini istemiştim. Ancak daha sonra oradaki askerlerin darbe yaptıklarını öğrendim” şeklinde ifadeler kullandığını söyledi. Demirtaş, bu konuşmaların delil olduğunu ve Bahçeli’nin yanı sıra Erdoğan ve Davutoğlu ile diğer yetkili kişilerin tanık olarak dinlenmesini istedi.)

Kürt çocuğu Kürt dilinin anadili olmasını istemesin de kim istesin? Keşke Türkler çıkıp istese. Bakın size bir devlet büyüğümüzün bir demecini okuyayım. Benim de katıldığım bir demeç. Demiş ki ‘Ey Almanya! Sen benim vatandaşımın anadilini nasıl yasaklarsın? Sen nasıl Türkçeyi yasaklarsın?’ Erdoğan diyor bunları. Biz de sonraki gün çıkıp kendisinin haklı olduğunu savunmuşuz. Almanya’da bir Türkiye bölgesi yok bu arada. Ama Türkiye’de Kürdistan var, yahu Kürdistan! Ancak anadilde eğitimi bırak isim koymasını yasaklıyorsunuz. Bu da iki yüzlü siyasetin başka bir örneğiydi. Erdoğan ya da Bahçeli çıkıp anadili savunsun ben yapmayacağım. Bahçeli bizim yerimize bizim hakkımızı savunuyor deyip yapmayacağız.

Kürtçenin eğitim dili olması için yaptığımız etkinliğin üzerinden 9 yıl geçmiş, FETÖ’cü savcı hakkımızda fezleke hazırladı. Kim hakkımızda fezleke hazırlasa kurtuluyordu. Kim ki bize çok ceza verdi, bakan yardımcısı oldu, HSK’ya alındı. Bu fezlekeleri hazırlayanlar ödüllendirildi. Bakın bir konuşmada ‘Putin ile görüşmek için dört takla atıyorsunuz’ demişim. Bana cumhurbaşkanına hakaretten 3 buçuk yıl ceza verildi. Bu hakimi bana sırf ceza versin diye Mersin Mut’tan getirdiler. Bu da seçim ayarlıydı. Bu sırada Akın Gürlek de ceza verdi.

Kaynak: "Demirtaş: Türkiye'ye en uygun model demokratik özerkliktir". HDP. 3 Ocak 2024. 4 Ocak 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 4 Ocak 2024. 
Telif durumu:

4 Ocak[değiştir]

Dava büyük bir organizasyonun ürünüdür, bir devlet operasyonudur. Siyaset, sermaye, medya, bürokrasinin de dahil olduğu kesintisiz bir kumpas ile karşı karşıyayız. Bu yüzden binlerce klasörden, sayfadan oluşuyor. Bu, zaten bu kumpası görünmez kılmak için vardır. Türkiye’de son yıllarda yaşanan olaylar veya yaşanan ölümler, nerede ne varsa bu davaya dahil edilmiş, klasörü doldurulmuş ki basın da kamuoyu da içinden çıkamasın. Düşünün savcı, HDP MYK’nın attığı tweetler dışında hiçbir delil yok iken ikinci Kobanî Davasını açtı ve sulh hakimi de tutuklama yaptı. İki tweet ile kamuoyu ikna olabilir mi?

Talimat Saray’dan açık açık ve canlı yayında verildi. Savcı çıkıp şunu diyebilirdi; ‘Ya Cumhurbaşkanı siz böyle diyorsunuz da ama elimizde iki tweet var. Zaten bu tweetler ile ilgili AİHM karar verdi. 50 küsur kişi için nasıl dava açalım?’ Dedi mi? Diyemedi. Savcı bunları diyemezdi. Davayı büyütmesi gerekiyordu. MYK üyesi olmayan arkadaşlarımızı da dahil etti ve dosyayı da içinden çıkılmaz hale getirdi. KCK’den Kandil’den birçok kişi dahil edildi.

(Davanın soruşturma aşamasına işaret eden Demirtaş, bu sırada TEM’e ait olan bir notun dosyanın içinde bulunduğunu dile getirdi. Bu notun dosyada unutulduğunu ve bu şekilde dosyanın kumpas olduğunun tekrardan ortaya çıktığını söyledi.)

Bu kumpas davası ile yeni bir düzen, dizayn yaratıldı. Yeni bir küresel, bölgesel dizilim yaratıldı. Neden? Çünkü AKP tek başına iktidarı kaybetti. Bununla birlikte Türkiye yeni bir sürece evrilecekti, belki de barış olacaktı. Ancak AKP-MHP ortak olarak bunu engelledi. AKP-MHP’nin yürüttüğü siyaset sonra bölgesel ve küresel boyuta ulaştı.

(Davanın Türkiye siyaseti üzerinde de etkisinin olduğunun altını çiziyor.)

Türkiye siyaseti konumunu bu dava üzerinden yapıyor. Hesap kitap bu dava üzerinden yürüyor. Çünkü HDP, günümüz dünyasında hiç kimsenin başaramayacağı bir şey başardı. HDP’nin çizgisi sadece Türkiye’de sonuç doğurmadı. Örneğin Ortadoğu'da özgürlük arayışında bulunan herkes tarafından görüldü. Etkisi hissettirildi. Biz bir mucize yaratmadık. Sadece hakikate ışık tuttuk. Yoktan var etmedik. Onu nasıl harekete geçirebileceğimizi, örgütleyebileceğimizi gösterdik. Yeni bir şey icat etmedik. Hakikat orada duruyordu. Üstü örtülüydü. Kadın mücadelesi, ezilenlerin, halkların mücadelesi ile HDP siyasi bir hamleye dönüştürdü. Türkiye’de ülkücü ırkçılar, milliyetçi ırkçılar, İslami ırkçılar ve Atatürkçü ırkçılar yani ırkçılık düzeyinde bunları savunanlar, doğa talancıları, bütün yalancılar tehdit altındadır. Çünkü HDP geliyor. Bu anlattığım herkesin emperyalizm ile göbek bağı vardır. Bu, onları da rahatsız etti. HDP 7 Haziran siyasi başarısı ile büyük bir etki yarattı. HDP’nin gücü aldığı oyun niceliğinde değil, niteliğindedir. Kimse AKP’nin yüzde 42’sini düşünmedi, konuşmadı. Aynı zamanda CHP de tarihinde ilk defa bu derece çok oy aldı, ama kimse onları da konuşmadı. HDP yüzyıllık anlayışı tuzla buz ederek, yüzyıl sonra merkeze oynamaya başladı.

(Bütün merkez partileri ile bazı sol ve komünist geçinen siyasi partilerin de HDP’nin başarısından rahatsız olduğunu, hâlâ bu rahatsızlığı sürdürdüğünü paylaşan Demirtaş, bunların temelinde ırkçılık olduğunu söyledi.)

HDP artık tabiri caizse tiyatro perdesini açtı, oyuncular göründü, dekor göründü. Seyirciler de her şeyi gördü. İstediğiniz kadar perdeyi kapatın seyirciler hakikati gördü. Bu yüzden bu kadar üstümüze geliyorlar. Bu nedenle iki cümle ile bitmesi gereken dava, Türkiye tarihinin en kapsamlı davasına dönüştü. Bu nedenle arkadaşlarımızın, dışardaki insanların hayretle izlediği kumpaslar bu kadar aleni yapılıyor.

(Davada asıl gölgenin MHP olduğunun altını çiziyor.)

MHP’nin yaratmak istediği algı, sadece bununla sınırlı değil. Evet, hâlâ tweet atıyorlar, ama Bahçeli benim ismim üzerinden Kürtleri terörist ilan ediyor. Kavala üzerinden ise Türkleri tehdit ediyor. Demirtaş'a terörist dediğinde kaç kişiye dediğini bilmiyor mu? Biliyor. Ve bunu bilinçli bir şekilde yapıyor. Milletçi Türklere de ‘Kürtler teröristtir’ diyor. ‘Bunu aklınızdan çıkarmayın’ diyor. Sürekli kafalarına çivi çakıyor. MHP bundan ne umuyor? MHP’nin kuruluşu, varlığı ötekilerin yokluğu, karşıtlığı üzerinden gelişti. Fakat bu dava ile ilgisi nedir bugün bunu anlatacağım. Bu dosyadan 7 yıl sonra beraat çıkmayacağı için büyük ihtimalle dosyamız Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin önüne gider. Onu göreceğiz. Daire ne yapıyor? AYM’ye ‘terör destekçisi’ diyor. Söylemlerinde ‘terör söylemleri’ diyor. Büyük ihtimalle bizim dosyamızı inceleyecek. Bu daire ne diyor? Tabi yargıç ‘terör söylemidir’ diyor. Ben ise Başkan Apo, Kürdistan demişim, gerilla demişim. Vay vay bana neler yapmazlar? Bu dosyaya ilk atanan başkanı hatırlayın. Bahtiyar Çolak. Devlet Bahçeli’nin referansı ile Ata Dedeler çetesine girdi. MHP bizi karşısına aldı ve burada yargılamaya kalktı. Biz o dönemde ‘cüppelerinizi çıkarın MHP-AKP rozeti takın’ diyorduk. Devlet bize hep karşıt olduğu için devleti çok iyi tanıdık, tanıyoruz. Hatırlarsanız sizi dinlediğini söylüyorduk. Kendi memurunu da dinler. Devletin bir kanadı asla boş bırakmaz. Sana verdiği görevi yapıp yapmadığını izler.

MHP bizden ne istiyor, ona bakalım. Bir bakalım onların tavuğuna kış demiş miyiz? İsterseniz Rıza Nur ile başlayalım. İsmet İnönü’nün yanında Lozan görüşmelerine de katılan bir kişidir. Rıza Nur’a dava nedir diye sorulduğunda şöyle yanıt verir; ‘Memleketimizde başka ırkta, dinde başka adam bırakmamak en esaslı iştir.’ Hem ırkçılığı savunurken bundan övünür hem de Kemalizm'i yeterli derecede ırkçı bulmaz ve eleştirir. Kemalizm de kendini inşa ederken Sovyet sosyalizminden Alman faşizmine kadar ve İslam’a kadar meyil eder ve eklektik bir ideoloji üretir. Halis Türk yaratmak için sürekli iktidarı zorlar Nur. Kemalizm, iktidar ile bu ırkçılar arasında sürekli tatlı bir kavga vardır. Birbirlerini döver ve severler. Saf âri Türk’ü ararlar. Mesela Reha Oğuz Türkkan der ki; ‘Atatürk’ün boyunu ölçelim ve en ideal Türk budur diyelim. Bu boyda ve özelliklerde olmayan kişiler Türk değildir.’ ‘En büyük hak güçlünün’ der. Barış taraftarlığında karşıdır ve ‘savaşmayan millet ayakta kalamaz’ diyor. ‘Savaş bittiği an bir millet yıkılır’ diyor. Nihal Atsız ise altın çağını yaşayan ideologlardandır. Hem iktidar tarafından hem de kendi çevreleri tarafından eleştirilir. Ancak en çok kendisi eleştirir. Türkiye’den memnun olmadığını göstermek için soy ismini ‘Atsız’ koyuyor. Henüz bir şey olmadıklarını söyler. Türk tarih tezini beğenmez. Atsız’a göre milliyetçilik dinden üstündür. Cennet beklentisi ile mücadele edenleri sahtekar olarak görür. Kürtleri ve çingeneleri aşağılar. Tıpkı bazı savcı ve hakimlerin yaptığı gibi. Savcılar Kürt yazarken küçük yazar ama diğer milletleri yazarken büyük yazarlar. O dönemde Atsız da aynı şekilde yapar. Kürtlere yeriniz zencilerin yanıdır. Kürtleri kıyım ile tehdit eder.

(Türkeş'ten sonra MHP’nin başına Bahçeli’nin geldiğini dile getiriyor.)

Bahçeli ve Erdoğan ittifakı 15 Temmuz değildir. Nedeni darbe değildir. İttifakları 7 Haziran gecesi başlamıştır. Kürtlerin yükselmesi nedeniyle ittifak kurmuşlar. ‘Kürtlere karşı dışarda ve içerde savaşacaksan seni başkan yapacağız’ dediler. Kurdukları kumpas bu davaya kadar sirayet etti. Devletin yan gücü kullanılmaya hazır gücü olan ülkücüler kullanılmıştır. Buna çok itirazları da olmamıştır. Bütün siyasi tarihlerde ilk defa ülkücü hareket devleti ele geçirdi. Artık yedek güç değil, bizzat devletin sahipleridir. Tetikçi güç olduğu dönem geride kaldı. Artık Ergenekon, Perinçekçiler, siyasal İslamcılar ile ittifak kurup devletin üçüncü gücü olmuştur.

Yeri geldiğinde AYM’yi dinlemeyecekler yeri geldiğinde Meclis dinlenmeyecek, yasa askıya alınacak ama devlette elde edilen konum kaybedilmeyecek. Bazı muhalifler Cumhur İttifakı'nda arıza diyor ama bu yanlıştır. Cumhur İttifakı demek de yanlıştır. Devlet şu an MHP’dir. Artık devleti MHP yönetiyor. Sadece Yargıtay’a bakarak bunu görebiliriz. Bir daireyi tutup bütün herkese ayar veriyorlar. Birçok adliyede MHP’li mafyalar terör estiriyor. Yeni devlet düzeni budur. Yüzyıllık acılardan deneyimlerden sonra devleti getirdikleri, getirmek istedikleri yer burasıdır. Ancak biz direniyoruz. Bakalım ne olacak? Peki Erdoğan ve diğer AKP’liler neden ses çıkarmıyorlar? Çünkü AKP darbe ile gidiyordu. Buna karşı Ergenekon ve MHP ile uzlaştı. Erdoğan’a ‘ulusalcılar, Atatürkçüler, Fethullahçılar satacak ve darbe başarıya ulaşamayacak’ dediler. Önceden her şey hazırdır. Bu Fethullahçılar da heyecanla ‘hep birlikte darbe yapıyoruz’ dediler. Zannettiler ki Türkiye’nin her kasabasında ordu dışarı çıkmış. Ancak sadece kendileri çıktı. Satıldıklarından haberleri yok. Boğaziçi Köprüsü'nde bir tarafı tutmuşlar ancak diğer tarafı tutmakla görevlendirilenler yok. Bir kışlaya gitmişler, bir kışlaya gitmemişler. Darbe girişimcileri gerçek. Ama tuzağa düştüler. Bahçeli de daha sonra muradına erdi.

Bu dava şahsında sürdürülmek istenen şey yeni ırkçı rejimin inşası sürecidir. Muhalefet bütün bunları okumaktan aciz, her fırsatı tepen bir noktada duruyor. Seçimde ortaya çıkan fırsatlar çarçur edildi. Bunlara tekrardan altın tepside verildi. Yüzde 60-70 civarında olan muhalif kesim bir arada tutulmamıştır. Muhalefetin temel hatası Kürde Kürt, sosyaliste sosyalist diyememesidir. Açık ve şeffaf yürütülmeli her şey. Kendi hatalarınız için özür dileyip başlamanız gerekiyor. Özeleştiri veren bir tek biz olduk. Diğer partilerde koltuk değişimi dışında bir değişim olmadı. Tarihsel olarak bir değişime ihtiyaç var. Gençlerimiz bırakın tarihi, 5 yıl öncesini bilmiyorlar. Zihinleri o kadar bombardımana maruz kalıyor ki muhalefet de bunu engelleyemiyor.

'Barış olmadan bir millet yozlaşır’ diyoruz. Onlar ise savaşı esas alır. Savaşı anlatır. Evet, savaş olmazsa çürüttüğün o millet yok olur gider. Barış bunu yok eder. Bu nedenle barış dediğimiz her şey suç oluyor. Her halde savcı da ‘Savaşan millet ayakta kalır’ diyor. 'Bunlar barış diyorsa demek ki millet düşmanı' diyordur. Bunlar anlaşılmadan olmaz. Bu, sistematik bir mücadele gerektiriyor. Sosyal medyanın da olduğu, mitingin, panelin, her şeyin iç içe olduğu şekilde direneceksin. Türklere de Kürtlere de bunu anlatmak zorundasınız. Türklere kimin tarafından rehin alındıkları anlatılmalı. Kürtler Dersim’den Maraş’tan, Roboskî'den biliyor. Biz bunu anlatmalıyız. Başka bir seçeneğimiz yok. Ya bu milletler birbirini kıyımdan geçirecek. Bunu anlatmamız lazım. Anlatmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Gerçeklik hiçbir zaman göründüğü gibi değildir. Doğada da siyasette de her yerde bu böyledir. Doğru şekilde görebilmenin yolu bakmak değildir. Doğru hafıza ve bilgiler ile bakabilmektir. Aksi takdirde elmanın kırmızı rengini tam göremezsin. Başka bir göz tarafından öyle bir kırmızı şekilde görünüyor ki sen hayatın boyunca o rengi göremezsin. Çünkü beynin o rengi görecek kadar bilgi ile donatılmamıştır. Bizim gördüğümüz kırmızı ile ırkçının bir elmada gördüğü kırmızı aynı değildir. Çünkü biz insanı değerleri anlamaya çalışıyoruz ve bakış açımız farklıdır. Her şey aynı şeyi görür diye düşünürüz. Gerçeklik hiçbir zaman böyle değildir. Her birey kendi dünyasında özgündür, eylemi de farklıdır. Her insan kadar hayatın anlamı vardır. Hiçbir zaman hayatımızın anlamı da birebir değildir. Ona biçtiğimiz anlam kafamızdaki bilgiler kadardır. Biz suçlu değiliz, haklıyız. Haklılar er ya da geç kazanır.

(Davanın kumpas sonucu açıldığını ortaya çıkardıklarını dile getiriyor.)

Türkiye’de bağımsız, tarafsız yargı olsaydı bu kumpaslar zaten olmazdı. Halkımıza borcumuz olduğu için şu an savunma yapıyoruz. Yoksa yargıya inandığımız, güvendiğimiz için yapmıyoruz. 3-4 yıldır delil bulmak için her tarafa yazı yazıyorsunuz, ama bir şey bulamıyorsunuz. Bulabildiğiniz en güçlü deliller de cezadan kaçmak için bulduğunuz gizli açık tanıklar. Bir tane gizli tanığı biz yok iken dinlediniz. Niye yaptığınızı bilmiyorum ama ayrı bir usul uyguladınız. Çünkü bu iftiracılar çıkıp ‘biz pazarlık sonucu iftira attık’ deseler siz ‘hayır yalan söylüyorsunuz’ dersiniz.

Savcı itirafçılar için ihale açtı. İlk başta kimse ihaleye girmedi. Sonra, ‘Ya hiç mi ihaleyi alan yok? Alan olursa kurtulacak’ dediler. Herhalde hemen ertesinde ikinci kez ihaleyi açtılar. Dava için uygun birkaç itirafçı buldular. Sonra tanıklardan iki tanesinin, Merdan Rüştü Ovalıoğlu ve Kerem Gökalp’ın daha önce aynı cezaevinde birlikte kaldıkları ortaya çıktı. Merdan, ifadeye rağmen bırakılmadı. Bu kişilere muhtemelen serbest bırakılmak vaadinde bulunuldu. Avukatlarımız bu beyanlar karşısında bir ödül alıp almadıklarını, yani serbest bırakılıp bırakılmadıklarını sordu. Ancak mahkeme bunu araştırmadı. Gizli tanığı gizli dinledi. Dosyada başka delil var mı? Yok! Geri kalan her şey polis, asker ve bulabildiğiniz ne kadar müşteki varsa almaya çalıştığınız beyanları var.

Çok ilginç bir durum var. Son mahkeme tutanağına baktım da dosyamızın delil açısından o kadar zayıf olduğunu düşünmüş olmalısınız ki tutukluluk gerekçelerinin birinde bir yerel mahkemede savunma yapan bir avukatın ifadelerini koymuşsunuz. Muhtemelen avukat müvekkilinin örgüt çağrısı ile hareket etmediğini ispatlamak için gayri ihtiyari ‘örgüt çağrısı ile değil, Demirtaş'ın HDP’nin çağrısı ile sokağa çıkmıştır’ diyor. Dolayısıyla avukat beraatını istiyor. Şimdi siz bu kısmı almışsınız ve tutuklama gerekçesiyle içine koymuşsunuz. Bulduğunuz her delil kıymetlidir fakat şunu bir yere yazın ki ben de bileyim; bu insanların hangi çağrım ile çıktığını yazın. En azından bilelim. Bu gençler hangi çağrım ile çıkmıştır bilelim. Yazamıyorsunuz çünkü yok.

Devlet ‘ben buna düşman diyorsam düşmandır’ diyor. Verilen mesajın genlerinde, kodlarında bu vardır. Bu mesaj, toplum tarafından çok net alınır. Bütün katmanlarda eğitim durumlarına bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşını eğitim ve askerlik yoluyla eğitmiştir. Askere alınan her genç burada eğitilir. Hem teorik olarak hem de fiilen anlatılır ve insanlar hizaya çekilir. Bir askerlik anısı olarak değil, dava ile doğrudan ilgili olduğu için anlatıyorum. Askerliğimin bitmesine yakın benimle yaşıt bir komutan, topladı herkesi bir çember şeklinde. Ortasında bir sandalyede oturuyor. O zaman İHD Diyarbakır Şube Başkanıydım. Selam verdikten sonra 15 dk rahat demeden bekletti ve ‘Bak burada olduğun sürede anlamışsındır. Ben daha önce Batman’da görev yapıyordum. 90’lı dönemlerde… Bilirsin. Umarım buradan çıktığında akıllanırsın’ şeklinde cümleler kurdu. Ben cevap olarak 'Sen de benim adımı çok duyacaksın dedim. Adım Selahattin Demirtaş dedim. Neye uğradığını şaşırdı. Bir şey de demedi. Fakat askerlerin temel mantığını bana anlatmış oldu. Kendince bana ‘Türk’ün gücünü gösteririz’ dedi. Şu anda bu davayı takip ediyorsa büyük ihtimalle bunları da hatırlar. Bir yıl sonra milletvekili oldum. Kendi ismimi de unutmadım ve bu tarihten beri siyasetteyim. Bizi yok etmek istiyorlar. Resmi ideoloji ile beyinler iğdiş edilmiş. Ahlaken, ideolojik olarak çökertilmişler. Bu toplumun rehabilite edilmesi lazım. Bunun yolu da barıştır. Bu travmalardan çıkması yıllar sürer. Okullarda tarih, bilim diye anlatılan safsatalar yerine alternatif okumaların yayılması lazım. Kobanî meselesi de böyledir. ‘Savaş olmadan bir millet var olmaz’ diyen bir zihniyet yargıyı yönetiyor. Barış onun için tehlikedir. Ne zaman barış desek bu mermer duvara çarpıp geri dönüyor. Türk toplumunun geneli bunu bilmez. En demokratı ‘bizim de kapıcımız Kürt’ der. Kendini bu şekilde savunur. 'Bizim Kürt gelinimiz damadımız var’ der. ‘Bizim de Kürt arkadaşımız var’ der. Bu kadar tanıyor. Tanımak için çaba da sarf etmiyor. Hakimler, savcılar Kürtleri bilmiyor, tanımıyor. Ülkenin bir parçası olan Kürdistan bölgesi hala sürgün bölgesidir. Devlet dairelerinde birbirini tehdit edenler ‘Seni Antalya'ya sürerim’ diyorlar mı? ‘Seni Çukurca’ya Hakkari’ye sürerim’ diyor. Hiç ‘Datça’ya Bodrum’a seni sürerim’ diyeni duydunuz mu? Ama Kürdistan ötekidir. Başka bir yerdir, bunu bilirler. Sürgün edilenler de ağlayarak giderler. Sonra hakikati gördükten sonra dönmek istemezler. Ama dönünce de ağlayarak dönerler. Kürt gerçekliğinden bu kadar uzaktır Türk toplumu. Aynı zamanda Türk aydını halkını, toplumu tanımaz. Türkiye'deki Kürtleri, yargılayanlar genelde bilmez.

Tarihsel açıdan da bizi yargılamaya hakkınız yok. Neden bize haksızlık yapılıyor, onu netleştirmeye çalışıyoruz. Kürtlerin gönlü barış, kardeşlik için atar. Kürdistan ana vatanıdır ve bunu gönlünden çıkaramaz, ana vatanını çıkarıp atamaz. Kürdistan dediğimiz de Hakkari’den Şırnak'tan ibaret değildir. Yok etmeye çalıştığınız da yok olmuyor. Kürtleri ve Kürdistan’ı inkâr insanı, insanlığı inkârdır. Kürt milletinin bir tarihi vardır. Bu inkârı kabul edersek onursuz oluruz. Bunu inkâr eden birisinin riyakâr olduğunu çok iyi bilirsiniz. Başka birinin kimliğini inkâr eden biriyle karşılaşsak kendimizden utanıyoruz. Bir siyahi, siyahiliğinden utanırsa beyaz olmak isterse biz üzülüyoruz. Utanç duyuyoruz. Bize Kürtlere bu dayatılıyor. Köle lazım size! Hayır, biz özgür insanlarız, bizim millî marşımız var. Kaç Türk bunu biliyor?

Irkçı, faşizan hezeyanlara nasıl boyun eğebiliriz? Nasıl biz bunlara ‘Evet doğrudur, bunların hepsi hakikattir’ diyebiliriz. Neredeyse 200 yıldır Kürtler buna itiraz ediyor. Yazı, şiirle, silahla ve siyasetle itiraz ediyor. Kullandıkları her yöntem ‘terörist’ olarak kabul ediliyor. Musa Anter bir şiir yazdı diye, Kımıl şiiri nedeniyle yargılandı. 49’lar Davası'nı bu Kımıl şiiri tetikledi. Şiirden dolayı terörist oldu. Türkiye Kürtleri ifadesi yargılamalara neden oldu. Tarih karşısında kim suçlu olabilir? En büyük coğrafyacılar, harita mühendisleri Allah billah aşkına gitsinler Cizre’den, Silopi’den, şöyle Şırnak ve Hakkari’den Cudi ve Gabar üzerinden şöyle Şemzinan’a kadar bir haritayı bize bir anlatsınlar. Nasıl çizildi bu haritayı bir anlatsınlar. Bu harita nasıl çizildi de Kürdistan’ın hepsi diğer tarafta kaldı. Orası resmen Kürdistan. Irak Anayasası'nda Kürdistan yazıyor. İran Anayasası’nda Kürdistan eyaleti yazıyor. Rojava resmen değil. Ama Rojava Kürtçe dilinde batıdır. Peki dünyanın hangi usta haritacıları bu kadar iyi, mükemmel çizdiler de Kürdistan'ın bir böceği bile Türkiye’de kalmadı da hepsi öbür tarafta kaldı? Bir metre bile Kürdistan yok mu ya burada? Bir metre varsa biz o bir metreyi savunalım. Biz o bir metreye Kürdistan diyelim. Bir ağacımız bile yok mu? Bir meşe ağacımız da mı yok Türkiye sınırları içinde?”

(Kobanî’nin Kürt kenti olduğunu belirtiyor.)

Kobanî de Kürdistan’ın bir kasabasıdır. Sınırın öbür tarafında kaldığı için kimse düşman göremez. Vatandaşı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti de diyemez! Orada IŞİD barbarlarınca katliam yapılmasına izin veremeyiz ki yakın zamanda kısa süre önce Şengal’de, Musul’da çok açık trajediler yaşandı. Buradan baktığımızda siz başka bir şey görebiliyor olabilirsiniz ama biz kardeşlerimizi görüyoruz. Kardeşlerimiz tehlike altındayken biz burada davul zurna çalıp keyif yapamayız. IŞİD’in saldırılarına karşı dünyayı duyarlı kılmamız lazım. Tehdit olarak görülen budur. Korkulan budur. Ortalama bir Türk şunu sormaz; ‘Kobanî bir Kürt şehri ise tam bitimindeki Suruç nedir?' Türkiye’de birçok insan Rojava’ya IŞİD’in saldırısı ile orada Kürtlerin yaşadığını öğrendi. Tarihte yok, eğitim kitaplarında yok. Onu da unutturmak için Ayn-el Arap diyorlar. Tarihi bir kasaba değil ki orası. Kobanî ismi de bir şirket isminden geliyor. Orada bir İngiliz şirketi petrol arıyor, Kürtler ona Kobanî diyor. Orası Ayn-el Arap olsa ne olur, Ayn-el Türk olsa ne olur? Aynı duyguyu Bakü için hissettiniz mi? ‘Ermenistan haydut devlet. Sahada da yanınızdayız’ diye onlarca manşet haber var. Peki bin yıllık kardeşlerimiz Kobanî için niye atmazlar? Azerbaycan Türkleri için İHA SİHA gönderen Türkiye, Kobanî için tweet atmış olan bizleri niçin katil, terörist ilan eder?

Asıl olan yurttaşlık ise askerliğimi yaptım, vergimizi de tıkır tıkır veriyoruz. Herkesten çok veriyoruz. Şirketlerden bile çok veriyoruz, vergi kaçırmıyoruz da. Türk milliyetçilerden bile çok vergi veriyoruz. Peki niye halkımın yaşadığı bir parçada IŞİD katliam yaparken vergi verdiğim devlet, Azerbaycan’a gösterdiği ilginin milyonda birini göstermiyor? Günlerdir onun nedenini anlatıyorum. Türk ırkçı hezeyanlarından başka bir şey değildir. Bana Azerbaycanlılar ile nasıl tek millet iki devlet olduğumuzu izah eden her Türk’e, şapka çıkarırım? Ama Anayasa’ya göre izah edecek. Ve nasıl Kürdistan Federal Bölgesi ile Kobanî ile tek millet iki devlet olamadığımızı da izah etmesini isterim. Madem, Anayasa’ya göre vatandaş olan herkes Türk’tür, madem sadece bunlara Türk deniliyor o zaman vatandaş olmayanlar Türk değildir. Azeriler de Almanya’daki Türkler de Türk değildir. Biri vatandaşlıktan çıktı mı, Türk olmaktan da çıkıyor. Anayasa öyle diyor. Azerbaycan’daki Türkler kardeşimiz ise Kobanî’deki Kürtler niye kardeşimiz değil? Biz o dönemde Türkiye için tarihi bir fırsat olduğunu söyledik. Yüzyılı aşkındır Kürt halkının duyguları kırıldı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğru yaklaşmadı, ama ‘bu tarihi bir fırsattır’ dedik. ‘Türkiye Kobanî’ye yardım etse bu bambaşka bir şey olur’ diyorduk. ‘Türkiye yardım etsin, Kobanî düşse bile sonuçları itibariyle ağır bir travma oluşmaz’ demiştim. Silah göndermesine bile gerek yok. Silahlı müdahaleye bile gerek yok ya! İçinin yandığını hissetsin yeterliydi. Fakat ne yapıyorlardı? IŞİD’i izleyen Kürtlere gaz attı bu devlet! ‘Destek gösterisi bile yapamazsınız’ diyordu. Devlet içindeki kimi yetkililer, yardım edilmesi taraftarıydı. En nihayetinde tarihi bir fırsat heba edildi ve oradan korkunç bir kırılma çıktı. Hala toparlanamıyor. Çünkü hala ismine Kobanî Davası denilen dava adı altında Kürtlerin temsilcileri, siyasetçileri yargılanıyor.

Bakın AKP’li Kürtler, avukatlar ile bana haber gönderiyorlar; ‘Savunmasını saygı ile karşılıyoruz, duruşu önünde saygı ile eğiliyoruz’ diyorlar. Bu kırılmayı yaratan bizler değiliz. Bu politikaları üretenlerdir. Türk aydınına düşen, buna şaşırmak değildir. Bunu anlamak, anlatmaktır. Türk aydını Kemalist, sosyalist, muhafazakâr olabilir. Ama bu ülkede bir Kürt milleti var, biz yüzyıldır görmezden gelindik. Ama bunu insanlığa sığmaz deyip anlatmaları lazım. Biz bunları mahkemelerde anlatıyoruz. Başka türlü sorun çözülmüyor. Nerede olursa siyasi parti taraftarları birlikteliği savunmalıdır. Kürtler birliği sağladıkça barış ve çözüm gelir. Kürtlerin birbiriyle cebelleşmesi Kürtler’e ancak zarar verir. Kürt ve Türk aydınının birlik oluşturması çözümü yaratır. Dolayısıyla bu savunmalarda anlatmak istediğimiz, verdiğimiz mesaj budur. Biz burada bu bedelleri çözüm uğruna ödüyoruz. Çözüm için en büyük desteği biz verdik, veriyoruz. Hapiste de olsak veririz. Sadece hakikati üretmek için yalanlardan ibaret bir davayla karşı karşıyayız.

Burada gördüğünüz dürüst siyasetçilerdir. Siyaset yapıyorlar, yapacağız. Bizim işimiz budur. Aksi takdirde ahlaksızlık olur. Benim abim dağda. Biliniyor. Siyaset yaptırmadılar, dağa gitti. Benim annem oğlunu sağ istiyor. Kim ne derse desin. Eğer bir siyasetçi abime bel bağlayarak maaş alıyorsa kusura bakmasın annem sağ istiyor. Ölümlere bel bağlayarak siyaset yapamazsınız. Bakın ‘şehitler tepesi daha çok şehit görecek’ diyorlar. Kin ile beslenenler vatansever, milliyetçi biz terörist! Siyasete inancını kaybedenler dağa gidiyor. Buna sebep olanlar da sizsiniz. Dağa biz göndermiyoruz, gönderenler belli. Abimi, dağa ben göndermedim, PKK de göndermedi, devlet gönderdi. Atmadıkları iftira kalmadı. Ben abimin dağdan gelmesini istiyorum. Siz ise ‘teslim olun’ çağrısı yapmamızı istiyorsunuz. Buyurun, siz yapın. Yıllardır yapıyorsunuz. Biz çözüm olsun istiyoruz. Dağda karakol da olmasın. Önerdiğimiz bütün çözüm süreçleri buna işaret ediyor. Demokratik özerklik de böyledir. Biz bunu büyütmeye çalıştıkça devlet dağa gitmeyi büyütüyor.

Bizim burada 7 yıldır suçsuz yere yargılandığımızı görenler hiç mi etkilenmiyor? Çözüm önerimiz açık, aleni. Bir masa etrafında oturup konuşalım. Biz nerede yanlış yaptık, nasıl telafi edebiliriz, bunları oturup konuşmamız lazım. Kimin ile konuşacağı soruluyorsa, bu son derece gereksizdir. Kürtlerin temsilcileri vardır. Koskoca bir halkın sorunlarını temsilcileri ile nasıl konuşmazsınız? Biz bu yüzden Abdullah Öcalan diyoruz. Bu, devleti küçültmez; büyütür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yanlış bina üzerine inşa edilmiş. Temel yanlış. Devasa bir bina koydun mu, biri çıkıp ‘Kürdüm’ deyince o temel sallanıyor. Kürdüz demesek onurumuzdan oluyoruz. Kürdüz deyince ‘terörist’ oluyoruz. O yüzden temeli değiştirmek lazım. Bundan korkmamak lazım. Devletin bunu düzeltmesinden korkmaması lazım. Bunu düzelttikten sonra herkese yetecek kadar evimiz olur. Binada herkes özgürce yaşayabilir. Kendi uydurduğumuz yalanın üzerine bir bina inşa edilmiş. Yüzyıldır sallanıyor. Balkonlardan düşenler oluyor. Yıkıldı yıkılacak. Dönüp dolaşıp binayı sallayana cop vuruyorsunuz, işkence ediyorsunuz. Ancak çıkıp yapacak şey, Alevileri, Kürtleri tanımaktır. Yoksa ne olur? Bilmiyorum. Bunu çıkıp Naci Görür’e sorun. O deprem uzmanı ben değilim. Bir sorun bakalım iki kolon üzerine inşa edilen bir bina depremde yıkılır mı yıkılmaz mı?

Çağrımız şudur; bu bedelleri çözüm için ödedik. Türkiye’nin ana akımında yer alan bu ülkenin Alevileri, sosyalistleri, Kemalistleri, Kürtleri, muhafazakarları ve ayrı bir başlık olarak kadınları bir araya gelmelidirler. Seçim ittifakı gibi kısır ittifaklardan bağımsız bir şekilde nereden geldik, nereye gidiyoruz üzerine tartışıp bir yol haritası çıkarabilirler. Abdullah Öcalan da buradan çıkacak sonucu dikkate alır. Bu iş kalıcı barışa kadar gider. Onun da sürece katılma süreci gelişir. Türkiye’nin bütün farklı kesimleri bir masa etrafında bir araya gelip kendi hakikatini masaya dökmeli. Ortak akılla nasıl ortak yol haritası çıkarabilirizi birkaç gün tartışsınlar. Niye Hakkari Çukurca’daki 20-25 yaşındaki gençlere yüklüyorsunuz? Niye abime yüklüyorsunuz? Aydının işi, siyasetin işi silaha dayanmak değildir, işi çözüm üretmektir.

Bu bir fedakârlık da değildir. İnsani, hassasiyetli bir tutum olur. Umarım bu dava vesilesiyle ortaya koymaya çalıştığımız duruşumuz bu zahmetli günlerinde herkesin bir kez daha durup düşünmesine vesile olur, tecrit ile zulüm ile bu iş yürümüyor. Pazartesi son kez konuşacağım. Belki yıllarca konuşmayacağız. Emin olun bize milyon yıl ceza da verseniz bu hakikatlerde bir değişiklik olmayacaktır. Bütün bu hakikatler sosyolojik hakikatlerdir. Dediğimiz gibi biz savunmamızı size değil halka yapıyoruz. Zaten muhatabı da siz değilsiniz. Madem biz cezayı çektik, bu dava yeni bir birlikteliğe vesile olsun. Ben kimseye kin beslemiyorum. Çözüm adına bu bedeli ödedim. Kişisel öfke duymuyorum ve bu şekilde hareket edip halkımın kaderi ile oynamayın. Bu seçim arifesinde birkaç belediye pazarlığına indirgenmemeli. Bu mücadeleyi birkaç belediye için yapmıyoruz. Çıkacaksa bir şey, onurlu bir barış çıkmalı.”

Kaynak: "Demirtaş: Kardeşlerimiz tehlike altındayken biz burada keyif yapamayız". HDP. 4 Ocak 2024. 4 Ocak 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 4 Ocak 2024. 
Telif durumu: