Sayfa:Türkiye'de Çin Algısı, 1923-1971.pdf/5

Vikikaynak, özgür kütüphane
Bu sayfa istinsah edilmedi

26

Cappadocia Journal of Area Studies (CJAS) 2021, vol. 3, no. 1

edildiği incelenecek ve Türkiye’nin dış politikada sahip olduğu Batılılaşma ve statükoculuk eğilimlerinin, modernleşmeci bir yaklaşım çerçevesinde işlediği, dolayısıyla Çin’e yönelik algının da söz konusu genel çerçeve dahilinde biçimlendiği sonucu açıklanmaya çalışılacaktır. Çalışmada, arşiv belgeleri birincil kaynak olarak kullanılacaktır. Çalışmanın amacı doğrultusunda Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dış politikasına ilişkin kuramsal eserler ile tanıklıklara ise gerek çalışmanın çerçevesinin kurulması gerekse ilgili bölümlerin detaylandırılması amacıyla başvurulacaktır. Geç 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl Osmanlı döneminde Çin algısı ve Çin ile ilişkiler Türkiye Cumhuriyeti resmi otoritelerinin sahip olduğu Çin algısının anlaşılabilmesi için, 19. yüzyılın ikinci yarısı ve yüzyıl dönümünde Osmanlı aydınları ve idarecilerinin Çin’e bakışını anlamak önem arz etmektedir. Cumhuriyet dönemi resmi otoritelerinin sahip olduğu bütünlüklü ve yekpare bir Çin algısından söz etmenin isabetli bir yaklaşım olmayacağı; söz konusu algının uluslararası konjonktürdeki değişimlere duyarlı şekilde farklılaşabildiği ifade edilmelidir. Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunun büyük oranda Osmanlı askeri ve sivil bürokrasisine mensup kişilerden oluştuğu dikkate alındığında Osmanlı döneminden devralınan ilişkiler ve yaklaşımların söz konusu algıya etkide bulunduğu ileri sürülebilecektir. Dolayısıyla bu bölümde, söz konusu dönemin temel olayları ve düşünceleri çerçevesinde Osmanlı idareci ve aydınlarının nasıl bir Çin algısına sahip olduğu, bu algıyı belirleyen etmenler ve iki ülke arasındaki temas noktalarının izi sürülecektir. Dört bin yıldan uzun bir geçmişe sahip olan medeniyeti ile Çin, tarihi boyunca sahip olduğu kültürel zenginlik ve askeri gücün yanı sıra iktisadi olarak da dünyanın çeşitli bölgeleri ile kurduğu ticaret yolları dolayımıyla önemli bir güç olagelmiştir. Fakat, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında, yabancı ülkelerin nüfuzunun fazlasıyla arttığı ve iktisadi bakımdan da Avrupalı ülkelere bağımlı hale getirilmiş bir ülke konumuna gelmiştir. Andre Gunder Frank, küresel ekonominin, yeni ve Batı menşeili bir sistem olmayıp çok eski ve merkezinde Doğu’nun yer aldığı bir sistem olduğu savını detaylarıyla açıklarken Fernand Braudel’in “Longue durée” kavramı temelindeki döngüsel tarih anlayışına ve Kondratiev döngülere atıfla 1800’den önceki dönemde bu ekonominin merkezinin Çin olduğunu belirtmektedir (Frank 2010). Dahası, 1776 tarihli bir metninde dünyanın o zamana kadar gördüğü en zengin ülkelerin Çin, Mısır ve Hindistan olduğunu ifade eden Adam Smith’e (Frank 2010, 40) ilaveten, yalnız Çin ya da Hindistan değil, Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları ile Japonya’nın da 15. yüzyıldan 19. yüzyıla değin söz konusu küresel ekonomide önemli yer tutmakta olduğunu ileri süren Frank, yine Adam Smith’in analizinden hareketle,