— Soyun, sopun?
— Onlar dahi hep yoksul!
Ah efendi, bize karşı İstanbul
Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?
Taşraların hayvanlık mı nasibi?
Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın.
Onun için doğdun ki sen, kadınlığın hakkıyle
Ocağının karşısında saadete eresin;
Göğüsünü kabarttıran anneliğin aşkıyla
Evlâdına sütün gibi pak duygular veresin.
Sen bir aziz yoldaşsın:
Senin sesin hayat için dövüşmeye koşturur,
Senin sevgin vatan için fedakârlık öğretir.
Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur;
Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir.
Lâkin bizler bu hakları unuttuk.
Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk.
Ninen gibi sana dahi hor baktık;
Seni dahi garip, yoksul bıraktık!...
Evet, seni genç kocandan uzun yıllar ayırdık;
Sen zavallı, duvağına doymadığın bir günde
Bir ihtiyar kadın gibi haykırarak saç yoldun;
Birçok parlak dileklerle dolu olan gönlünde
Bir muradın ülkelerini göremeden dul oldun.
Günden güne bir kırık
Ağaç gibi içlenerek, yaprak gibi solarak
Tırtıl üşmüş dallar gibi kurumaya yüz tuttun;
Kadınlığın duygusunu genç bağrında uyuttun
Ve dedin ki: «Artık bana ne bir bahar, ne şafak!»