bir yazı dikkatimi çekti. Bu, “Dekolman Ameliyatında Bir İki Yenilik” adlı bir makale idi. Şöyle bir dikkatlice okumaya başladım. Anlayabildiğime göre, birtakım teknik şeylerden, ameliyat şeklinde yapılması gereken bazı değişikliklerden bahsediyor, mesela: “Göze önce falan noktadan değil de, filan noktadan girmeli. Falanca tabakayı kaldırmak için şu numaralı pensi değil de, bu numaralı pensi kullanmalı” diyordu.
Dergiyi elime alıp gülümseyerek doktorlara yaklaştım:
“Bakın beyler” dedim. “Burda bir makale var, belki sizi alakadar eder.”
Hemen mecmuayı elimden aldılar, başlarını bir araya toplayıp yazıyı söktürmeye çalıştılar. Üçer beşer aylık seyahatleri sırasında öğrendikleri Almanca ile bu yazıyı anlayamadılarsa da, mahiyeti hakkında bir fikir edinmiş ve ehemmiyetine hükmetmiş olacaklar ki, içlerinden biri bana dönüp:
“Haydi, bu akşama kadar şunu bize tercüme et!” dedi.
“Çalışırım, ama iki yüz liranızı alırım.”
Bu çeşit yazıların en kabadayısını bana haydi haydi beş liraya çevirtmeye alışmış olan bir doktor, şaka mı ediyorum diye yüzüme baktı. Ciddi olduğumu anlayınca:
“Budala mısın be!” dedi.
“Hakkın var, şimdiye kadar çok budalalık ettim. Müsaade buyurun da böyle sıkışık olduğunuz bir zamanda acısını çıkarayım.”
Sonra pazarlığı kızıştırmak ister gibi, mecmuayı elime alıp onlara makaleden bazı parçalar okudum. Üstünkörü manalarını söyledim, “Yarın ameliyata gireceksiniz, bunları bilmeniz herhalde faydalı olur!” dedim. Benimle bu mesele üzerinde daha fazla konuşmaya lüzum bile görmeden tekrar dördü beşi birden yazının üstüne eğildiler. Birbirlerine yardım ede ede okuyup bir şeyler anlamaya çalıştılar. Fakat ben o hain tebessümümle, her çıkardıkları mananın yanlış ve ters olduğunu kendilerine izah edince, tekrar pazarlığa giriştiler. Hastane sahibi olan akrabamın da doktorlardan yana müdahalesi sonunda, bu makaleyi yüz lira mukabilinde akşama kadar tercüme etmeye razı oldum. Elli lirasını peşin aldım, yukarı kattaki odama çıktığım gibi, işe koyuldum.