“Bir şey var mı?”
“Görünmüyor!”
“Günbatısı karanlık, bir imbat çıkacak gibi!”
“Zannetmem... Bugünlerde lodos beklenir!”
“Olsun da, ne olursa olsun!”
“Ya adamakıllı kötü bir deniz yaparsa?”
“Eh, kısmette ne yazılı ise o olur!”
“Hadi hayırlısı!”
Üçüncü gün, ikindi vakti cenup tarafı karardı. Çarkçıbaşı yine üst güvertedeydi. Hemen kaptanın yanma koştu:
“Hele şükür, lodos geliyor... Allah vere de fazla sert olmasa!” dedi. Bunları söylerken gülümsüyor, yüzünün kalın derisi, kısa kesilmiş kır saçlarının dibine kadar kırışıyordu. Yarım saat kadar sonra, deniz oynamaya, ılık, fakat şiddetli bir rüzgâr direklerde ıslık çalmaya başladı. Geminin iskele tarafına vuran dalgalar yükselip güverte yolcularını ıslatıyordu. Ellerinde yastıkları, kilimleri, sepetleri, bavulları ile kuytu bir yer bulmaya uğraşan kalabalık, şuraya buraya koşuyordu. Bütün aralıklar ve ambarlar portakal sandıklarıyla dolduğu için yolcuların üstü örtülü bir yer bulabilmeleri pek zordu. Herkes, rüzgârdan, dalgalardan korunabilmek için aksi tarafa yığılıyor, bu yüzden gemi daha çok sancağa yatıyordu. Ortalık adamakıllı karanlıktı. Bir köşede kusan kadınlar, ağlayan çocuklar vardı. Kamara yolcuları da, yemeklerini sofrada bırakmışlar, köşelerine çekilmişlerdi. Ara sıra koridorlarda iki tarafa tutuna tutuna sarhoş gibi yürüyen dağınık saçlı kadınlar görülüyordu.
Çarkçıbaşı ile ikinci kaptan, birinci mevki salonuna gelmişler, yolculara telaşla tavsiyelerde bulunuyorlar, güya kendi kendilerine söyleniyorlarmış gibi:
“Vaziyet fena... Ne halt edeceğiz bilmem... Gemi gemi değil ki!.. Yük de fazla... Hep havaleli şeyler...” diyerek adeta panik havası yaratıyorlardı.
İkinci kaptan bir aralık:
“Çarkçı Bey!.. Avarya* yapmazsak, vaziyet tehlikeli galiba!” dedi. Çarkçıbaşı:
“Vallahi bilmem, kaptan... Ama bizim makine dairesinde
* Avarya, “deniz zararı” demektir. Burada “gemiden denize mal atmak” anlamında.