ri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rasgeldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatiyle öteye geçiveriyoruz?
Uzun zaman uyuyamadım. Raif Efendi beyaz örtülü yatağında, kızlarının genç vücutlariyle karısının yorgun uzuvlarından odaya yayılan havayı koklıyarak, ateşler içinde yatıyordu. Gözleri kapalıydı ve ruhu kimbilir nerelerde, nerelerde dolaşıyordu?...
Bu sefer Raif Efendinin hastalığı biraz uzunca sürdü. Her zamanki gibi basit bir soğukalgınlığına benzemiyordu. Nurettin Beyin getirdiği ihtiyar doktor, hardal lapası tavsiye etti ve öksürük ilâcı yazdı. Ben iki üç akşamda bir uğruyor ve her defasında onu biraz daha çökmüş buluyordum. Fakat kendisi fazla telâş etmiyor ve hastalığına ehemmiyet vermez görünüyordu. Belki de ev halkını telâşlandırmaktan çekiniyordu. Mihriye Hanımla Neclânın halleri hakikaten insana endişe verecek gibiydi. Senelerdenberi iş yapmaktan düşünmeyi bile unutmuşa benziyen kadın, büyük bir şaşkınlık içinde hastanın odasına girip çıkıyor, arkasına hardal lâpası korken elinden havluları veya tabağı düşürüyor, içerde veya dışarda daima bir şey unutuyor ve hiç durmadan aranıyordu. Çıplak ayaklarında eğrilmiş topuksuz terlikler ile dört tarafa koştuğunu hâlâ görüyor, ve her rasgeldikleri insana imdat ister gibi takılıp kalan bakışlarını hâlâ üzerimde hissediyorum. Neclâ annesi kadar kendini kaybetmiş olmamakla beraber, büyük bir üzüntü içindeydi. Son günlerde mektebe gitmiyor ve babasını bekliyordu. Akşam üzerleri hastayı yoklamıya geldiğim zaman kızarmış ve
şişmiş gözlerinden onun biraz evvel ağlamış olduğunu farkediyordum. Fakat bütün bunlar Raif Efendiyi daha