Sesinde bir sıcaklık vardı. İçimden geçenleri sezmişe benziyordu.
Hakikaten Raif Efendiyle aramızda bugünden sonra bir yakınlık hâsıl oldu. Onun bana karşı olan muamelesinin değiştiğini pek söyliyemiyeceğim. Hele benimle samimî olduğunu, bana içini açtığını iddia etmek aklımdan bile geçmez. O hep ayni kapalı, sessiz insan olarak kaldı. Gerçi bazı akşamlar daireden beraber çıkarak evine kadar yürür, hattâ bazan içeri de birlikte girerek, kırmızı mobilyalı misafir odasında birer kahve içerdik. Fakat bu esnada ya hiç konuşmaz yahut da havadan sudan, Ankaranın pahalılığından, İsmetpaşa mahallesindeki kaldırımların bozukluğundan bahsederdik. Evine, çoluk çocuğuna dair bir şey söylediği nadirdi. Arasıra: «Bizim kız riyaziyeden gene kırık numara almış!» der, sonra hemen lâfı değiştirirdi. Ben de bu hususta bir şey sormaktan çekiniyordum. Kendisini ilk ziyaret ettiğim akşam karşılaştığım aile efradı, üzerimde pek iyi bir tesir bırakmamıştı.
Hastanın yanından çıkıp holden geçerken, ortadaki büyük masanın etrafına dizilmiş gördüğüm iki delikanlı ile on beş, on altı yaşlarında bir genç kız, birbirlerine sokularak, benim arkamı dönmemi beklemeden fısıldaşıp gülmiye başlamışlardı. Gülünecek bir tarafım olmadığını biliyordum. Fakat bunlar da, o yaşlardaki her kof insan gibi, ilk rasladığının suratına gülmeği bir nevi üstünlük alâmeti sayanlardandı. Küçük Nurten bile ablasına ve dayılarına uymak için çırpınıyordu. Sonradan bu eve her gidişimde ayni şeyi gördüm. Ben de henüz gençdim, yirmi beş yaşımı doldurmamıştım, fakat birtakım genç insanlarda gördüğüm bu garip itiyat: Tanımadıkları, ilk defa gördükleri bir insanı pek tuhaf bir şey telâkki etmek merakı, hayretimi uyandırıyordu. Raif Efendinin vaziyetinin de pek