Maria’nın halinde tuhaf bir telâş, âdeta bir rahatsızlık vardı. Gazeteleri bir kenara bırakarak, yanına gidip oturdum ve elimi alnına koydum:
«Bugün nasılsın?»
«İyiyim... Çok iyiyim...»
Hiçbir hareket yapmadığı halde, elimi yüzünden çekmemi istemediğini anladım. Parmaklarımın onun yanaklarına, alnına yapıştığını hissediyordum. Sanki bütün iradesi cildinde toplanmıştı.
Mümkün olduğu kadar lâkayt görünmeğe çalışan bir sesle:
«Demek çok iyisin!» dedim. «Peki, bu akşam neden hiç uyumadın?»
Bir an şaşırdı. Boynundan yanaklarına doğru bir kırmızılık yayıldı. Bu sualime cevap vermemek için çırpındığı anlaşılıyordu. Birdenbire gözlerini kapadı, büyük bir dermansızlık hissediyormuş gibi, başı arkaya dayandı, duyulur duyulmaz bir sesle:
«Ah Raif!...» dedi.
«Ne var?»
Biraz kendini topladı. Çabuk çabuk nefes alarak:
«Hiç!» dedi, «Bugün yanımdan ayrılmanı istemiyorum... Neden biliyor musun? Dün akşam anlattığın şeylerin, sen gider gitmez, kafama hücum edeceklerini, beni bir dakika bile rahat bırakmıyacaklarını zannediyorum...»
«Bilsem anlatmazdım!» dedim.
Başını sallıyarak cevap verdi:
«Hayır, öyle demek istemiyorum... Kendim için söylemiyorum... Artık sana güvenemiyeceğim! Seni yalnız bırakmaktan korkuyorum... Evet, bu akşam hemen hemen hiç uyumadım. Hep seni düşündüm. Benden ayrıldıktan sonra neler yaptığını, hastanenin etrafında nasıl dolaştığını, bütün tafsilâtiyle, hattâ senin anlatmadığın kısımlarla birlikte gördüm... Bunun için artık seni yalnız bıraka-