tir. Çünkü hep orta yerde lüzumsuz, üstü açık birer avlıya maliktir. Halbuki Cemile'nin konakları en son usülde Avrupa binaları idi. İstikbalde bu yerlerin para edeceğini idrak eylediği için bu mahallenin bir tarafında İskenderun yolu boyunca külî araziyi Cemil Paşa miriden ucuz bir bedel ile satın almıştı.
Fakat bu faal, bu azimkâr valinin yine bu yeni mahallerde vücuda getirdiği en büyük, en mübarek eser şahane bir mekteb-i idadi idi. Bir mekteb-i idadi ki büyük bir arsa üzerine bina edilmiş, harikulâde idi. O kadar denilebilir ki henüz payitahtımızda bile böyle bir mekteb-i idadi inşa olunamadı. Maalesef Cemil Paşa bu eser-i harikulâdeyi büsbütün ikmale muvaffak olmadan infisal etmişti. Fakat iş o derece kuvve-yi karibeye gelmişti ki Emrullah Efendi¹³ gibi istikamet, cesaret, faaliyet itibariyle aranmakla bulunmaz bir maarif müdürü en aciz valiler zamanında noksanlarını birer birer bitirerek bu dar-ül-irfanı mükemmelen açmağa muvaffak oldu. Emrullah Efendi devlet memurları arasında emsalsız bir insan idi. Müstakim muktedir, çalışkan idi. Yalnız bir kusura malik idi. O da ihtisas, ihtiyat nedir bilmez, her telden çalar her işi bizzat görmek ister, neticede ekseriya müşkülat içinde bunalır, kalırdı. Geceleri hususî bir hoçadan arapca tefsir okumağa kalkışır. Sabahları kimya, hikmet, felsefe ile meşgul olur. Mekteb-i-idadînin bakiye-yi inşaatına bizzat nezaret eyler, tefrişatiyle uğraşır. Bilfarz dershane sıralarına varıncaya kadar en son usülde eşyayı Paris'e Hachette kütüphanesine yazarak getirir. Bu sarfiyata karşılık bulmak için Maarif hesabatını altüst ederek Nezaretin gözünü boyar. Bir gün mekteb-i idadîye bu harikulâde sıralar gelmişti, fakat boyasız iḍi. Kimya-yı sanayi ile o esnalarda çok meşgul olduğu için Emrullah Efendinin maksadı nazariyattan tatbikata geçerek o sıraları bizzat boyamak idi. Bu iş için mekteb-i idadînin üst katında bir ispirto mangalı hazırlattı, ecza-yı lazimeyi tedarik eyledi, büyük bir tencere içinde bir boyadır imale başladı, bir tecrübe, bir muayene bir türlü olmadı. Boya bazen renksiz, bazen susuz, bazen cilasız çıkıyordu. Emrullah Efendi de kitaplara bakarak muttasil eczadan birini artırıyordu, öbürünü azaltıyordu, harareti o nisbette çoğaltiyordu, Fakat bir gün bu tecrübelerle fazla meşgul iken tencere kaynağa kaynağa «güm» dedi, patlayıverdi. Ortalığı o kızgın mayi istila eyledi, az kalsın o allame-yi bimudaninin yüzü, gözü yanacakdı. Bereket versin yalnız esvabı hurdahaş oldu. Biz de kızdık, söylendik, Emrullah'ı o sevdadan vaz geçir dik. Şehirden bir boyacı çağırtarak bütün o sıraları öyle pek fennî değil, amelî bir tarzda, fakat mükemmel boyattık.
Emrullah Efendi Halep'te çok kalmadı, fakat az müddet içinde büyük bir iş gördü. O da bu mekteb-i idadîyi böylece açmağa muvaffak olmakdı. Cemil Paşanın Halep'te bıraktığı eserlerin, bilahare irfan-ı memlekete ettiği hizmet dolayısiyle en parlağı, hiç şüphe yok, bu mekteb-i idadi idi. Maamafih bu valinin ecnebî konsoloslara karşı istiklâl-ı hükümeti muhafaza etmek yüzünden de büyük yararlıkları olduğu söylenirdi. Bu vilayetlerde konsoloslar uhud-u atikayı büsbütün su-i istimal ederek her işe karışmağı öteden beri âdet etmişlerdi. Rivayete göre Cemil Paşa bu müdahelelerin sonunu almıştı. Konsoloslarla bu yolda mücadelerine dair de Paşanın garip garip menkıbelerini anlatırlardı.
Hulasa, Namık Paşazade Halep vilayetinde baştan başa müthiş bir siyt bırakır, kanuni olmaktan ziyade keyfi icra-yi hükümet eder. Fakat hep büyük, hep müheyyiç işler görür, eşraf-1 memleketin şikayetlerine bâdi olur. Bilhassa Kâhyazadeler ayaklanırlar, Paşanın aleyhinde atebe-yi seniyeye telgraflar yağdırırlar. Sahib Molla merhum tahkikat için Babıâliden oraya gönderilir. Gürültüler, kıyametler, nihayet bir müddet sonra Cemil Paşa azl olunur, Halep ayanı da nefes alırlar. Kâhyazadeler, Cabirizadeler ve saire de cendereden kurtulurlar. Fakat umran ve terakki itibariyle aceba Halep bu yüzden kâr mu eder, zarar mı eder? kesdirilemez, çünkü biz o devirde bulunmadık, sonradan geldik. Cemil Paşanın hasenatına, seyyiatina dair de söylenen sözlerin haddi, hesabı yokdu. Ancak asar-ı fiiliyesine bakılınca hasenatının seyyiatina galip olduğunu teslim etmek zarurî idi. O koskoca vilayet bu kâbda bir kaç vali görmüş olaydı, elbette memalik-i osmaniyede emsalsız bir mamure olurdu.
Cemil Paşaya isnad olunan kabahatların en barizi nefsini kanunun fevkinde tutmak, hususiyle valiliği sayesinde çiftlik, arazi, mal ve mülk sahibi olmak idi. Bu isnatlar ne dereceye kadar hakikat idi, kestirilemez çünkü mesela esasen zengin olduğu için Paşa fırsattan istifade ederek hususî servetiyle de bu işleri görebilirdi.
Her halde bu vali, ne olursa olsun, o memlekete hizmet etmişti. İşte Hasan Paşa, Hasan Paşa ki bir istikamet-i mücesseme idi, lâkin vilayetini atalet içinde boğdu, batırdı. Cemile mahallesinin ismini Selimiye'ye tahvil eyledi, amma ne mekteb-i idadi'yi ikmal etti, ne bir karış yol yaptı, ne de başka bir eser-i umran gösterdi. Hasan Paşa zamanında nüfuz-u vilayet mektupcu Nazım Beyin elinde idi. Nazım Bey genç, muktedir bir sahib-i kalemdi. Ziya Paşa merhumun bir telmizi, hatta bir çok gayri matbu eserlerinin hafızı idi. Kemal Bey merhumu, bütün o zümre-yi eazımı
137