Bütün vilayet memurları, ahali beht içinde bu manzarıyı temaşa ederler. Bir vali koca bir Hasanbeyzadeye böyle bir muamele edebilsin, demek yeni bir devir başladı, başka bir idaredeyiz. Haleb'in bir şeyh-i marufu vardı, doksanlık bir ihtiyar idi. Bize garip garip fıkralar nakleylerdi. Bir gün bu vak'ayı anlattıktan sonra şu menkıbeyi hikaye etti: İsmail Beyin bu mutantan rekub hayvanı öyle alelmila-elnas haraç, mezad satarlarken merdiven başından tellale <<fiin cicat, fiinbizat? nerede civcivler, nerede yumurtalar?» diye bağırdım. Halk gülmeğe başladı, çünkü bu hikâye pek marufdur. Hasan Bey Bahsita sokağının başında büyük bir haneye sahipti. Bu konağın bir tarafında biçare bir yahudinin küçük bir evi vardı. Bey selamlığını büyültmek için bu eve göz dikmişti, fakat para ile tasarruf etmek istemiyor, yed-i gasbı uzatmak için bir vesile arıyordu.
Bir bahar mevsimi sayfiyesine gitmeden evvel o komşusunu çağırtır, ona emaneten tavuklarını, horozlarını, konağın kümesini bırakır. Yahudi korkar ama ne yapsın kabul eyler, etmese belasını bulur. Aradan iki, üç sene geçer, Hasan Bey tavukları, horozları sormaz. Biçare musevî de zaten o hayvanları besleyememişti, elden çıkarmağa mecbur olmuştu, bu hale sevinir.
Lâkin günün birinde o derebeyi huzuruna celp eylediği o müseviden, fiin cicat? fiin bizat? diye emanetlerini ister. Alamayınca yine bir hesap yapar, senede bir tavuk kaç yumurta verir, bu yumurtalardan ne kadar civciv peyda olur.
Bu garip hesap neticesinde yahudi Hasan Beye bir kaç yüz lira borçlu çıkar. Bu paraya mukabil de o derebeyi o zavallının o küçük evini zapt eyler, selamlığına ilhak eder. Bu hikâyeler pek doğru mu idi, bilmeyiz, fakat Cemil Paşa böyle derebeyi ailelerinin burnunu kırmıştı, o cihetten fikara-yı halkın duasını almıştı*.
(*) Bir İstitrad - İnsan hatırat-ı hayatını ölmeden evvel neşrederse hakikaten bazı mahzurlar var. Böyle vali gibi, nazır gibi rical-i hükümetin hayatı artık. tarihe geçmiş demektir. Bir sahib-i hame mûverrih sifatlyle o hayatı bütün hakaikiyle bast etmekte hürdür. Zaten başka tarzda tarihi vesikalar, eserler vücude getirilemez. Fakat ne olursa olsun, insan, insandır, yani ne küçük mahluktur, bilmek için yalnız bu sıfat kifayet eder. Bu cihan-ı fenaya veda ettikleri için namları tarihe karışan bu ricalin evladı vardır, ahfadı vardır. Her hakikat söylenirse onlardan mülayim olmayanlar tabiatiyle hoşa gitmez, söylenmese tarihe hürmet edilmemiş olur. Vak'anüvislerimizden biri der ki: «Mehasini itra için elimden ne geldiyse yaptım, mesaviyi mümkün mertebe gizledim.» Blz de bu yolu tutacak
Cemil Paşa asker imiş. Fakat nasıl yetişmiş, Avrupa'da mı ikmal-ı tahsil eylemiş, bu cihetleri tahkik edemedim. Ancak bu zat fikren müterakki imiş, Halep vilayetinin zapt ve raptını, asayişini temin etmekle iktifa etmemiş, imarına da muvaffakiyetle çalışmış. Çöle, aşiretlere, en büyük şeyhlere varıncaya kadar meharetini göstermiş. Aradan böyle seneler geçtikten sonra bile biz orada iken Cemil Paşa bütün o muhitte baştan başa namı hürmetle, tekrim ile yad olunurdu.
(19)
Halep Suriye'nin hemen en parlak şehridir. Servet mamuriyyet itibariyle o zaman Şam'ı da, Beyrut'tu da geçerdi. Süveyş açılmadan evveli Hindistan mevaridatı ekseriyetle Halep ve İskenderun tarikiyle vukua gelirmiş. Daha o zamandan küllî bir servet bu şehirde toplanmış. Fakat Haleb'in bir kusuru varmış. Şehir eski ve basik mahallerde kapanmış, kalmış. En açık, güzel cihetlerine doğru ilerleyememiş, Cemil Paşa. bu ahvali nazar-ı itibare alarak Halep şehrini en havadar tarafından, İskenderun yoluna doğru tevsi eyler, Cemile mahallesini tesis kılar. Babelferc dedikleri eski şehrin kapısından itibaren büyük bir cadde açar ki tâ İskenderun yoluna iltihak eder. Sonra Cemile tesmiye edilen bu yeni bu vası mahallenin başlangıcında bizzat kendi yan yana bir çift mükemmel konak inşaat ettirir. Öyle konak ki serapa taşdan, ahırlara, selamlıklara varıncaya kadar her türlü müştemilatı muhtevidir. Yine bu mahallede Cemil Paşa sıhhiye tabibi Türado, miralay Ali Muhsin Bey gibi havas mensubinine mükemmel haneler, kâşaneler yaptırır. Cemile'nin ilk temeli atılır. Sıhhat, nezafet letafet itibariyle bu mahallede ikamet etmek o basik, o kapanık şehirde oturmağa bin kerre mürecceahdır. Fazla olarak da şehrin evleri mimarice tuhaf, kışın soğukdan, yağmurdan, yazın sıcaktan tahaffuz olunmaz bir surette inşa edilmiş-
olursak tarih değil, âdetâ bir kaside yazmış oluruz ki halkı kuru kuruya iğfaldan başka
bir işe yaramayacağı için hiç yazılmasa daha hayırlıdır.
Bu mülâhazalara mebnidir ki biz alâkadarların aff-u-sahfını temenni eyleriz.. Filvaki
her hakikatı bütün çileği ile, çirkinliği ile ortaya atmayız, fakat vak'alarla, vesikalarla müeyyed bildiğimiz bir hakikatı da, velev aleyhde olsun, edep ve nezaket dairesinde bast
etmekten çekinmeyiz. İnsan olmaz kl sırf hasenata malik olsun da seyylattan berri olsun.
Arabın dediği gibi :
Kufi el mer niola in taad maaye
Bir ferd için ayıpları madud ve mahdud olmakda bir şerefdir. Hulasa, bu istitrad
ile şu hususu arzetmek isteriz ki bu hatıraları neşrederken karaya beyaz diyemeyerek bazı
rical için pek hoşa gitmez hakikatları da söylersek ifadelerimizin sidkina kail oldukca bizi
mazur. görmeleri o ricalın zürriyetlerinden müsterhamdır.
135