Kunna ilâllahi badina ve hadirina Fe-mâ lenâ fi nevahi izzihi hatari6
Yalnız hem memur, hem melhuzdur ki ahlâf, tarih, insaniyet asarımızı, ef'alımızı nazar-ı muhakemeden geçirerek haşre kadar kimimizi rahmetle, kimimizi mazallah lanetle yad edebilir. Şimdi biperva söyleyebiliriz: Madamülhayat bütün endişelerimiz bu ikinci güruhtan uzaklaşmak, birinci zümreye yaklaşmak içindi. Her acıya, her mahrumiyete o ümid ile katlandık. Adl-ı ezelîden emin olduğumuz için bu defter-i âmal-ı hayatımızı bir hüccet gibi göstererek o yüce maksada ereceğimizden mutmainiz.
«Ömrüm» 'ün iptidaları PEYAM'da vaktile neşrolunmuştu. Bu neşrolunan parçaları ahiren tavzih ve ikmal ettiğimiz için yeniden bastırmaya mecbur oluyoruz. Bu sayede yeni karilerimiz de eseri evvelinden mütalea etmiş olurlar. Eskileri ise aynı serencamı iki def'a dinlemek istemezlerse evvelce bıraktıkları yerden oku- maya başlayabilirler.
(2)
Kırk elli sene evvel İstanbul başka İstanbul idi. Belki daha az mütemeddin, daha az müterakki idi, lâkin Türkler için daha asude, daha müreffeh, daha mes'ut, hatta daha muhteşem idi. Meselâ Boğaziçi'nde büyük, latif, müdebdeb yalılar vardı. Onlar şimdi ekseriyetle harap oldu, fakat yine ekseriyetle yeniden yapılmadı. Süleymaniye gibi bazı mahallelerde şahane konaklar, sarayları andırır konaklar görünüyordu. Onlar da birer birer yıkıldı, yandı, kısmen de ufak tefek hanelere münkalib oldu. Camilerimizin nuru, şevki daha ziyade idi. Sokaklarımız tenha, lâkin munisti, en çok bizimle, Türklerle dolardı. Esnafımız, tüccarımız, her türlü efradımız, müslüman olsun, hıristiyan olsun ekseriyetle Türk, Osmanlı idiler, insana o neş'eyi verirlerdi.
Bilfarz Asmaaltı'nda bugün bile bakiye-yi perişanını gördüğümüz Balkapanı'na girildiği vakit havalide dağ gibi sırık hamalları, mağazalarda muntantan, mükellef, Türk tüccarı bulunurdu. Bu mağazaların büyüklerinden birinde o devrin maruf tüccarlarından bir Hacı Ahmet Efendi vardı ki elli altmış yaşında bir zat idi. Mumcular kâhyası idi. Balmumcu, İkidivitli lâkabiyle maruf idi.
Bu Hacı Ahmet Efendi aslen Kengiri'den, Karapazar nahiyesinden, Kalfat köyünden idi. Pek genç iken rızkını aramak üzere İstanbul'a gelmiş, çalışmış, çabalamış, yirmi otuz sene zarfında alnının teriyle haline, menşeine göre fevkalâde bir mevki ihraz etmişti.
Yedikule'de, Galata'da mumhaneler sahibi olmuş, Süleymaniye'de büyük bir konak, Arnavutköy'ünde müteaddid yalılar yaptırmış, şimdi Tünel'e girilen yerde arsalar almış, Balkapanı'nda ise bir iki mağaza, mühimce bir ticaretgâh edinmişti.
O zaman henüz gazyağı dediğimiz «petrol» madeni memleketimize girmemişti. Ekseriyetle ahalimiz mum, hatta yağ mumu yakarlardı, Hacı Ahmet Efendi bu ticareti hemen hemen taht-1 inhisarına almıştı. Bilhassa camilerimizin mumlarını veren o idi.
Bu adam bir faaliyeti mücesseme idi. Her gün güneş doğmadan evvel uykudan kalkardı. Kış yaz soğuk su dökünür, yıkanır, aptestini alır, Süleymaniye Camii'nde cemaatle namazını eda ederdi. Rivayetine göre o mahallede ikamet ettiği müddetçe yirmi otuz sene mütemadiyen böyle yapmıştı. Pek, pek nadir o vazife-yi dinîyeyi öylece ifa edebilmekten geri kalmıştı, o derecede metin bir sıhhata mâlikti. Camiden çıktıktan sonra konağa döner, çocuklariyle kuşluk taamını eder, en saf tereyağları, peynirler, hep öyle hileden azade yemekler yer, doğruca mağazasına giderdi, tâ akşama kadar orada çalışır, o gûnagûn işlerini tesviye ederdi.
Akşam üstü evine dönerek yemeğini yedikten sonra geceyi komşulariyle geçirirdi. Bu komşular Sultan Mecid'in başmabeyncilerinden İzzet Bey, Ferik Tahir Paşa, Salih Zeki Paşa, Uncu Ali Efendi, Feyzi Paşa vesaire idiler. Bu muhitte Hacı Ahmet Efendi'nin mümtaz bir mevkii vardı, çünkü ticaretce vukufuna, servetine, zekâsına herkes itimad ederdi. Bütün o beyler, o paşalar alım satım hususunda ondan rey alırlardı, hatta muavenet görürlerdi.
Ahmet Efendi hakikaten ticaret-i beytiyede dahi harikulâde idi; odun, kömür, yağ pirinç, soğan vesaire bütün levazımı en ucuz, en mükemmel bir surette zamaniyle almayı bilir ve alırdı. Bu hizmeti komşuları için de ifa ederdi. İnşaattan, her işten anlardı. Çünkü birçok binalar yaptırmıştı, büyük işler görmüştü. Hasılı yalnız mahallesinde değil, İstanbul'ca bile bir şöhret kazanmıştı. Mumcular kâhyası, İkidivitli Balmumcu Hacı Ahmet Efendi o.zamana göre maruf bir adamdı. İlmiyle, irfaniyle değil çünkü pek az okur-yazardı, âmalı erbaadan ziyade hesap bilmez, gazeteden başka mütaleaya çıkışmazdı lâkin dirayetiyle, tecrübesiyle marufidi.
Kengiri'den, Karapazar'dan İstanbul'da ne kadar ufak tefek esnaf varsa her işte ona müracaat ederlerdi. Hatta hacca, sılaya gidecekleri vakit, paralarını, emanetlerini onabırakırlardı. Senetsiz, şahitsiz bırakırlardı, o derece emniyet ederlerdi. O da bu vediaları13