Sürûd-ı Sehhâr

Vikikaynak, özgür kütüphane
Sürûd-ı Sehhâr

Güneş.. o tıfl-ı ziyâçehre dogmamıştı henüz;
Olurdu saf bulutlar rîşetırâz;
Kemâl-i nâz ü tereddütle, bîmecâlâne
Olurdu nûr-ı seher arza incilâperdâz;
Küşâde çeşm-i terakkubdu nâşikibâne
Tulû'ı şems-i münîre bütün nişîb ü firâz.
Güzel kadın nefesinden latîf bir nefha
Ederdi tâze gusûnu rehîn-i lerze-i nâz,
Birer şükûfe-i nâlân misâli dilberdi
Gusûn-ı sebz arasında tuyûr-ı zemzemesâz;
Uzakta bir derecikten gelirdi mevzûnen
Sımâh-ı dikkate bir ihtizâz-ı nâz ü niyâz;
Güzel dehenleri taklîd eden güzel güller
Hevâya serper idi bir şemîm-i rûhnevâz.
Bütün melâhatini gösterirdi sanki bahar,
Bahâr... O fasl-ı melâhat, o fasl-ı pür'-i câz.

Bu demde külbeciginden o köylü kız çıktı:
Güneşte yanmış olan pây-ı esmeri çıplak,
Güzergehindeki yerlerse kumlu taşlıktı;
Bir el belinde dayanmış, bir elde kûze-i âb;
Omuzlarında bir eski paçavradan esvâb
Yanaklarında fakat parlıyordu nûr-ı şafak,
Uzun saçında fakat vardı bir hayâl-i ziyâ
Ki eyliyordu serâpâ o cisme bahş-ı bahâ;
Zirâ paçavranın üstünde de güzel görünür!

Sabahleyin uyanınca gidip su doldurmak;
Onun vazifecigi şimdilik budur ancak!
Elinde destigiyle gider gelir dereye;
Eliyle bir dere, bir külbe gösterir şâyed
Sorarsa kendisine bir geçen:
- Kızım nereye?
O çapraşık yolunu pek güzel bilir derenin;
Elinde desticigiyle gider gelir oraya
Ederdi vaktini bir tâze kuş gibi imrâr.
Güzeldi, rûhunu lerzân ederdi her görenin;
Rakîbesi bile eylerdi şüphesiz ikrâr
Ki mâî gözleri bir lücce-i mücellâya
Düşen semâ-yı münevver misâli ma'nidâr
İdi.

Bu gün dahi çıktı o râh-ı tenhâya,
o kumlu taşlık olan yolda etti geşt ü güzâr:
Yolun solunda bir orman durur mehâbetle;
Yolun sagında kemâl-i sükûn u dehşetle
Siyâh servler altında türbeler görünür!
Fakat bu manzaralar eylemez onu tedhîş;
Memâtı, genç olan insan eder mi hiç derpîş,
Seher zamanı zalâm-ı leyâli kim düşünür?...
Lebinde hande vü nagme, devam eder yoluna;

Zaman zaman kelebekler gelir konar yoluna;
Zaman zaman o mehîb ormanın derûnundan
Sehâb-ı zemzemekâr tuyûr olur perrân...

Göründi işte yeşil sâhili güzel derenin:
Uzun bir âyînesi suretinde meşcerenin
Agaçların arasından güzâr edip gidiyor;
Bütün civârına bir tazelik nisâr ediyor.
Ne tatlı zemzeme: ancak bu savtı hâsıl eder
Tesâdüm eylese billûr içinde dürr ü güher!

Suyı görünce kızın gözlerinde oldu 'ıyân
Bir eski dostunu görmüş gibi ziyâ-yı sürûr;
Agaçların arasından yavaşça etti mürûr;
Gelince sahile, oldu civârına nigerân:

Yeşildi daglar, etekler yeşildi, mâî semâ
Olurdu bunların üstünde tül gibi mer'î;
O dilrübâ derenin rengi gök gibi mâî
İdi, bu âlemi yelpazelerde bâl-i sabâ!..

Şu mâî tüll yeşil 'âlemin içinde onu
Kolaydı benzetivermek beyaz bir çicege;
Bir iş mi benzetivermek o rütbe sâf olanı
Yabâni bir çicege, bir perîye, bir melege?

Şu sâf lücce kenarında kaldı, kız hayran
Yavaşça başladı ruhunda gizli bir heyecân...

Bu anda meşcereden bir terâne-i mahzûn
Dagıldı titreyek: bir kaval sesiydi bu ses!
Bu ses gelince kızın gûşuna, lebinde nefes
Kesildi, destini vaz' etti kalbine; zirâ
Kaval çalan çobana oldu görmeden meftûn!

Ona muhabbeti etti bu nagmeler ilhâm;
Göründü rûhuna gûyâ sabah içinde sabah,
Sabâh-ı sâf-ı rebîîde subh-ı sâf-ı garâm!

Cenab Şahabeddin