Nutuk/7. bölüm/Ciddî teşkilât-ı askeriye yapabilmek için ve bunda imkân-ı muvaffakiyet temîn edebilmek için zaman şarttır

Vikikaynak, özgür kütüphane

Muharebe hatlarına mücâvir köyler ahalisinin yapabileceği müdafaadan, hayalî neticelere intizâr etmek makul olamaz. Memleketin bütün kuvvet menâbiinden istifade şerâit ve salâhiyetine mâlik olduktan sonra dahi ciddî teşkilât-ı askeriye yapabilmek için ve bunda imkân-ı muvaffakiyet temîn edebilmek için, zaman şarttır. Bursa’da Bekir Sami Bey’in emrine tevdî edilen kuvvetin esası, İzmir’de tüfek attırılmaksızın Yunanlılara teslim edilen ve Yunan gemileriyle Mudanya’ya çıkarılan iki alay kadrosu değil miydi? Bu kuvvetin tebdil-i maneviyeti için İstanbul hükümetleri herhangi bir tedbir almışlar mıydı? İstanbul hükümetleri değil miydi ki Balıkesir’de, müdafaaya çalışan kuvvetlerimizin Yunan taarruzundan evvel, Anzavur’u arkalarına saldırdı. Yine İstanbul Hükümeti ve halife ve pâdişâh değil miydi ki Yunan cephesinde kullanılacak nisbeten kuvvetli bir fırkayı, Yirmi Dördüncü Fırka’yı Hendek-Düzce yolunda hilâfet ordusu ve usât grupları tarafından ızlâl ederek dağıtmış ve kumandanlarını şehit ettirmişti.

Mukadderât-ı memleket mes’ûliyetini yeni deruhde etmiş olan Heyet-i Vekile, bu tarihteki şerâite göre seferberlik yapabilmeyi acaba düşünebilir miydi? Memleketin adeta baştan başa halifenin fetvâsı hükmünü infaza sevk ve icbâr olunduğu bir sırada, milleti askere davet etmek câiz ve mümkün görülebilir miydi? Bundan başka, bütün milleti silâh altına davet etmeden evvel, silâh miktarını ve mevcut silâhı, hâl-i faaliyette tutâbilmek için cephane ve para miktarları, menbaları düşünülmek zarurî değil miydi? Vaziyeti muhakeme ederken ve tedbir düşünürken, acı olsa da hakikati görmekten bir an fâriğ olmamak lâzımdır. Kendimizi ve biribirimizi aldatmak için lüzum ve mecburiyet yoktur. Biz, vaziyetin ve cephelerin ihtiyâcâtından gafil değiliz. Her taraftan, namıma nâmütenâhi telgraflar gelmektedir: “Kuvâ-yı muntazama-i muazzama sevk ediniz”; “şu kadar cephane gönderiniz”, “bunlar gelmezse burada mağlûp oluruz” denilmekte ve tehlike ve ateş içinde bulunmaktan mütehassıl heyecan sevkiyle acı lisanla izah-ı hal edilmektedir. Bizim vazifemiz ve vaziyetimiz, onların teessür ve heyecanına iştirak ederek umûmun kuvve-i maneviyesini kırmak değildir, bilakis onlara metânet ve sebât ve ümit verecek tarzda hareket etmektir.

Bundan sonra, elbette vaziyetler değişecek ve bütün memleket ve millete cidden ümit ve emniyet bahşedecek tedbirler tatbik olunacaktır. Artık, buna mâni kalmamıştır. Heyet-i icraiye, bir kısım tevellüdlüleri silâh altına da celp edebilecektir.”