Nutuk/2. bölüm/Karakol Cemiyeti
Biz Erzurum’da, Kongre mukarrerâtının her tarafça anlaşılmasına ve müttehiden tatbikatını temîn esbâbına tevessül ederken, “Karakol Cemiyeti’nin Teşkilât-ı Umumiye Nizamnâmesi” ve “Karakol Cemiyeti Vezâif-i Umumiye Talimatnâmesi” diye matbû birtakım evrakın, bütün orduya, kumandan, zâbit herkese tevzi olunduğundan haberdâr edildik.
Bu talimatnâmeyi okuyan, bana en yakın kumandanlar dahi bu teşebbüsü şahsıma atfederek birçok şüphe ve tereddütlere düşmüşler. Benim bir taraftan kongrelerle alenî ve millî müşterek mesâide bulunurken, bir taraftan da esrarengiz ve müthiş bir komite teşkiliyle iştigal etmekte olduğum zehâbına düşmüşler. Fi’l-hakika bu teşkilât ve teşebbüsâtın fâilleri ki İstanbul’da bulunuyorlarmış, teşebbüslerini benim nam ve hesabıma yapmakta imişler. Karakol Cemiyeti’nin Teşkilât-ı Umumiye Nizamnâmesi’ne göre, merkez-i umumî azaları ve adetleri ve mahal ve tarz-ı ictimâları, suret-i intihap ve tavzîfleri suret-i mutlakada hafî ve mektûm tutulur.
Bir de en ufak ifşaat veya Karakol Cemiyeti’ne hatar ve tehlike ve hatta tehlikeyi dâi bir şüphe getiren, derhal idam olunur.
Vezâif-i Umumiye Talimatnâmesi’nde de “bir millî ordudan” bahsolunuyor ve “bu ordunun başkumandanı ve büyük erkân-ı harbiyesi, ordu ve kolordu ve fırka kumandanları ve erkân-ı harbiyeleri müntehap ve mansûb olup mektûm ve hafî tutulur. Bunlar, vazifelerini suret-i mahremânede, hafiyen ifa ederler” sarahati okunur.
Efendiler, derhal kumandanları ikaz ve bu nizamnâme ve talimatnâme ahkâmını asla mevki-i tatbike koymamaları lâzım geldiğini ve teşebbüsün menbaını tahkik etmekte olduğumu bildirdim.
Sivas’a muvâsalatımdan sonra, oraya gelen Kara Vasıf Bey’ den anladım ki bu işi yapan kendisi ve bazı rüfekası imiş.
Her halde, bu tarz-ı hareket doğru değildi. Herkesi idam ile tehdit ederek mechûl bir merkeze, mechûl bir başkumandana, mechûl birtakım kumandanlara itaate mecbur kılmaya kalkışmak, çok hatar-nâk idi. Fi’l-hakika derhal bütün ordu mensuplarında yekdiğere karşı bir adem-i emniyet ve tevahhuş başladı. Meselâ herhangi bir kolordu kumandanının, benim kumanda etmekte olduğum kolordunun acaba mektûm ve hafî kumandanı kimdir? Bu gizli kumandan, acaba ne vakit ve nasıl kumandaya vaz’-ı yed edecek? Ve acaba bana ne muamele yapacak? Gibi bi-hakkın bir takım tevehhümâta kapılması müsteb’ad değildi.
Sivas’ta Kara Vasıf Bey’e, gizli merkezin, gizli başkumandanın ve gizli büyük erkân-ı harbiyenin kimler olduğunu sorduğum zaman, hepsi siz ve arkadaşlarınızdır cevâbını vermişti. Bu büsbütün istiğrâbımı mûcib olmuştu. Bu cevap, elbette makul ve mantıkî olamazdı. Çünkü bana, asla böyle bir tertip ve teşkilden kimse bahsetmiş ve muvafakatimi almış değildi.
Bu cemiyetin bi’l-âhire, hassaten İstanbul’da muhafaza-i unvan ederek idâme-i faaliyete çalışmış olduğu anlaşıldıktan sonra, teşkilinde ve buna dair bi’z-zarure bize verilmiş olan ma’lumâtta samimiyet bulunabileceği iddia olunamaz.