Nutuk/11. bölüm/Bekir Sami Bey herçi-bâd-âbâd sulh yapmak tarafdârı idi
Bekir Sami Bey, herçi-bâd-âbâd sulh yapmak tarafdârı oldu. Bu nokta-i nazarını, 24 Kânunuevvel 337 tarihli raporunda şu suretle izah ediyordu:
“... devam-ı harbin bu memleketi, milletin mevcudiyetini tehlikeye koyacak kadar tahrip ve imhâ edeceği ve bütün iktihâm edilen fedakârlıkların beyhude izâa edilmiş olacağı fikr-i kavîsindeyim. Harbin idâmesi, haricî ve dahilî düşmanlarımızın ekmeğine yağ süreceğine ve korktuğumuz belâyâ ve mesâibi kendi kendine milletin başına celp ve davet eyleyeceğine bütün mevcudiyetimle kaniim. Zât-ı samilerinin uhdesine düşen vazife dünyada hemen hiçbir recül-i siyasînin dûş-i iktidarına tahmil edilmeyen en ağır bir yüktür. Tarihte beş altı asırda değil, belki on, on beş asırda bir ferde ancak kısmet olabilen bir vazife deruhde buyuruldu. İfrat ve tefritten sakınarak bugünkü faideye, müstakbelin menâfi-i hakikiyesini feda etmeyerek, Türklük ile beraber bütün âlem-i İslâmiyet’in istikbâlini temîn için, pek yakın bir zamanda maa-ziyâdetin istihsali mümkün gaye-i milliye ve İslâmiye’yi kurtarmak ve tahkim eylemek için, hatta muvakkaten fedakârlığı bile kabul eylemek, sayesinde tarih-i âlemde lâyemut bir nam kazanmak ve müceddid-i bünyân-ı İslâmiyet olmak zât-ı fahîmâneleri için mümkündür. Aksi halde, Türk Milleti ve dolayısıyla bütün âlem-i İslâmiyet mahkûm-ı esaret ve zillet olacağı bendenizce şüphesizdir. İsminizi ilâ yevmi’l-kıyâm bütün ensâl-i İslâmiye için Hazret-i Fahr-i Kâinât Efendimizden sonra en mukaddes bir nam ve yâdigâr olmak üzere terk etmek şerefini ve fırsatını kaybetmemenizi, sâik a-i hamiyet ve İslâmiyet olarak arz etmeyi bir vazife-i mukaddese addederim Efendim Hazretleri.”
Bütün bu mütâlaatın hulâsası, felâketten, zillet ve esaretten kurtulmak için kendisinin Londra’da yaptığı mukavelenameler hudûdu dahilinde millî mücadeleye nihayet vermeyi teklif ediyordu.
Efendiler, Bekir Sami Bey’in bu mütâlaatı bende müsbet tesir hâsıl etmemişti. Dermeyan ettiği fikirler ve tarz-ı muhakemeler, kendisiyle müzakere ve münakaşayı dahi bî-lüzum ve bî-fâide telâkki ettirmişti.