Münacât (Servet-i Fünûn, 1500)
Senmisin hâlikım o sönmez ateş
Ki cihân daima içinde yanar?
Gökte gündüz senin gözün mü gündeş?
Gece gözyaşların mı yıldızlar?
Arş u kürsîde loş duran yerine
Aynı hayretle yer ve gök bakıyor.
İçimizden senin ak ellerine
Kanla gözyaşlı şüpheler akıyor.
Geldi lüknet bütün beyânımıza
İsmini söyledikçe titreyek;
Sıgmıyord titreyen lisânımıza
Senin ismin senin dilinde gerek.
Burkulur ye's ile takallustan
Seni inkâr eden zavallı agız.
Bize, ya rab görün ufuk gibi sen:
Çölde biz bir serâba muhtâcız.
Kalbe ilkâ-yı mü'miniyettle
Niçin îmânı etmedin te'min?
Ya ilahi degilmisin, söyle
Yoksa kendin de varlıgından emîn?
Kapılıp hep hayale, hep hisse
Seni bir gölge sandıgım çoktur.
Kulagım duymuyor gözüm görse
Neyleyim başka kudretim yoktur.
Bir emîrim diyâr-ı gaflette
Ki karanlıkta gölgedir tahtım;
Tûr-ı sinâyı şekk ü hayrette
Ben sagır bir kelimi bedbahtım.
Sen semî'in kulaklarında donar
Kalbine varmak isteyen girye.
Sana yerden çıkan tazarrûlar
Bir donuk samt olur, döner geriye.
Sana baglanmak isteyen her kol
Bir karanlıkta çırpınır ancak
Ya rahîm, asrımızda bâri var ol
Yerde 'aczinden aglayanlara bak!
Arza gösterir ki şekl-i şefkatini
Kara toprakta bir nakış gülsün;
Öyle bast et ki sakf-ı cennetini
Gölgesinde cehennem örtülsün.